Pazar, Haziran 17, 2012

Beat


Geçen haftaların birinde bir gece, saat gece yarısına gelirken ben de Beyoğlu'ndan eve dönmeye çalışıyorum. İstiklal Caddesi'nde yürürken (sanırım cuma ya da cumartesi gecesiydi) şöyle bir diyaloğa kulağım takıldı:

- İpini koparan da İstiklal'e gelmiş.
- İyi de olmuş.

Kesinlikle böylesi güzel olan bir yer Beyoğlu, neyse ki herkes ipini koparıp geliyor ve böylelikle kimse birbirinin iplerine diğer zaman ve yerlerdeki kadar takılmıyor, düşülmüyor, düşürülmüyor.

Her neyse o kadar çok vakit oldu ki blog yazmayalı, neyi nasıl yazacağımı şaşırdım, ee tabi hoca efendi de durur mu, pek çok şey yaşar bu geçen sürede. Neyse yazacağız bir şekilde. Askerliğin bitmesiyle tabi ki kitap okuyacağım vakitler yine baya azaldı. Bunu kırmak için geçtiğimiz gün ben Polatlı'dayken çıktığını gördüğüm Ahmet Ümit Bey'in yeni kitabı Sultanı Öldürmek'i aldım elime, sabahtan sonra öğlenden önce vakitlerde. Tam 8-9 sayfa okumuştum, uykumu alamadığımdan olsa gerek öyle bir uyudum ki çok afedersiniz 2-3 saat, az daha o güne kadar okuduğum tüm polisiye kitapları unutuyordum. Benim kitapla imtihanım da böyle oldu işte.


Geçtiğimiz haftalarda en değerli dostlarımızdan Nil İpek Hanım sınırlı İstanbul'unun bir gününü bana ayırdı sağolsun. Çay içtik, bir şeyler yedik, saatlerce güldük hasılı kelam bir şeyler de kaydedebilmiştik günün sonunda. Ortaya çıkan yine naifliğiyle beni derinden etkileyen Sağnak Yağmurlu (bir) Şarkı oldu. Besteciliğine ve genel üretkenliğine en hayran olduğum insan olan Nil İpek Hanım'ın şol yaz günlerinde dağlanan beyninizi, kalbinizi serinletecek zarif şarkısını siz de dinleyin isterim:



Konuyla ilgili kendi yazısı da tam burada.

Bunun dışında müzikal olarak başka şeyler de düşünüp, dinleyip, yapmaya gayret ediyorum bir yandan. Davulculuğuyla nam salmış insanlardan Can Güngör Bey'in bir vesileyle -kanuni ya da kanundışı tam emin değilim- elime 3 adet şarkısının kaydı geçti. Üçü de pek güzel, sanırım kendisi facebook vesilesiyle Sadece isimli eserini paylaşmıştı. Silik Düşler ve Sadece alıp götürüyor beni günlerdir, bol bol dinliyorum. Ne güzel müzikler yapan insanlar var dedirtiyor böyle şarkılar bana, kendisini çok az tanısam da ne güzel insanlar var şeklinde de söyleyebilirim sanırım bu cümleyi, müzik bir yansıtma aracı neticede. Bir de askerdeyken tanıştığım Ulaş Bey vardı ve hoş tesadüfler eseri online olarak tanıştığımız annesi ve fiziksel olarak tanıştığımız ağabeyi vardı. Sağlam gececi askerlerden olan Ulaş Bey'in bu bahsi geçen ağabeyi, vaktiyle Alt grubundan az da olsa aşina olduğumuz Orkun Tüzel Bey'in (cümle kontrolden çıkıyor) de müzisyen olduğunu öğrenmiştim anneleri sağolsun. Bir çarşı izninde elimden geldiğince şarkılarını dinlemiş ve aynen yukarıdaki gibi ne güzel (müzikler yapan) insanlar var diye düşünüp, kuvvetle muhtemel bunu da yazmıştım. Bu geçtiğimiz hafta daha detaylı dinleme fırsatım oldu ve bir kez daha etkilendim bu müzikten. Orkun Tüzel Bey'in sitesi burada, facebook sayfasına da buradan buyrun. Şarkılarını da indirebiliyorsunuz ücretsizce ya da sitedeyken dinleyebiliyorsunuz. Mono, Leylak, Kırmızı ve 23 dinlerken en akışına kapıldığım eserler oldu sanırım.

Bunun dışında benim üzerinde uğraştığım yeni bir şeyler var. Yeni öğrendiğim akorlarla şarkılar yapan bir insan olduğumu duydum geçen gün, bakalım daha neler duyacağız, üzerinde uğraştığım bu yeni şeyde de sırf bu cümleyi duyduğum dostumu yalancı çıkarmamak için hiç adını sanını bilmediğim bir akor kullanmam gerekecek. Ahaha. Bir tane de cover video projemiz var tabi çok ara vermiştik ev videolarına.

Bir diğer müzikal haberimiz canavar rock grubumuz Mispis'in yeni albüm haberi! Kayıtlarıyla uzun süredir uğraştıkları "Düşbükey" isimli ilk albümlerini sonunda yayınladılar. Albümü tam buradan indirebilir, tam da şuradan dinleyebilirsiniz. Lansman da Haziran'ın 21'inde Peyote'de gerçekleşecek, detayları işte burada. Buyrun birlikte gidelim. Ben bu adamlara boş yere canavar demiyorum.



Geçtiğimiz günlerde önce Moda'da pek güzel bir buluşma yaşadık, Ilgın Hanım, Uğur Bey, annem ve ben saatlerce pek güzel konuştuk, pek çok şeyleri tartıştık. Bilimden konuştuk bol bol, aklımdan geçenleri tartıştık Uğur Bey'le. Konuşurken bir anda gece yarısını gösterdi saatler. Sonraki günlerde de kafiye olsun diye Ada'ya gitmesek olmazdı. Annemle o sabah hacı olmayı kafaya koymuş bir şekilde yola çıktık Feneryolu'ndan ve trenle geldiğimiz Bostancı'dan vapura binerek kendimizi Büyük Ada'ya attık. Ayşen Teyze de vardı ekibimizde ki kendisi annemin üniversite arkadaşıdır. Neyse iskele civarındaki esnafın birine yol sorduk nasıl gideriz Aya Yorgi'ye diye. Yürünmez buradan anlamında bir şeyler geveledi. Annemin de benim de gözlerimizde o an şimşekler çaktı ve ikimiz de "bizim yürüyemeyeceğimiz yer yoktur" diye düşündük muhakkak ki aynı anda. Zaten yürüyerek gitme niyetiyle gelmiştik bir de üzerine böyle bir kışkırtmayla karşılaşınca artık bizi kimse tutamazdı. Başladık yürümeye. Ne fena özlemişim bu arada Mavi Sakal'ı bağlantıyı verirken fark ettim. Her neyse yaklaşık 2-3 saatlik bir yürüyüşten sonra hedefimize ulaştık. Bu süreçte bir sigara molası, bir tuvalet molası, bir çay molası verdik. Yolun yorucu kısmı en son kısmıydı keza yokuşun eğimi şiddetleniyordu bu son kısımda. Ancak bu sert yokuş kısa sürüyor ve yokuş boyunca birbirinden güzel tabelalarla karşılaşıyorsunuz. Çok yardırmadan, sabit ve düşük bir tempoyla ve bana kalırsa hiç durmadan çıkmak en mantıklısı. Tepeye varınca Aya Yorgi sizi karşılıyor zaten, ufak ve hoş bir kilise gerçekten de. İçeriye girerken bir de eser rehberi alırsanız saatlerce tabloları inceleyebilirsiniz. Ben bir iki tablo hariç pek takılmadım orası ayrı. Sonrasında kilisenin hemen yanıbaşında bir tesis var, oturulacak, dinlenilecek, yenilip içilebilecek bir yer. Fiyatları da gayet uygun. Her şeyden ötesi müthiş bir manzarası var özellikle nem olmayan bir gün giderseniz, hem Ada'yı hem de Anadolu'yu seyredalabilirsiniz uzun bir süre. Birer çay içtik ufak tefek bir şeyler atıştırdık dönüşe geçtik. Hacı olmanın verdiği rahatlıkla dönüş yolu bizi hiç yormadı. Bunda yolun yokuş aşağı olmasının hiç bir payı olmadığına eminim. İnerken bir de Argus Libertus Bey'le tanıştık, tezini ve albümünü aldık, bir gün Aya Yorgi'ye çıkarsanız kendisine ve felsefe kütüphanesine denk gelebilirsiniz siz de. "İsminiz takma isim mi?" şeklinde gelen soruya  "hayır babamın koyduğu takma isimmiş, bunu ben seçtim, ismimizi de seçemeyeceksek hiç yaşamayalım" şeklinde şık bir cevap verdi. "Cumhuriyet Dönemi'nde Büyükada'nın İktisadi ve Sosyal Tarihi" başlıklı bu tezi henüz okuyacak vaktim olmadı ama konu itibariyle gayet çekici, keza "Uçan Tilki" adlı albümü de henüz dinleyemedim aynı şekilde. Neyse ana konumuza geri dönersek Ayşen Teyze bizden ayrılıp faytona bindi, biz dönüş yolunu da yaklaşık 1 saatte yürüdük annemle, hem hava serinlemiş hem eğim bizden tarafa dönmüştü genel hatlarıyla. İskelenin orada o esnafı bulup "N'OOOLDUUUU?" diye bağırarak el kol hareketleri yapasım gelmedi değil ama dedim uyuzla uyuz olma. Genç yaşta yaşadığım sanırım 4 ya da 5. hacılığımın haklı gururuyla eve döndüm o güzel günün sonunda. Vapurda da annemle hep 3. katta oturduk. Ada vapurunun en güzel yanı budur bence.

Ha bu arada hâlâ iş bulamadım evet, iş verenlerin koşullarımı beğenmediğini düşünüyorum, bu yüzden her şeye en başından başlayacağım ve bir sendika kuracağım sanırım. Ahahah. Son olarak ne güzel söylemiş değil mi ama Emre Altuğ Bey!

Hiç yorum yok: