Cumartesi, Kasım 28, 2009

Şak-ka



Dün gece yarısı Finlandiya'daki ailemin annesi aradı, yılbaşında Burak Bey'le (o da bu seneki onlarda kalan değerli bir arkadaşımız) bizi evlerine davet etti hem de bu noktayı vurgulamak gerekir ki masraflarınız benden, bizimkilere sürpriz yapalım dedim, şu an gizli konuşuyorum dedi, ben de önce biraz halay malay çektim sonra denilen tarihlerdeki bir konser ve olası sınav yoğunluğunu düşünüp mail atarak bu teklifi reddettim, şimdiden pişmanım gelecekte daha da pişman olmayı umuyorum.

Perşembe, Kasım 26, 2009

Bu İş Yerinde Grev Var *


Geçtiğimiz günlerden birisinde Trakya'dan yukarı doğru yürüyordum, sonra sınıra geldim, sınır dediğim de bizim güney kampüsün kapısı gibi bir şey, ordan geçtim bir şekil, sonra yol bir anda patikaya dönüştü, toprak yola yakın böyle kırmızı toprak hem de, iki tarafta da biraz daha alçak zeminde olan kocaman tarlalar var, tarlalar da koyu yeşil capcanlı renklerde otlarla dolu, ben yaya olarak yürüyorum Yunanistan'ın içine doğru, yüz metre ya gidiyorum ya gitmiyorum ya gidiyorum ya gitmiyorum ya gidiyorum, sağ tarafımda kocaman bir reklam tabelası beliriyor, türkselin, yazıları da Türkçe hâlâ. Yürümeye devam ediyorum bir nehir geçiyorum, nehir çok komik ama şimdi yol tarlalardan daha yüksekçe demiştim ya, nehir de yolun sağından gelip solundan devam ediyor altından geçiyor gibi, ama altında köprü falan yok, yani esasen o nehir orda yolun sağında bitip solunda başlıyor gibi tekrar, ya da daha güzel açıklamak gerekirse resmini çizdiğiniz bir nehrin üzerinden yol geçirmeye kara vermişsiniz gibi. Sonra bir şehre varıyorum, üç dört katlı beyaz binalardan oluşan bir şehir, yeşilliği bol ama, az önce anlattığım gibi 3-4 nehir de burda var, gittiğim yolu döndüğüm yerleri iyi belliyorum ki geri dönerken unutmayayım. Benettın gibi bir yer var, ilkokul gibi bir yer daha var bir de devlet dairesi gibi, sonra birilerinden mi uzaklaşmaya çalışıyorum nedir bilmem bir meydana çıkıyorum bu meydanın yanındaki nehir çok geniş, Haliç gibi hatta kayıklar falan da var, orda yemek satan bir tezgah var ortada ağaç altında, oraya kalacak yer sormaya gidiyorum, esnaf Türk çıkıyor bana bir yerler tarif ediyor, sonra uyanıp okula gidiyorum. Metrobüste bakınırken fark ediyorum ki bir kaç on yıl sonra Altunizade civarında oturan insanlar daha uzun ömürlü ve sağlıklı olacaklar, sebebi de o inilip çıkılan merdivenler olacak, Regina Spektor'e hayran olmamak gerçekten elde değil yahu, bir de kız arkadaşım bugün çok havalıydı belirtmeden geçmek günah olur.


* Çarşamba günü okulun iki kampüsünün girişinde de üzerinde bu yazı yazan çok beğendiğim, takdir ettiğim pankartlar vardı.

Perşembe, Kasım 19, 2009

Bir Perşembe'nin Daha...


... böylece sonuna gelmiş bulunuyoruz. Bugün Radyo Alaturka'ya konuktuk. BÜTMK yani uzun uzun Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü olarak, daha ziyade korosu olarak. Çok değerli Gönül Hoca'mız ve kulüp korosuyla ilgili olarak iki saat süreyle canlı yayın olarak yapıldı program. Ben, Zehra Hanım ve Gözde Hanım olarak temsil edilen koroya Murat Bey, Baha Bey ve kulüp başkanı Rıdvan Bey de sazende olarak eşlik ettiler. İki adet koro eseri birer adet de solo eseri seslendirdik, ben solo söylediğim eser olan Nâr-ı firkât şulepâş oldukça sinem dağlıyor adlı eserin meyânını yeniden yaratmış bulundum istemeden. Mahmud Celâleddin Paşa bir iki takla atmıştır herhelde mezarında. Neyse demek neymiş unuttuğumuz eserleri iyi bir prova almadan söylemek yanlış olurmuş. Neyse sonrasında Zehra Hanım ve Gönül Hoca'yla Capitol'de birer kahve içtik, ardından eve geldim, yarın ki Faruk Birtek sınavına çalışacağım şimdi de. Esra Hanım'a da bu deneysel solo performansımı dinlettiğim için zorla ayrıca özür dilerim ama Gönül Hoca'nın pek güzel eserlerini de dinlemiş oldular en azından.

Cumartesi, Kasım 14, 2009

Hele Hele Hele Hele Entepliğ !


20. Ulusal Leo Preforumu için gittiğimiz Gaziantep'ten ufak notlar:

* Daha uçaktan iner inmez hayatımda yediğim en acı biberi yedim, farkında olmadan yedim üstelik, gözlerim yaşardı 15 dakika kadar, tepki veremedim, ağzıma 7-8 çok sert yumruk yemiş kadar oldum, yaşlandım resmen.

* Yeni bir room party kavramı geliştirdik iki gece boyunca, kulüpçe Can Bey'in odasında toplanıp Kral Tv izleyip, sohbet edip, fırsat buldukça da Can Bey'e altta kalanın canı çıksın yaptık.

* Açılış toplantısında izlediğim en hüzünlü iki sunumu izledim. Birisi bizim yaşımızda hayatını kaybetmiş bir arkadaşımızı, diğeri de Atatürk'ü anlatıyordu 10 Kasım sebebiyle. Ağabeyim Emre Başkan'ın ne kadar iyi bir konuşmacı olduğunu öğrendim. Forum'un Çorum'da yapılacağını öğrendim.

* Lahmacun yedik ve çarşıyı gezdik ki çarşı kısmını baya sevdim, uzaktan gördüğüm birisini İstanbullu bir arkadaşa benzettim, sonra ne alaka yahu deyip ilgilenmedim.

* Mehmet ve Okan Bey'le çarşıda nargile içip, Gala'ya hazırlanmak üzere otele döndük, Mehmet Bey ve ben papyon takan nadir insanlardandık. Çok güzel bir halk oyunları ekibi izledik ve ardından ilk gay şarkıcımız Mutlu ile eğlenmeye başladık. Çok tarz dans ederim bilen bilir.

* Gece kaçtı hatırlamıyorum üstümüzü değiştirip otelin altındaki Club 27'ye ikinci gay şarkıcımız Bartuğ'yu dinlemeye indik, orda da eğlendik, dans ettik. Sonra yine 431'e çıkıp sakin oda partimizi yaptık.


* Son sabah, bir gün önce çarşıda birini benzettiğim arkadaşımın kardeşi arayıp Antep'te olduklarını söyledi, yok artık dedik, gün içinde buluşmaya çalışacaktık.

* Kapanış toplantısı çok uzun sürdü, forumların şanındanmış, valizler toplanıldı ve İmam Çağdaş'a gidildi. İstanbullu arkadaşlarımız Selen ve Ceren Hanımlarla karşılaşıldı, kanıt babında bir hatıra fotoğrafı çekildi.


* O kadar çok yemek yedik ki bayılacak gibi olduk, tatlı bile yedim ki hiç tarzım değildir, sonrasında tekrar ve kalabalık olarak Mağara isimli yere gidildi nargile içmeye. Tam uçak saatimiz yaklaştı diye otele dönmeye karar vermiştik ki herkesin cep telefonuna sunexpress şakası geldi uçak bir saat rötarlı kalkacak diye. Yine de otele dönüp, biraz da lobide sefil olduk.

* Bir kaç arkadaşın puşilerini bağladım, yeni kreasyonumuza Love in Gabar autumn/winter dedik. Fotoğraf çekimlerimizi de tamamladık, sonra otelin önünde bizi havaalanına götürmek üzere bekleyen otobüse yerleşmeye başladık. Ev sahibi U yönetim çevresine bu müthiş organizasyon için şükranlarımızı sunduk, el salladık ve ayrıldık.


* Havaalanına eğlenceli bir otobüs yolculuğuyla geldik ki sanırım Çorum'a otobüsle gideceğiz, check-in işlemini yapar yapmaz kapı önüne çıktık ve Boğaziçi Leo Kulübü ve bizim Beykoz Leo kulübü arasında yolda aldığımız plastik topla, havaalanı otoparkında çekişmeli bir maç yaptık. Aslında takımlar kulüp kulüp olmadı ama eğlendik baya, sonra içeri girdik.

* Bekleme salonunda uçağı bekledik bir miktar daha gecikti, sonra kapılar açıldı sıraya girdik. Can Başkan teklifimi kabul etti, 118-Y olarak ikinci bir sıra oluşturup, bilet kontrolünün ardından uçağa doğru apronda halay çekerek gittik, sonra da uçağa koştuk. Çok eğlendik.


* Uçakta da pilota sürekli yiyecek gönderdik, hosteslere falan da verdik bir şeyler, sonra da sohbet edip oyun oynayarak geldik İstanbul'a saat 01.00 civarında.

* Totalde 5-6 saatlik uyku ve üzerine çılgınlar gibi yorucu aktiviteler yapınca (dans etmek, altta kalanın canı çıksın, apronda halay) gerçekten havaalnında herkes bitmişti, bir kaç kişi hastalık sinyalleri verir olmuştu. Boğaziçi Leo'lar ayrıldı evvela, biz de yavaş yavaş dağıldık, eve gelip yattığımda sanırım 03.00 olmuştu saat.


* Sonraki haftayı ise domuz gribi ile geçirdim evden çıkmaksızın yattım uyudum, halsizlik ve ateş pek hoş şeyler değil neyse ki geçtiler şu an. Boğazım hâlâ ağrıyordu bugün bir daha doktora gittim faranjit dedi. Neyse halsizlik yok artık önemli olan o.

* İnanır mısınız okulu özledim, arkadaşları da özledim, hasta olunca müzik hayatı da duraklamaya girdi, neyse çıkar yakında inşallah, bir de vize kaçırdım en çok ona yanarım.


* Antep esnafını çok sevdim gerçekten iyi niyetliler keza turist olduğumuz her halimizden belliydi, ikramlarla doyuruyorlar insanı, bir de döner dönmez bu denli hasta olmasaydım çok çok daha güzel olacaktı ama olsun, müthiş bir forumdu. Hedefimiz Forum Çorum.

Çarşamba, Kasım 04, 2009

Bir Yanı Tura Bir Yanı Yazı


Metrobüste 15 kez hapşurdum ve şayet 16. hapşuruk vuku bulsa eminim ki toplum beni domuz gribi -yahut domuz gibi- bu adam diyerek linç edecek, cesedimi de kireçleyip sonra da yakacaklardı. Ototpsimi Orçay Han yapsa, yok abi adamın burnu büyük ya ondan ötürü hapşurmaya başlayınca duramıyor diyecekti, taş çatlasa alerjik nezle, neyse olur böyle kaza ölümleri deyip gülecekti muhtemelen. Çok şükür 16. hapşuruk vuku bulmadı ben de sağ salim metrobüsten kurtuldum, bir miktar da -ama şüpheye mahal vermeyecek bir miktar bu- okula giden otobüste hapşurdum sonunda artık bu kadar hapşurma yeter deyip otobüsten indim, bir de baktım ki okula gelmişim. Burnumu kurutsun diye sarıp içtiğim sigaranın da pek hayrını görmedim ki yakın vadedeki sigarayı bırakma kararım biraz daha güçlendi bunun üzerine.


Çin makarnası yeyip, Heir plağı dinlediğimiz pek hoş bir misafirliğin ardından dünyanın en komik müzik çalışmasını yaptık. Sonra gittiğim derste ise gözüm yine alerjikliğin dibine vurdu, ellerim yeterince hijyenik olmayabilir diye arayı bekleyip elimi yıkadıktan sonra müdahale ettim kendisine. Önce sağ elimle kaş ve yanak hizasından tutmak suretiyle göz yuvamı genişlettim sonrasında sol elimle alt göz kapağıma bastırmak suretiyle gözümü çıkartıp iyice sabunlu suyla yıkadım pantolonuma silip parlattım ve tekrar yerine oturttum. İlk günkü gibiydi tekrar. Ders bitiminde daha az hapşurmaya gayret ederek metrobüse bindim, trene bindim ve eve geldim, sonra sevdiğimle buluştum, o kadar konuştum ki boğazım ağrıdı olur böyle şeyler gençlikte dedim. Şimdi bir kere daha eve geldim, grip ilacı içtim, burnum azıcık kendine geldi bir de yatmadan alerji hapı alırsam, gözleri de çıkartıp bardağın dibindeki soğuk çaya atarsam sabaha bir şeyim kalmaz diye düşünüyorum. Ayrıca en sevdiğim solist yakında ünlü olabilir.