Pazar, Eylül 30, 2012

Yalan Dünya


Kronolojik yazmaya gayret edersem geçtiğimiz yazıdan bu yana değinmek istediğim olaylar şu şekilde gelişti. Öncelikle pazar günü kulüp toplantımızın ardından Ömer Bey bizi evine davet etmişti, oraya gittik. Eylül Hanım, Batu Bey ve Özge Hanım'ı heyecanlı bir şekilde ev ahalisiyle Tabu oynarken buldum. Kısa bir hakemlik sürecinin ardından oyun bitti zaten, balkona çıkıp oturduk, tıpkı bu haftanın tüm diğer günleri gibi hava mükemmeldi "yaz hiç bitmeseydi" dedirten cinsten. Çok zamandır geçen en güzel balkon sefalarındandı sanırım, hem dostlar, hem yeni tanışılan insanlar, hem sohbet muhabbet, hem ev ve ev sahibimiz her şey pek güzeldi. Tekrar etmek, hatta gerekirse müziklisini yapmak üzere sözleşip oradan ayrıldık.

Sonraki gün bir süredir konuştuğumuz ama bir türlü programlarımızı denk getiremediğimiz İpek Hanım ve Berkay Bey çiftiyle sonunda buluşabildik. Tenha ve havanın güzel olduğu müthiş bir pazartesi günüydü. Yürüyüşümüzü yaptık, Moda'da çayımızı içtik, sonra Caddebostan'a geçtik, havadan, sudan, siyasetten, okullardan, işlerden, çağımızın tüm dertlerinden ve bizi mutlu eden şeylerden, ortak geçmişlerimizden, deneyimlerimizden konuştuk, bir de baktık ki güneşi batırıyoruz. Oradan da trafiğe en bulaşmayacağımız rota olarak Suadiye'ye dek yürüyüp trene binmeyi tercih ettik. Yapılan yürüyüşler de yapılan muhabbet kadar keyif verdi, güzel insanlarla vakit geçirmenin en hoş yanı da bu sanırım, beraber yapılan hiçbir şeyden yorulmamak. En kısa zamanda Merve Hanım'ı da dahil ederek bu tip etkinlikleri tekrarlamak ve düzenli hale getirmek üzerine konuşup vedalaştık.

Salı günü annemle Sirkeci'ye geçeriz diye planlıyorduk, hem ben filmimi verecektim hem de ardından teyzeme doğru geçecektik. Gel gör ki pazartesiden itibaren kopuk olan -damla damla akan- internetimiz için müşteri hizmetlerini aradık ve öğlen 14:00'e kadar birilerini göndereceklerini söylediler. Bu durumda Avcılar'a doğru oturan teyzeme gitme planımız yaşayacağımız olası gecikme sonucu zaten suya düşmüş bulundu. Tam o sırada Can Bey'den bir telefon aldım, kendisi 3 günlüğüne Koreli iki kişi için tercümanlık yapıp yapamayacağımı sordu, yaparım dedim, hemen çık gel Sirkeci'ye dedi. Hayda deyip yola çıktım, demek neymiş o gün kaderimde varmış Sirkeci'ye gitmek, (alnı göstererek) burada ne yazıyorsa o oluyormuş. Sirkeci'ye vardım Hayyam Pasajı'nda Can Foto var üçüncü katta. Oraya çıktım ve böylelikle 3 günlük tercümanlık serüvenim de başladı. Can Foto'nun sahibi Hıdır Bey ve oğlu Serdar Bey, bir de bu süreçte tanıştığım yine orada çalışan Selçuk Bey var. Hepsi de birbirinden iyi insanlar. Can Foto ya da Hıdır Bey 2 sene evvel Koreli bir flaş üreticisi firmanın distribütörlüğünü almış. Rime Lite adlı bu firmanın 2 çalışanı da tıpkı geçen sene Hıdır Bey'in Kore'ye gitmesi gibi, İstanbul'a gelmişler, hem İstanbul pazarını gözlemlemek hem de iş konuşmak ve görüşmek üzere. İşte salı gününden perşembe akşamüzerine kadar bu Koreli ikiliye tercümanlık yaptım. Bu arada Koreliler olduklarından en az 10 yaş genç görünüyorlar bunu öğrendim. Bu 2-3 günlük süreçte haliyle yemediğim kebap, binmediğim tekne, gitmediğim Kapalı Çarşı kalmadı. En güzel yanı ise hem Koreli ahbaplarım oldu hem de Can Foto ile dost olmuş oldum. Siz yine de siz olun Gangnam Style dinlemeyin. Sezen Aksu dinleyin, misal bu şarkısını dinleyin, her albümün sağından solunda böyle 3-5 şarkı çıkmıyor mu deli oluyorum! Bu ne arkadaş nasıl bir şey bu.


Bu esnada geçtiğimiz haftalarda atlattığım hastalıktan bana yadigar kalan öksürüğüm sonunda geçti, bu konuda katkısı aşikâr olan değerli öksürük şurubuma buradan tüm sevgilerimi gönderiyorum. Tadı da ne güzel arkadaş şu öksürük şurubunun, insanın içtikçe içesi geliyor. Yoksa emmi gibi öksürmeye devam edecektim yine.

Bu esnada çarşamba gecesiydi sanırım beni çok üzen bir haber aldım ki haberi aldığım şekil ise beni daha da üzdü. Neşet Ertaş'ın yoğun bakımda olduğunu duymuştum, bu koşturmacanın arasında evde olduğum 1-2 saatlik vakitlerde izleyebildiğim haberlerden. Turkcell bir mesaj attı işte çarşamba akşamı aynen şöyle: "Türk Halk Müziği'nin unutulmaz ozanı Neşet Ertaş'ı anıyoruz! 3 gün boyunca sizi arayanları Neşet Ertaş'ın unutulmaz eseri Neredesin Sen ile karşılamak için Neşet yazıp bu mesajı cevaplayabilirsiniz. (1TL)" Neşet Ertaş'ın ölümüne üzülemedim doğru düzgün ama tüm dünya adına çok büyük bir utanç ve pişmanlık duydum. Bir yandan da nefret. Türkiye'nin en büyük müzik insanlarından birini kaybetmiştik ve günümüz modern sistemi artık o kadar açıkça alçaklık yapabiliyordu ki, bu durumu hemen daha üzerinden bir gün bile geçmeden bir satış pazarlama kampanyasına dönüştürüp buradan kâr etmeyi amaçlıyordu. Hani ne diyeceğinizi bilemediğiniz, çok küfretmek istediğiniz ama bir yandan da sırf insan olduğunuz için tüm insanlık adına utandığınız anlar olur ya işte öyle bir andı o mesajı aldığım an benim için. Diyebildiğim tek şey ise yazıklar olsun'du. Zaten fazladan 6000 baz istasyonu kurmakla övünen bir firmadan bahsediyoruz, gerçekten kullandığımdan utandırdılar beni, bravo.

Haberi alış şeklim ne kadar çirkin olursa olsun bu Neşet Ertaş hakkında yazmak istediğim nice güzel şey var. Hayatıma ilk nasıl girdi, nereden tanıdım tam emin değilim. Hani bazı müzikler vardır sırf bu ülkede yaşadığınız için ya da bu dünyada yaşadığınız için farkında olmadan içinize işlerler. Neşet Ertaş'ın türküleri de öyle bir şeydi benim için ve eminim benim gibi pek çokları için. İlkokul ve lise dostum Doktor Hüseyin Bey'in de bunda katkısı vardır, başka müzisyenlerden dinlediğim Neşet Ertaş yorumlarının da. Bugün halk müziğine, türkülere karşı derin bir sevgim ve saygım varsa abartısız bunda en büyük pay benim için Neşet Ertaş'ındır. Zülüf türküsünü dinlemiştim lisedeyken sanırım Laço Tayfa'nın albümünde, Kibariye'nin yorumuyla. Sonra Neredesin Firuze filminin film müzikleri albümünde Özcan Deniz'in sesiyle duymuştum Cahildim Dünyanın Rengine Kandım'ı. Sonra Ceylân Ertem'i dinlerken Gönül Dağı'nı keşfetmiştim daha Soluk albümü çıkmadan evvel. Böyle böyle işte keşfediyor insan gerçek müziği. Gerçek müziğin nasıl tüm müzik severler ve müzisyenler üzerinde benzer etkiler yarattığını anladım bu sayede. Bir devir daha kapandı böylelikle ve biz bir kez daha hatırladık ne kadar da yalan bir dünyada yaşadığımızı.

Perşembe günü benim çevirmenlik işim bittiği sıralarda Merve Hanım da Finlandiya'dan dönmüştü ve akşama kendisiyle bir Beyoğlu gecesi yaşamayı planlamıştık. Önce bir şeyler yedik beraber sonra da Sattas konserine gittik. Sattas'ın albüm lansmanıydı bu aslında ve Jolly Joker'i dolduran müthiş bir kalabalık vardı ki kocaman yerleri doldurmak her zaman zordur. Solist Orçun Bey beklediğimizden çok daha iri ve çok daha karizmatik bir figür olarak çıktı sahneye, grup ve müzik zaten müthişti. Şarkıların arasında yapılan politik söylemler özlediğimiz ve günümüz müziğinde biraz eksikliğini duyduğumuz cinstendi. Raggae'nin ruhuyla alakalı bir şeydir belki de bu kim bilir? Neticede müthiş bir konser geçirdik, enerji dolu, dans dolu, gülücükler dolu. Merve Hanım'la başbaşa konser izlememin de tabi bu güzellikte payı büyüktür. Eheheh. Ve Sattas da Neşet Ertaş'ı anarak hatta "Yalan Dünya"yı yorumlayarak bir kere daha takdirlerimizi topladı. Bu grubun albümünü henüz almadıysanız alın ve muhakkak bir konserlerini izleyin, devamı gelecektir zaten eminim.

Cuma günü ise kulübümüzün gelir getirici etkinliği olarak CKM'de Çanakkale Çocukları filminin ilk gösteriminden bir salon kapatmıştık. Kulübün yıllık etkinlik planında bir hizmet aktivitesi vardır, dönem boyu, planlanan, uygulanan ve bunu finanse etmek için düzenlenen bir ya da birden çok da gelir getirici aktivite olur. Misal biletler 17 liraydı, üzerine 3'er lira daha fiyat koyduk ve öyle sattık, buradan elde ettiğimiz geliri de bu dönem lösemili çocuklar için yapacağımız etkinliğin finansmanında kullanacağız. Neyse bu sistemi anlattıktan sonra size bir uyarıda bulunayım. Kulüp, etkinlik, güzel amaçlar falan derken biz bu Çanakkale Çocukları'na gitmiş bulunduk, aman diyeyim siz gitmeyin. Sonra Emir neden sinemaya küsüyor neden hiç film izlemiyor. Yahu zaten kırk yılda bir filme gidiyorum o da böyle salonun bağıra bağıra güldüğü kadar saçma sapan ve dandik çıkıyor ben ne yapayım? Hayatımda izlediğim en kötü filmlerden biriydi, Çanakkale Savaşı temalı filmlerin ve belgesellerin içindeyse açık ara en absürdü. Hele filmde bir bulut sahnesi vardı ki spoiler vermek gibi olmasın ama paint terk. Yemin ederim daha iyisini yapardım ben. Neyse dediğim gibi bizim önemli bir amacımız vardı bu filme giderken, o yüzden gitmiş bulunduk, tekrar ediyorum siz sakın gitmeyin, lütfen.


Bu arada ilk siyah beyaz filmimin tabını ve sonuçlarını almanın verdiği haklı gururu yaşıyorum. Pek güzel bir şey siyah beyaz film. Renkliye göre biraz daha pahalı tabi filmi de tabı da ama sonucu buna değiyor. Bu arada gerek renklileri olsun gerek siyah beyazları bazı fotoğraflara bakınca üzerlerine uzun uzun yazasım geliyor ya da bir şarkıyla birlikte onları paylaşmak istiyorum, sırf bu yüzden bir tumblr işine mi girsem acaba diye bile düşünmedim değil, bakalım günler ne gösterecek. Çok yakında bu siyah beyazları da facebook'tan paylaşacağım. Biraz vakit istiyor sadece Scorpions ağabeylerimizin de belirttiği üzere hepsi bu.

Uraz Bey'ciğimin tavsiyesi üzerine dinlediğim Slow Down adlı bu güzel Morcheeba şarkısını sizlerle de paylaşarak, klasik yazı sonu paylaşımlar bölümünü açmış bulunuyorum. Bir diğer müthiş paylaşım ise cânımız gruplarımızdan Yora'dan geliyor. Yora ilk klibini yayınladı, şarkının güzelliği zaten tartışılmaz da, klip de çok zamandır gördüğüm en sevimli kliplerden biri, buyurun siz de izleyin/dinleyin: Yora - Işık Lekesi. Bir diğer paylaşımımız ise popstar dostumuz Emir Yargın Efendi'den geliyor, kendisi de bu arada çok çok çok yakında belki de saatler içinde yeni klibini yayınlayacak. Artık Emir Yargın'ın ilk albümü Tokat'ın tamamını TTNet Müzik üzerinden ücretsiz dinleyebilir, beğendikçe indirebilirsiniz. Bunun için de buradan buyurun.

Son iki diyeceğim şey kaldı birincisi Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası romanına dair. Yine biraz elimde gereğinden fazlaca uzun süründü bu kitap ancak okuduğum en iyi Ahmet Ümit romanlarından biriydi diyebilirim. Bunu dememde sanırım benim de Ahmet Ümit'in de İstanbul sevgisinin payı büyüktür. Muhakkak okuyun ve bu şehrin sonsuz tarihiyle ilgili bir şeyler de öğrenin bu vesileyle.

Bir de bugün saat 14:00'te yani birazdan Taksim'de hayvan dostlarımız için bir şeyler dememiz gerekiyor. Onlar kendi dertlerini anlatmak için bizim gibi aracılara muhtaçlar bunu unutmayalım, hazır hava da güzelken böyle anlamlı bir gösteride bir arada olalım. Galatasaray Lisesi'nde görüşmek üzere!

Hiç yorum yok: