Perşembe, Ağustos 16, 2012

Siyah Beyaz


En yakın asker arkadaşlarımdan biri olan Neşet Bey gelmişti İstanbul'a. Dedik hem buluşalım, görüşelim, sohbet edelim, hem İstanbul'u turlayalım azıcık. Taksim Meydanı'ndan başladığımız yürüyüşüyümüzde Tünel, Galata, Karaköy, Eminönü, Sirkeci, Cağaloğlu, Sultanahmet, Çemberlitaş, Beyazıt, Kapalı Çarşı, Mahmutpaşa, Mısır Çarşısı, Sirkeci rotalarında yürüdüğümüz yetmiyor gibi, Eminönü'nden bindiğimiz vapurla Kadıköy'e vardıktan sonra da Yoğurtçu Parkı'na devam edip, annemle buluşup eve (Feneryolu'na) de yürüdük. Yorulduk mu? Bence pek yorulmadık, hem güzelce sohbet edip hasret gidermiş olduk. Neşet Bey'in de dediği gibi oradayken 5 ayı geçirememiştik bir türlü, askerlik biteli neredeyse 3 ay olmuş fark edemedik. İzafiyet işte. Sonra eve gelmekle kalmayıp bir şeyler atıştırıp çıktık, Kadıköy'e uğrayıp TRT'den ahbaplarımız Esra Hanım ve Merve Hanım'la birer çay içtik, 2 adet Fatih Bey ile tanıştık bu esnada, sonra da Rıhtım'a inip belleğimin derinliklerinden çıkarttığım 500A otobüsüne binerek Mecidiyeköy'e doğru hareket ettik. Bir de evden Kadıköy'e giderken içinde abartılı neon aydınlatmalı ve aşırı yükse sesle Serdar Ortaç çalan bir sarı dolmuşa bindik. Öyle enteresandı ki adam bence dolmuşuyla Cadde'de piyasaya çıkmıştı ama dolmuşçu refleksine yenik düşüp bizi yanlışlıkla aldı, biz oraya ait değildik. Neşet Bey'in de böylelikle ilk sarı dolmuş deneyimi travmatik oldu. Neyse 500A bizi Mecidiyeköy'e attı, biz de oradan Şişli'ye yürüdük ve dostlarla buluştuk. Gün Bey, Pınar Hanım, Tuhaffiye Hanım, Levent Bey, Asena Hanım bizi karşıladılar, Trivial Pursuit oynadık, sohbet ettik, Ankara Gazozu içtim hayatımda ilk kez, Pınar Hanım'ın aktardığı üzere muz ve çilek aromalıymış. Pek güzel kendisi, Niğde Gazozu'nu anımsattı güzel aromalarından ötürü, içimi rahat, yumuşak ve ağızda bıraktığı tat kesinlikle pek güzel. Bizi o envai çeşit gazozların olduğu dükkana söz verip de götürmeyenler utansın. Neyse oyun sonrası, yatmalar, dağılmalar oldu ama Levent Bey, Tuhaffiye Hanım ve Neşet Bey, çok da lazımmış gibi saatlerini bu sefer dünyayı değil beni ve müziğimi kurtarmaya adadılar. Dertlerimi masaya yatırdık diyebiliriz.


Dün ise Neşet Bey'le sabah Şişli'den ayrılıp okula doğru yola çıktık. Çok vakitlerdir bu diyarlarda olmayan dostum Nil İpek Hanım'la buluştuk okulda. Nice nice özlemişim kendisini. Üçümüz oturduk sohbet ettik derken Berk Bey'le karşılaştık, hazır yanımızda gitar da vardı neden sakin bir köşe bulup çalmıyoruz biraz dedik. Sonra BTS'nin arkasındaki merdiven ve merdiven altındaki alt kata giren arka kapının civarında oturup gitar çevirmeye başladık. Pek hoş bir etkinlik oldu, sırayla gitar bir bana, bir Nil İpek Hanım'a bir Berk Bey'e geldi ve herkes her tur bir beste çaldı, bunu 6-7 tur döndürdük sanırım. Bestelerini en çok beğendiğim müzisyenlerle böyle bir "gitar çevirme" seansına denk gelmek ise sanırım olabilecek en büyük şans. Umarım dinleyicimiz Neşet Bey de böyle düşünmüştür. BTS'nin altında çalışan ve penceresi bizim çaldığımız yere bakan kadın bir ara çıkıp o kadar güzel şeyler söyledi ki inanılmaz mutlu oldum. "Her gün bu saatlerde gelin, ne kadar güzel bir müzik, bunu arasak bulamayız, sizin yüzünüzden öğlen arası oldu yemeğe çıkamıyorum" şeklinde insanı tatlı tatlı mutlu eden cümlelerdi bunlar. Sonrasında bir kaç hatıra fotoğrafı çekilip okuldan ayrıldık. Bu arada dün Sirkeci'ye uğramışken hem son filmimi CD'ye bastırıp onu aldım hem de yeni filmimi siyah beyaz alıp taktım Yashica'ya, bakalım hayırlısı.

Bir de geçenlerde aklıma takılan bir konu var efendim bu Murphy Kanunları'na dair. Şimdi biz bu kalıbı olduğu gibi kabul etmişiz, türlü talihsizlikler, birbirini takip eden kötü şansla ilgili olaylara Murphy Kanunu ya da Yasası diyoruz. Merak ettiğim şu, bu tip konularda çok muhafazakar olmasam da bu Murphy isimli kişiyi yurt dışından ithal edecek kadar mı bahtı açık, talihli, şansı yaver gider insanlardan oluşan bir toplumuz. Yani bahtsızlığıyla ünlü bir Osmanlı Bey'i yok muymuş mesela Mahmut Efendi isminde? Mahmut Efendi Kaideleri ya da Mahmut Efendi Hukuku desek bu tip olaylara fena mı olurdu? Eminim ki böyle bahtsız, şansı gerektiği an gitmesi gerektiği yaverlikte gitmeyen pek çok zat-ı muhterem olmuştur bu toprakların tarihinde. Neden Murphy arkadaş? Batının talihsizliğini de almayalım bir zahmet, zaten ahlaksızlığını almaya meyilliyiz hahayt. Nereden aklıma takıldı bu mevzu kısaca özetleyeyim. Bu yaz sezonunda toplamda 5 kez öğlen uykusu uyuduysam, bu 5 uykunun 4'ünde beni ortalama senede bir kez arayan arkadaşlarım aradı. İşte bu olaylardır Murphy'yi hatırlama sebebim.

Bir de bir kaç gün evvel James Bond'un Başka Gün Öl (Die Another Day) filmini veriyordu televizyon, filmin başındaki über abartılı aksiyon sahnesine ergen gibi takılıp filmi izlemeye koyuldum. Çünkü tam "eöööh yok artık löbran" dedirten aksiyonlar bitmiş ve 869 milyar dolarlık bir zarar verilmişti ki dünya ekonomisine, filmin müziği ve jeneriği girdi, özlemişim Madonna Hanım'ın bu Die Another Day şarkısını, filmi de izlemeye başlamış oldum böylece. Jenerik bitti ve filmin ilk sahnesi olan James Bey'in idam mangası önünde sislerin içine doğru giden bir köprüde silahlara sırtı dönük yürüyüş sahnesi başladı. Tam anam adam vurulacak diyorken, ekranda bir anda bir cami belirdi ve ezan okunmaya başladı. "İşte ateistlerin açıklamakta zorlandığı bir an daha!" dedim kendime, koskoca sen James Bond gibi ajan ol, Birleşik Krallık'ın derin devletine çalış senelerce ama dön dolaş Kore'de müslüman olarak öl. Neyse ben bunları derken ekranda bir anda "İstanbul için iftar vakti." ibaresi belirdi de aklım başıma döndü.

Bu esnada başka neler oldu derseniz, Fenerbahçe über kupayı kaçırdı. Tabi bunda maçtaki enteresanlıkların da payı yok değil. Verilmeyen faul'ün ardından atılan gol mü dersiniz, 90. dakikada lehimize verilen şaşırtıcı penaltı mı. Neyse yenilmiş golün davası olmaz deyip bu konuyu kapatalım.

Bu arada pek değerli dostumuz Merve Hanım'cığımızın biricik ablası Ayşe Hanım bir blog açarak bir süre yaşayacağı Finlandiya'nın iç yüzünü bize göstermeyi amaç edindi. Ben gibi Finlandiya sever bir insan için bulunmaz bir fırsat tabi bu, size de tavsiye ederim. Çok okuyan mı bilir çok gezen mi sorusuna çok yazanın çerçevesinden her iki tarafa da kazandıran bir cevap geliyor, buradan buyurun: Bir Zamanlar Oulu'da.

Haberleri izlerken bu arada geçen gün benim kanaatimce tarihi önem taşıyan aynı zamanda bir o kadar değerli ve samimi bulduğum bir konuşmaya denk geldim. Konuşmayı izlerken akabinde başlayacak olan karalama kampanyasını tahmin etmek çok da zor olmadı ama, şapkalarından silah çıkartan insanların karşısında/içinde yüreğinden barış çıkartan bir vekil görmek beni duygulandırdı, etkiledi. Değinmeden geçmeyi kendime yakıştıramadım iflah olmaz bir romantik olarak.

Bir de geçen hafta sonu tıpkı evvelden bir kez de Merve Hanım'cığımla gittiğimiz gibi Fenerbahçe'ye tatile gittik. Bu sefer takımımız Duygu Hanım ve Selva Hanım'dan müteşekkildi ve İstanbul Yelken'de Ayasofya ve Sultanahmet silüetleri karşısında yüzerken, adeta Akdeniz sahillerindeymişçesine şendik.

Yine geçtiğimiz günlerde dev bir eser yayınladık övünmek gibi olmasın. Başbakan bizim gibi "toplum için sanat yapan" gençleri görse eminim göz yaşlarını tutamaz bizle gurur duyardı. İş arayanların dertlerini dillendiren yepyeni eserimiz Mülakat'ın klibini yayınladık. Orçun Bey ve bana yıllar sonra tekrar değerli dostumuz Can Kurban Bey de eşlik etti. Bize evini açan Umut Bey, sekreterliğimizi üstlenen Duygu Hanım, klibin montajını yapan Can Bey ve şarkıya renk katan siyahi dostumuza bir kez daha bu platformdan teşekkür eder, video'yu da bu yazıya embed etmek suretiyle sizlerle paylaşırım. Amin. Huzurlarınızda Mülakat:


Yarın -yani artık bugün- bir aksilik olmazsa Neşet Bey'le bu yakada görüşme planım var. Bir de Nil İpek Hanım hakkında son bir cümle eklemek istiyorum. Tüm ümitlerin kırıldığı, kimselerin üzerindeki ölü toprağını silkip atamadığı şu zamanlarda öyle güzel öyle heyecanla geldi ki İstanbul'a, gerçekten de hayata dönme umudu aşıladı bana. Daha da bir şey demiyorum, eminim hepimiz bu konuda hem fikiriz ki kendisi en "iyi ki var" insanlardan biri bu dünyada. Bir de sonunda uzun süredir elimde süründürdüğüm Ahmet Ümit Bey'in Sultanı Öldürmek romanını bitirdim, içim rahat etti.

5 yorum:

inesis. dedi ki...

"Yani bahtsızlığıyla ünlü bir Osmanlı Bey'i yok muymuş mesela Mahmut Efendi isminde? Mahmut Efendi Kaideleri ya da Mahmut Efendi Hukuku desek bu tip olaylara fena mı olurdu? Eminim ki böyle bahtsız, şansı gerektiği an gitmesi gerektiği yaverlikte gitmeyen pek çok zat-ı muhterem olmuştur bu toprakların tarihinde. Neden Murphy arkadaş? Batının talihsizliğini de almayalım bir zahmet, zaten ahlaksızlığını almaya meyilliyiz hahayt."

batının ahlaksızlığından korkmasam buraya bi kalp kondururdum.

Emir Bey dedi ki...

=)

Ben peki size ayrı bir şey sorayım. Neden her fareleroyunda gördüğümde bunu feneryolu'nda diye okuyorum?

Unknown dedi ki...

yeeeeeyyy :) blogum ünlendi!

ılgın dedi ki...

gazozlar kurban olsun sana, benim de favorim ankara :)

Emir Bey dedi ki...

ayşe: Finalndiya candır!

ılgın: dayaklıksın