Pazar, Temmuz 08, 2012

Kadim Ağaç


Kendimi durduramıyorum, senelerdir ince ince aklımda bu türkü dönüyor arkadaş. Neden böyle oldu, nasıl oldu onu da hiç bilmiyorum. Sözleri de bilmiyorum, bir mırıldanayım diyorum, çok canlar yanıyor, adeta 9-14 yaş arasında mırıldandığımız yabancı şarkılarla aynı kadere sahip. "Vururlar seni" kısmına "vurdular seni" diye inanmışım misal Allah affetsin, çünkü you know only Allah can judge me. Aşık Mahzuni Şerif'in eseri olan bu türküyü, Hüseyin Turan da pek güzel okumuş, inanmazsanız buyurun buradan dinleyin. Şimdi yiğidi öldür hakkını yeme, ha dersen ki yiğidi niye öldürdün hiç bilmiyorum, hakkını niye yemedin onu da bilmiyorum ama böyle bir deyiş gerekti o cümlelerin ardına ben de durur muyum yazdım cevabı. Her şeyin hesabını size verecek halim yok bakınız yukarıda belirttiğim üzere only Allah can judge me, amin. Hatta ikinci videonun altında "yeterince iyi" şeklinde durumu çok net açıklayan bir yorum bile var.

Neyse geçtiğimiz günlerden sanırım Cuma'ydı, kulüp dostlarımızla lunaparka gittik, Bostancı'ya. Tadında bir başlangıç olsun diye Gondol'a binip başladık, güzel içsel kayışlar yaşadık. Ardından benim bir türlü araba yakalayamadığım bir Çarpışan Arabalar seansı oldu ve sonrasında kulüp klasiğimiz haline gelen Russian Mountains isimli şeye geçildi. Ben aklı başında biri olarak buna binmedim tabi. Çembersel bir şekilde dönen tırtıl gibi vagonlardan oluşuyor bu sistem, vagonları yukarıdan sarkan kollar merkeze bağlıyor ancak bir yerden sonra öyle bir hıza çıkıyor ki alet, gözle takip edemediğiniz gibi vagonlar merkez kaçla 90 dereceyi aşar şekilde yana kalkıyor ve sizi yatırıyor. Neyse buradan inenler ilk sendelemelerini yaşadı sanırım. Sonra azıcık dinlenelim temiz hava alalım diye lunaparkın denize doğru olan ucuna ilerledik, orada da bir çocuk çarpışan otosu var, hemen onun yanında 4 kişilik vagonları olan raylı yüksek bir yapı var.Çok sakin dursa da baya komik hareketleri var sizi yola fırlatacak gibi duran. Neslin Hanım kendini "arabalara uçuyoruz" dedikten sonra kapattı, Selva Hanım ve Elvan Hanım'la baya güldük biz. Ardından buna binen buna da biner diye beni çirkin bir şeye götürdüler. Street Fighter isimli bu alet eski lunaparkseverlerin ranger ya da kamikaze olarak belirlediği alete benzer nitelikte ama onun tek kollusu. Ama sizin bindiğiniz bu kolda dairesel bir oturma düzeni var, şu fotoğraftakine benziyor ancak dışa değil içe birbirine bakarak oturuyorsun ve hem o daire dönüyor hem o kol dönüyor falan amaaaan dedirtiyor insana. Selva Hanım'a ısrarlarından ötürü biraz bedduayı, argoyu bol tuttum havada savrulurken, beni salon çizgimden koparttı keza adrenalin. Bu araçtan inince zaten lunaparkta bir şeye daha binsem çok af edersiniz çıkartacağımı hissettim. Onun üzerine bu manyak güruhun bir kısmı daha kötüsüne de bindi, biz izleyip teyze/amca misali evhamlandığımızla kaldık zaten midemiz burkulmuş. Son iki biletimi taze bir asker olarak atışa harcamasam olmazdı, inek kazanamadım tabi keza onda on yapana veriyorlarmış ben ilk atışımı boşa sallamıştım bile çoktan bunu duyduğumda. Neyse 2 sekiz yapıp oradan uzaklaştım ayıcıksız, tavşansız, ineksiz. Oradan çıkıp "bastırsın" diye kokoreççiye gitmemiz de iyi oldu. Üzerinize afiyet bir çeyrek yuvarladım ki sanırım hayatımda yediğim 2. ya da 3. kokoreçti bu, bir yandan da midye dolmaya vurduk. Hemen bitişiğimde oturan Selva Hanım toynaklı çorba falan içiyordu o esnada. Neyse konuyla ilgili fotoğrafları facebook ve twitter üzerinden paylaşmıştık zaten geçtiğimiz günlerde. Aynı gün Can Bey'in bir projesiyle ilgili de güncellendik -Can Bey'in bizzat aydınlatması doğrultusunda- ve Duygu Hanım da ben de hepimizi heyecanlandıran bu projeyi sabırsızlıkla beklemeye başladık, siz de bekleyin iyisi mi.



Alttaki iki yazıda da göreceğiniz üzere, evde tek başıma elimden geldiğince biriken bestelerimi gitar ve vokal olmak üzere kaydetmeye karar verdim. Ters bir kronolojik sıra izliyorum, en güncelden başladım geriye doğru ilerliyorum. 9-10 şarkılık bu işi tamamlayınca onları indirilebilir şekilde topluca yayınlamayı da düşünüyorum. Büyük kısmını Emir Bey olarak çaldığımız ve kalanları da çok yakında çalacağımızdan şüphe duymadığım bu eserlerin en büyük problemlerinden birisi ancak konserlerde dinlenilebilir oluşuydu, bunu kırmak için yaptığımız şeyler arada bir video çekmekti. Belki bu ev kaydı albümüyle daha derli toplu bir hale gelir bu sesler (tek başıma icra etse de) ve bir dönüşüme açılır, bir yolculuğa çıkar. Bu esnada baştan belirteyim ki yankı sever ve samimiyet düşkünü çizgimden hiç mi hiç ödün vermeyeceğim. Ahahah.

Dün bir de şöyle çılgın bir olaya imza attık Fanta Gençlik Festivali kapsamında Tarkan konserine gidelim dedik. Aslında her şeyi annem başlattı. Sampi'den pide alınca Tarkan'a bilet veriyorlarmış diye aklıma girdi, sonra karnımızı doyurup elimizde 3 adet bilet bulduk. Kim gelir benle diye düşünürken Tuhaffiye Hanım geldi tabi ki aklıma. O da Elit Hanım'ı ayarladı başta lakin sonra oyuncu değişikliğine gidildi ve bomba gibi bir transfer olarak Egecan Bey'i kadromuza kattık. Tabi ki kendisine bu konserin halk konseri olduğundan, Tarkan'dan evvel Emre Aydın'ın çıkacağından, 150.000 civarında seyirci beklenildiğinden falan çok bahsetmedik. Neyse Egecan Bey detayların bir kısmını taksiden gördüğü billboard afişlerinden öğrendi. Santral'e vardığımızda girdiğimiz savaşın büyüklüğünü ancak idrak edebildik. Ne akla hizmet böyle bir etkinlik için Santral seçilmişti onu hâlâ anlamış değiliz. İkincisi nasıl bir kafa böyle bir kalabalığı tek kapıdan içeri alırız diye düşünür ve hatta basın ve VIP kapısını da aynı yere koyar onu da anlayamadık. Neyse Egecan Bey'in önderliğinde içeri girmek için 2 saate yakın savaş verdik, Tuhaffiye Hanım ve benim motivasyonlarımız düşünce bizi tekrardan ateşledi ama olmadı. "Olmuyor olmuyor istesem de" dedikleri gibi şarkılarda. Biz de bir yorgunluk sigarası içip bölgeyi terk ettik, Egecan Bey'in aynı güçlü motivasyonu belediye otobüsünde de düşmedi. Sonrasında dostlarla buluşuldu, gece Trivial Pursuit oynayarak devam etti. Her şeyin ve herkesin ardından son oyun Egecan Bey, Levent Bey ve benim aramda geçti, oyunun çekişmesini yansıtmak için şu fotoğrafı paylaşmayı uygun görüyorum hemen aşağıda. Egecan Bey kazandı ama herkes güzel saçmaladı, güzel şeyler bildi falan müthiş bir oyundu. Pek keyifli geçen bir geceydi diyebilirim, yine ülkemizi kurtarmaya harcadık enerjimizin çoğunu ki bu enerjinin ufak bir kısmını kendimize harcasaydık ne sonuçlar alırdık acep. Hep olur böyle buluşmalar toplanmalar umarım da bunun zevkini unutmayız asla. O zaman biz daha çorçocukken denilecekleri demiş ağabeylerimize bırakıyoruz sözü, Brezilya bu arkadaş, Latin Amerika ruhu olmaya görsün insanın içinde. Önce sözlerden bir kuple:

"disorder unleashed
starting to burn
starting to lynch
silence means death
stand on your feet
inner fear
you worst enemy"

Sepultra'dan geliyor eserimiz, ismiyle çok yaşayasıca şarkı: Refuse/Resist. Bu şarkıyı komik bir referansla aklıma geri sokan Melis Hanım'a da teşekkürlerimi borç bilirim.


Son olarak Sepultra demişken, geçen gün berbere gittim saçlarımı azıcık düzeltsin diye. Hatta mahallemin esnafı kazansın diye yıllardır gittiğim berberimi terk edip kendi sokağımdaki bilmediğim bir dükkana gittim. Tabi ağabeyin eski berbere devamlılığının verdiği bir gönül rahatlığı da vardı yoksa vicdan azabı büyür dururdu içimde. Neyse gayet havalı bir şekilde gerekmedikçe hiç konuşmayarak tıraşımı oldum. En son berber, bıyıklarımın ucunu bir burdu yüzümü falan temizledikten sonra. Ben böyle enteresan bir his yaşamadım arkadaş, içimden şehirler geçti resmen. Siz siz olun kimseye bıyığınızı burdurtmayın, buna hamle eden olursa da ona bağırarak bu şarkıyı söyleyin ve klipteki grup elemanları gibi kendinizi yerden yere atın, şaşıracaktır, hey gidi vay. Bu da bu yazının sonunda verdiğim hayat dersi olsun. Esenlikler.

Hiç yorum yok: