Çarşamba, Eylül 30, 2009

İlan


Bugün gerek ders gerek müzikal aktiviteler olarak yoğun bir gündü. Dicle Hanım'la dile kolay iki buçuk saat vakit öldürüp ders bekledik, bu arada arkadaş olduk eheh, sonra bir adet political economy bir adet latin america dersine girdim, sonra da başladım koroyu beklemeye. Bugün Türk Müziği Kulübü korosunun ilk çalışması vardı, pek sevindiricidir ki orkestramız ya da sazendelerimiz artmış ve bir tanburi ve kemençecimiz olmuştu, öyle demeyin azizim çok zor bulunuyor böyle yetenekli gençler. Üstelik az da olsa koromuza yeni katılanlar olmuştu. Neyse bir kaç eser geçtik ardından ordan çıktık Günsu Hanım'ı da alıp hemen Müzik Kulübü'nün tanışma konserlerinin sonuna yetişelim dedik. Rock korosunun son iki şarkısına ardından da Showband konserine yetiştik. Showband'i önceden dinlememiştim, bugüne özel akustik bir altyapı hazırlamışlar, o kadar güzeldi ki altyapıları, enstürmanları ve çalış şekilleri, Günsu Hanım'la kıskanmadan edemedik, keza tam bu tarz bir altyapı istiyorduk yeni projeye. Yeni proje demişken Günsu Hanım ve Çiler Hanım gibi iki değerli sesin solistliğini yapacağı pop-jazz, chill-out tarzında bir cover grubu kurmaktan bahsediyorum. Tanıdığımız tüm müzisyenlere sorduk enstürman eksiğimizi ama neticede hala iki solist ve bir gitarız. Müzik kulübünde resmen gençleri ağımıza düşürmek için oyalandık, insanların ağzını yokladık, bir kaç insana teklif götürdük en son ilan yazıp kulübe astık, bu tip garip işlerle uğraştık, sonra baktık olmuyor lahmacun yedik eve geldik. Kulüp başkanı Başar Bey ile tanıştım, pek düzgün bir insana benziyor bakalım kendisini önümüzdeki günlerde kafamdaki büyük bir proje için darlayacağım. Şimdilik diyeceğim bunlar, cuma kör-ül sabah semalarında Antalya'ya uçup Alanya'ya geçeceğim, repertuara çalışıyorum hâlâ, dört tane istek şarkım var bari onların da hakkını vereyim değil mi? Evet. Saygılarımı arz ederim.

Pazar, Eylül 27, 2009

Demlik Poşeti Büyük Buluş


Gözü hassas olanlar bilir ki göze pek çok damladan daha iyi gelecek bir şey varsa o da çay banyosudur. Ha çay banyosu demişken, küvete çay demleyip atlamayın sakın içine cümleten. Sadece göz bölgesinin yaptığı bir banyodur bu hatta duş almaktır bir nevi. İşte ben bu işlemi gençliğimden beri gözümde yanma, batma benzeri bir rahatsızlık hissedersem uygularım. Bunun için de soğumuş çaya bandığım pamukları kullanırdım eskiden. İki gündür farkettim ki demlik poşetleri resmen göze çay banyosu yapılsın diye icat edilmiş. Demlikte ya da termosta kalan çayı boşaltın ve elinize bir kaç adet demlik poşetinin düşmesini bekleyin düşmezse sallayın illa ki düşüyor, aradan kaçıp lavaboya düşmemesine dikkat edeceğiz ama, sonra bunları adeta birer makyaj temizleme pamuğu gibi göz kapaklarınıza, hatta refleksleriniz ölmüşse göz kapağı kenarlarınıza sürün. Hani bu kadınların gözlerini oyarcasına kalem sürüp ben ve bir çok diğer insanı tedirgin ettikleri noktalar var ya oralara. Sonra işiniz bitince poşeti iyice sıkın atın. Oh yahu.

Perşembe, Eylül 24, 2009

Durin'in Felaketi


Çok evvelden oturmaya başlamış bir melodiydi kafamda, eklentileri ve deneysellikleri bugün oturdu, kaydı da bugüne kısmetmiş. Kayıtta emeği geçen Merve Hanım'ın hediyesi olan "ıslıkçıkaran"a ayrıca teşekkür ediyorum. Merak ediyorsanız bir ya da ikiye göz atabilirsiniz yahut kulak.

1 / 2

Pazartesi, Eylül 21, 2009

Bayram Ziyareti Dönüşü



Geçtiğimiz kıştı, günlerden ne gün tam hatırlayamıyorum ama -şu an bayram misafiri geldi biraz ara vereceğim, sonraki cümle devrilirse ahali şaşırmaya- baya kışçaydı kalın kalın giyindiğimden biliyorum. Günlerden de cumaydı, dersim 15'te bitiyor, programım yaklaşık 22'de başlıyordu. Boşluğu düşünün artık siz. Haliyle program olduğundan gitarımla gelmiştim ve arabayla.

Neyse 22'ye kadar bir şekil vakit geçti etti, sonra dükkana gittim çalacağım, ufak bir masam var tanıdıklardan kelli. Kablo baya sorun çıkardı bir türlü başlayamadım, sonra tamir edildi yine pek çok sorun çıktı, neticede baktık olacak gibi değil, o akşamki programı iptal etmeye karar verdik. Misafirler de dedi ki gel hadi bize, bizde çal azıcık öyle git eve. İlk büyük çaplı enteresanlığı o noktada yaşadık, anahtar olmasına rağmen kapıyı 15-20 dakikada açabildik. Ondan evvel de arabayı park etmek için pek çok tur atıp sinirlenmiştim. Neyse evde 3-5 şarkı çaldım sonrasında müsaade istedim.

Atladım arabaya gece yarısı yolculuğuma başladım. Köprülü kavşağın oraya geldim, yonca yaprağı şeklindeki yoldan sola Kadıköy - Ankara istikametine saptım. Tam işte bu noktada köprü yoluna sapışımı tamamlarken, metrobüs durağı ile otobüs durağı arasında benim yolum üzerinde sağımda kalacak şekilde bekleyen ve ben geçerken otostopumsu işaret yapan bir kadın ilişti gözüme. Normalde gece vakti o noktadan çok aktarma yapmışlığım vardır, otobüs gelmedi mi gelmez; az gelir bir saatten sonra, zaten kış, bir de daha metrobüs durağı ile yol arasında teller yok, insanlar orda metrobüsten inip otobüs durağına geçiyor. Kadın da tam bu geçiş noktasında bana otostop yaptı benim arabama.

Normalde hiç adetim değildir arabaya birini almak, ben de her genç gibi pek çok irili ufaklı, sıradan yahut dehşetli yol hikayesi ve şehir efsanesi dinlemiştim çevremdekilerden ama o an alacağım varmış ki kadının gözümün kenarıyla gördüğüm el hareketine cevap verip bir kaç metre ileride dörtlülerimi yaktım durdum. Baktım aynadan kadın da geliyor, iyi doğru anladım diye sevindim, kadını da uzun saçlı kot pantolonlu deri ceketli çantalı bir kadın olarak gayet sıradan bir şekilde tarif etmem yeterli olacaktır.

Sonrasında kapıyı açıp arabaya bindi, ben de sapık gibi olmamak için yüzüne bakmadan iyi geceler dedim. Akabinde "merhabaaağ canııımm" diye gayet bas bariton bir ses bana cevap verdi. O an şaşkın bir şekilde ulan bu ses o kadından nasıl çıkar diye düşünerek yüzüne baktım ve arabama aldığım bu kişinin bir travesti olduğunu farkettim. O bir kaç saniyelik algı sürecinde aklımdan geçen şeyleri yazsam şu biloktaki en uzun yazı rekorunu kırarım ama net hatırladıklarımdan bir kaçını yazayım abartmadan.

İlk olarak kendi iyi niyetli ve fakat körcesine salak ruh halimle eğlendim. Gece yarısı köprülü kavşakta otostop yapan birisini zaten arabaya almak, en azından cesaret işiydi, en çoğundan ise aleni sapıklıktı.

Sonrasında bir gören olsa hiç bir şey açıklayamayacağımı düşündüm. Misal otobüs durağından biri baksa gayet sıradan bir tablo görecekti. Otoyol kenarında bekleyen bir kadının -daha deneyimliyse travesti olduğunu da bilir- önünde dörtlüleri yakıp onu arabasına alan bir yabancı plakalı araç. Of of.

Sonrasında bir diğer düşüncem sol kapıyı açıp şoför mahalinden otoyola atlayıp ezilmek oldu. Neyse bir diğer düşüncem ise bu yapılı travestinin beni net ve rahat bir şekilde dövebileceği ardından da orta konsolda gayet kendisine benden yakın duran telefonu ve cüzdanı alıp inip gidebileceği oldu.

Sonrasında ise bu önyargılarla çok işim olduğunu düşündüm. Sakin bir şekilde en iyi yaptığım işlerden birini yaparak diplomatik yollarla bu problemi aşacaktım. Ben bunları düşünürken bir yandan da o şaşkınlığı üzerimden atmak için de biraz hemen bir cümle kurdum ve dedim ki "aaa ben karşıya geçiyorsunuz sanmıştım". Bir yandan da karşımdaki insanı travesti olduğu için herhangi bir şekilde terslemek ya da üzmek istemiyordum. Hatta daha ötesi bir düşünceyle travesti değil de kadın olsaydım benle devam ederdi düşüncesini hissetmesini de istemiyordum.

Tam ben bunları düşünürken benim bu salak cümlem üzerine travesti dedi ki "kadın arkadaşlarım da var". Of dedim iyice içinden çıkılmaz yönlere gidiyor muhabbet. Sonra "yok yok beni yanlış anladınız, ben karşıya geçiyordum, sizi de karşıya geçiyorsunuz sanıp aldım" dedim. O da bir yandan şuh kahkahalar atıyor bir yandan da beni tartıyordu, hakikaten mal mı yoksa beni mi beğenmedi diye. Ben sonra enteresan bir dizi repliği kullandım niyeyse -ki genelde bu replik evli çiftler arasında geçer- "çok yorgunum eve gidiyordum" dedim. İçten içe kendi durumuma gülsem mi üzülsem mi derken travesti süper bir cümleyle gelip "bari bir elime alsaydım" dedi ki bu muhabbetin yarıdan çoğunda eli zaten bacağımdaydı. "Yok yooook ben vallahi eve gidiyordum" diye ağlamaklı bir ses tonuyla cevap verdim. "Tamam o zaman şekerim görüşürüüüüz" diyip arabadan indi.

Ortalama hızım 160km/s ile eve geldim bir iki dakikada. O gece arabayı park edip eve dönerken bir gasp falan da yaşarım, efsane bir gün olur diyordum, çok şükür onu yaşamadık. Yaşadığım olaya mı şaşırayım, o an beynimin ne denli gereksiz şeyler düşündüğüne mi yanayım ki gerçekten kimlik politikası ve cinsiyet problemleri üzerine 3-4 sayfalık çift satır aralıklı 3-4 makale yazacak kadar fikir geçti aklımdan o diyalog boyunca.

Bu olayı yarım senedir belki daha fazla süredir buraya yazmama sebebim ise annemle ağabeyim kazara okursa, enteresan tepkilere hasıl olmamaktı. Dün gece teyzemlerden bayram ziyaretinden dönerken -arabayı da ben sürüyordum- köprü yoluna girince aklıma geldi ailemle paylaştım bu mevzuyu, çok gerizekalısın nidaları yanısıra ailecek eğlendik. Buraya yazmaya da bahane çıktı, hayır zaten okuldan yakın arkadaşlarım bu hikayeyi duyup etrafa bir miktar da yaymışlardı ama şimdi içim daha rahat. Kulaklık isteme olayı kadar efsane bir olay da budur benim gözümde. Bu bir mallık ve iyi niyet hikayesidir, okuyun ki ders alın diye yazıyorum.

Pazar, Eylül 13, 2009

Kasetçilik



Eski evde koca bir rafa sahip olan kasetlerim, bu evde bir koli içinde yüklükte beklemekteydi. Sadece iki tanesi o koliye girmekten kurtulmuştu ki onlar da Yeni Türkü'nün Süper Baba Dizi Müzikleri ile Cinuçen Tanrıkorur'un albümleriydi. Neyse evelki gün bir kaset dizisi ararken annemle ben bu koliyi düzenleme işine el attım. Öncelikle hepsini yatağın üzerine boşalttım rastgele dizdim. Sonra çekilmiş kasetleri ve ne olduğu belirsiz kasetleri ayıklayıp, teker teker dinlemeye başladım. Totalde 4 saate yakın sürdü bu işlem, klasik müzikten, pop müziğe, yabancı eskilere geniş bir yelpaze ile karşılaştım. En üzüldüğüm iki kaset ise Tarkan ve Burak Kut'un ilk kasetlerinin üzerine salak saçma kayıtlar yapmamızdı. Özellikle ben yapmışım. Neyse neticede arşivi, çalışma masasına dizdim, içinde Birolcan'dan, Sibel Alaş'a, Harun Kolçak'tan Bendeniz'e güçlü bir doksanlar Türkçe Pop baskınlığı var. Elimden geldikçe o kasetleri dinlemeye devam edeceğim. Ne kadar çok şarkı yapılmış ne kadar çok şarkıcı gelmiş geçmiş. Bu arada kendi şarkım Tanışma'yı eşe dosta gönderdim, şimdi ise tepkileri bekliyorum.

Cuma, Eylül 11, 2009

Tanışma'nın Hikayesi


* Yazıya başlamadan önce buraya tıklayın, siz okurken o iner zaten ufak bir klasör ne de olsa.


Ağustos ayının üretken geçeceği varmış demek ki bu yaz, aklıma gelen melodiyi Levent Sevi Bey'in biloğundan beslemeye çalışırken ortaya çıkmıştı bu eser. Nakarat nasıl olur köprü nasıl olur derken baya caz alt yapılı (kendime göre tabi) bir şeyler ortaya çıkarmış ve sevinmiştim. Sonra şarkı oluştu, ben şarkıya çalışırken bir yandan görsel ısmarlandı Nil İpek Hülagü Hanım'dan bir diğer yandan Emre Malikler Bey arandı kayıt yapabilir miyiz dendi, netice olarak çarşamba günü Emre Bey'in evine vardım ki bunu aşağıdaki fotoğraftan da kolayca anlayabiliyoruz. Gitarı kaydettik, trafiği belirledik, ritimler beğendik ve zevkimize göre tuşe ve atak ayarlamaları yaptık, ardından kontrbas ekledik nedense pek hayranım bu enstürmana, sonrasında da bir iki yerde alt yapı boş kalmasın deyip yaylı ekledik. Derken Emre Bey tüm karizmatikliğiyle bir solo ile taçlandırdı parçayı. Ben eve döndüm, ayarlamalar, fikirler telefon trafikleri derken şarkı son haline saatler içinde gelmişti. Bu esnada elimizde pek güzelinden bir görselimiz de vardı imzasız da olsa, çizerimizi darladık imzalattık. Netice itibariyle şu an sağ taraftaki banner'dan da görebileceğiniz üzre şarkıyı myspace'e ve tabi lastfm'e yükledik. Yine bekledim de olduğu gibi ben bir de klasör hazırladım single tadında, isteyenler buyursunlar indirip dinlesinler diye, onu da hem yukarıya koydum hem de buraya, aşağıya koyuyorum. Emeği geçen herkese ama özellikle Levent Bey, Emre Bey ve Nil İpek Hanım'a nice teşekkür etsem azdır. İyi ki varsınız gençler.







Salı, Eylül 08, 2009

Çok İstenen


Efendim evde pek güzel huşu içinde bir ortam hazırlamıştım kendime. Bir yandan emektar bilgisayarım kâdim bir gramafon edasıyla Bekir Sıdkı Sezgin'in klasik yorumlarını çalıyorken ben de diğer yandan diz üstü bilgisayara kurduğum, evvelden de 2-3 kez bitirdiğim NFS Most Wanted isimli otomobil yarışını oynuyordum. Güzel oyun fena değil, iyi de oynarım zaten otomobil oyunlarını, bunu da bir kaç defa oynayıp bitirmişliğim var falan neyse canımı sıkan şöyle bir olay yaşadım. Polis kovalamacasına girmiştim. Bu tip işler de yapmak lazım oyunda ilerlemek için, gayet başarılı bir şekilde 18 kadar polis otosunu hurdaya çıkarmıştım, 75 bin amerikan doları değerinde kamu malına zarar vermiş, 8 kadar polis barikatı aşmış ve 2 tane de lastik patlatırlı (kendim ürettim kelimeyi) engelden sağ kurtulmuştum. Bu esnada üçüncü ya da dördüncü dereceden aranır konuma gelmiştim ki bu da demek oluyor peşimde dandik polis arabaları veya sivil polis arabaları değil, yarış arabası kalitesinde ve gayet dayanıklı polis arabaları artı her boşluğumda bana çarpıp beni yok etmeye and içmiş iki polis jipi vardı. Bu arkandaki 12 kadar araç ne ki derseniz, üzerime pike yapan polis helikopterinden de bahsetmek zorunda kalırım şüphesiz. Yukarıda bahsettiğim tüm görevleri yaptığımdan kelli, artık otobandan çıkıp şehre girme, arkamdaki polis sürüsünü belli engellerin altında heba ederken izimi de kaybettirip, bölümü bitirme çabası içindeydim. Tam o sırada ne oldu derseniz virajı alırken sağ arka tekerim hizasından bana çarpan polis aracı sayesinde -ki eklimenin tam anlamıyla çok kirli oynuyorlar hiç adetim değil benim halbuki- yoldan çıkıp duvara çarptım, kaçmaya fırsat vermeyecek şekilde arkamdaki 7 polis arabası etrafımı sardı ve busted dedi. Ben de ananı busted lan sen kimsin ulaaan diye bağırıp çılgınca tuşlara basarken, pay with cash (nakit öde) ve pay with marker (bir garip öde) seçeneklerinden yanlışlıkla nakit ödeye de basmış bulundum. Ne yazık ki tüm nakit paramı garajımda bir anda peydah olan ikinci arabacık Supra'ya harcadığımdan kelli esas arabama el koydular. Halbuki iki tane polisten kaçma marker'ı kazanmıştım. Çok üzüldüm, evlat acısı gibi koydu bana Punto'mu polise vermek. Hem de beyaz bir arabaydı ve yanında 07 yazıyordu. Sonra çok çalıştım, geri kazandım o ayrı.