Pazartesi, Şubat 15, 2010

Camp Musica, Finlandiya, 2008



Bu yazıyı Finlandiya'daki Müzik Kampı'nı anlatmak üzere yazıyorum ama ülkeye, orada kaldığımız ailemize, dostluklarımıza, maceralarımıza konuyu dağıtmamak adına az değinmeye gayret edeceğim. herhangi bir detayını unutmaktan en çok korktuğum anılarımdan birisi olduğu için ilk olarak buraya yazmaya karar verdim bu konuyu. Gençler Arası Değişim programı (GAD) ile gitmiştim Finlandiya'ya. Sınavlardan yüksek puan aldığım için istediğim bir yeri seçebilecektim, İskandinav ülkelerine ilgim vardı ve şansıma bu seneki müzik kampı geçen senelerin aksine Avusturya'da değil Finlandiya'daydı. Gitarım sırtımda yola koyuldum ki gitarım hayatım boyunca kendisine yapıştıracağım tek yapıştırmayı bu yolculuğun hatırası olarak benden almayı hak etmiştir.


Kampa ilk gittiğimiz bir iki gün içerisinde ki bu ülkedeki ikinci haftamızdı, insanlarla tanıştık ettik ve zevklerimize ve yeteneklerimize göre farklı müzik gruplarına ayrılacağımızı öğrendik. Bu arada ilk gün kampın müzik koordinatörü olan çellist (Jyri ve Eero'nun da babası) hepimizi dinlemişti teker teker. Ben de aynı ailede kaldığımız dostum Stefan'ın tavsiyesi ile gitara kendimce uyarladığım bir Parisienne Moonlight çalıp söylemiştim onlara, sonrasında ise elektronik gitarla Sağdeth 3 filmini çektiğimiz dönemlerde yaptığım (2002 olsa gerek) sert bir beste çalmıştım.


Neyse üç farklı müzik grubu kurulacaktı, bunlardan ilki klasik müzik grubuydu keza pek çok kemanist, klarnetçi ve piyanistimiz vardı hatta çellistimiz bile vardı. İkinci grup ise akapella grubuydu, bu grubun tamamı şarkı söylemeyi seven genç hanımefendilerden oluştu. Son grup ise pop-rock grubuydu, ben de bu gruba dahildim. Kampın nihai amaçlarından birisi final konseriydi, tüm bu gruplara ayrılma ve çalışmalar da bunun içindi tabi. Her grubun başında bize yol gösterme amaçlı Fin gençler vardı. Misal klasikçilerin başında Lahti senfoni orkestrasından gelen müthiş yetenekli ve benden bir kaç yaş büyük insanlar vardı. Akapella kadrosunun başında müzik ve kamp deneyimi olan Finliler vardı, bizim pop-rock grubunda ise davul ve bas gitarda kampın müzik koordinatörünün oğulları Eero ve Jyri vardı.


Pop-rock grubunu daha detaylı tanıtmak gerekirse ben yer yer klasik, yer yer elektronik gitar çalıyor, bolca da şarkı söylüyordum. Kampın diğer Türk'ü Gül de şarkı söylüyordu, Makedon ev ve oda arkadaşım Stefan ise elektronik gitar çalıp şarkı söylüyordu. Diğer klasik gitarda İsrailli dostumuz Hadas vardı, solo gitarımız Japon Akito'ydu, bas gitarı Eero çalıyor, davulda ise bize ağabeyi Jyri eşlik ediyordu. Her grup gibi biz de final konseri için dört şarkı çalmakla yükümlüydük ve bunları seçmeyi ikinci günden hallettik aşağı yukarı. Bir tane rock'n roll şarkısı olmalıydı ve bu Jailhouse Rock olacaktı, ben elektronik gitar çalıyordum, Stefan ise söylüyordu bunu. Gül ise No Doubt'ın efsaneleşmiş parçası Don't Speak'i söyleyecekti, ben bunda klasik gitar çalıyor ve o çok sevdiğim tatlı ve kısacık gitar solosunu atıyordum. Üçüncü şarkımız ise artık benim küstahlığım mı desem ne desem bilinmez, Wicked Game'in Him'in söylediği şekliydi. Keza Him solisti Fin idi ama adamı İngilizce söylüyor diye pek sevmiyorlardı, ben de o zaman ben söylersem seversiniz dedim. Neticede üç şarkımız olmuştu ve bunları üçüncü günün sonunda gayet çalar haldeydik daha neredeyse bir haftamız vardı.


Kamp tek katlı L şeklinde bir binaydı, L'nin bir ucundaki odalarda erkekler, diğer ucundaki odalarda kızlar yatıyordu, köşesinde ise yemekhane ve ortak salon vardı; bunun yanısıra -Finlandiya'da adet olduğu üzere- çok güzel bir gölün yanında ve orman içindeydi. Bu kampın alt katına Jyri ve Eero biraderlerin yardımıyla ve ekipmanıyla bir stüdyo kurmuştuk ve orada çalışıyorduk. Üçüncü gün olsa gerek, dördüncü şarkıya bir türlü karar veremiyorduk, sonra Eero ve Jyri bana sen sevdiğin bir şeyler çal ya da sizin oralardan bir şeyler, biz de eşlik edelim takılalım dediler, ben de iki üç şarkı çaldım söyledim ve dördüncü şarkı olarak Mor ve Ötesi'nin Sevda Çiçeği yorumunu çaldım. Şarkıyı o kadar beğendiler ki, hem de sırf Fin biraderler değil, tüm pop-rock camiası. Böylece dördüncü şarkımız da Türkçe bir eser olmuş oldu, lise günlerimdeki gibi hem çalıp hem söylüyordum bu şarkıda.


Bir yandan da final konseri için bir hazırlık daha yapmamız lazımdı, bir şarkı seçilecekti ve bu şarkı da tüm pop-rockçılar, akapellacılar ve klasikçiler beraber çalıp söyleyecekti, bir nevi Camp Musica Orkestrası olacaktı final şarkısı. Stefan ile ben düşünüp bu final şarkılığı için Scorpions'tan Still Loving You'yu sunmaya karar verdik, keza şarkının senfonik yorumu da vardı. Akşamki kamp toplantısında bu seçimimiz onaylandı ve pop-rock grubu olarak final şarkısına öncelik etmeye karar verdik. Biz çalıştık, senfoniden gelen piyanist -ki çok iyiydi- Heiki de bize eşlik etti başlardaki çalışmalarda. Son iki çalışmayı stüdyo ekipmanını yukarı kata taşıyarak hep birlikte yaptık, senfoniciler yaylı ve klarnetlere partisyonlar yazmışlardı, ben de back vokallere özellikle çift ses istediğim yerleri söyleyip kafamdaki partisyonu anlattım, bir de yine senfoniden gelen grupta Jan vardı ki kendisi çellistti ve erkek olmasına rağmen Pokahontas'a benziyordu, icrası müthişti.


Çalışmalar bir şekilde geçti ve konser günü geldi. Konser kampın bulunduğu yerin bağlı olduğu kasabada, Padasjoki'de olacaktı, oranın merkezindeki kilisede. Sabah kurulum ve prova için oraya gittik, güzel yaklaşık 200-300 kişilik bir yerdi. Akustiği bizim elektronik ekipmanı zorlayacaktı gerçi ama dolarsa sorun yaşamazdık. Akşam vakti geldi ve sözleri kampta unuttuğumu fark ettim, basçımız Eero'dan rica ettim -bu arada Eero profesyonel anlamda 3-4 alternatif çizgideki grubun basçılığını yapıyordu, ağabeyi Jyri ise Wiidakko'nun davulcusuydu ki bu grubun son albümünü Emi çıkarmıştı- ve onun arabasıyla kampa gidip geldik, konser artık başlıyordu, kilise tam kapasite doluydu, bizi evlerinde barındıran ailelerimiz de ordaydı. Önce klasikçiler sonra da akapellacılar çok başarılı performanslar sergilediler. Aralarda profesyoneller bir kaç şarkılık şovlar da yapmadı değil.


Sonra sıra bize geldi, kurulduk ve Don't Speak ile başladık, çok güzeldi, ardından Jailhouse Rock çaldık, o da çok eğlenceliydi, tepkiler gayet güzeldi, sonra Wicked Game çaldık o da pek şahane oldu ve Sevda Çiçeği'ni çaldık. Bakın bunu not alın, neden bilinmez Finliler bu şarkıyı çok sevdiler, alkışlar bitince ön sıradaki bir adam "excuse me sir, where is this song coming from?" dedi, ben de Türkiye'den olduğunu söyledim, o yıl mıydı Mor ve Ötesi Eurovision'a katılmıştı, kısaca açıkladım, Türkçe yani şarkı dedim. Sonrasında Camp Musica Orkestrası toplanıp kurulmaya başladı. Davul, bas, klasik gitar, elektronik gitar, piyano, üç klarnet, üç keman, bir çello ve on kişilik back vokal kadrosu ile ben de solist olmak üzere Still Loving You çaldık, söyledik. Meksikalı dostumuz da Ethel de şarkı esnasında tam benim önümdeki upuzun koridor kısmında modern dans ve bale karışımından oluşan bir gösteri yaptı. Müziği o an bıraksam herhalde zirvede bırakmış olurdum. Hayatımda hiç bu kadar havalı bir şey yapmış mıydım bilmiyorum.


Şarkıyı çaldık, bitirdik, kilise alkıştan yıkıldı, çok uzun süre alkışlandı, sol arkamda çello çalan Jan'a baktım, selam vermemi söyledi, benle beraber eğileceklerini belirtti, bir kaç kez selam verdik, baktım hâlâ alkışlıyorlar bir daha Jan'a baktım göz ucuyla tekrar girmemi söyledi nakarata, eyvallah dedim, "If we'd go again" diye tek başıma başladım ikinci satırda yaylılar çok düşük bir tuşeyle katıldılar, tuşe üçüncü satırda azıcık daha yükseldi ve dördüncü satırla davulun tomlarla iyice tuşeyi arttırmasıyla beraber tekrar nakarata hep beraber girdik, yazarken bile heyecanlanıyorum, tüylerim diken diken oluyor. Sonrasında alkışlar, tebrikler, mutluluklar... Finlandiya macerasının müzikal kısmı işte böyle efsaneviydi benim için. Bir gün tekrar o masalsı diyarda, o güzel insanların en azından bir kısmıyla tekrar müzik yapmayı o kadar çok isterim ki!

Hiç yorum yok: