Salı, Kasım 27, 2012

Gerilla Konser No.5 (24 Kasım 2012)


Yazılacak mevzular öyle bir birikim içine girdiler ki nereden başlayacağımı bilememekten yazmaya korktum. Hah buldum nereden başlayacağımı. Çevremdeki herkes görsün diye uğraştım ve tanıdıklarımdan pek görmeyenin kalmadığını düşünüyorum ama yine ve son kez olarak son müzikli video'muzdan bahsedeceğim. Acemilikte Polatlı soğuğunda güneş ve ayın verdiği ilhamla yazılan sözler, Nil İpek Hanım'ca yapılan ve seslendirilen pek zarif bir beste, Canberk Bey'in bize bas sesleriyle eşlik etmesi ve parçayı bir solo ile taçlandırması, Emir Yargın Efendi'nin de bu performansı görüntüleyip, görüntüleri düzenlemesi ve Merve Hanımcığım, Gültuğ Hanım ve Ciara Hanımların bizlere verdiği maddi manevi destek ile ortaya böyle bir eser çıktı. Konuyla ilgili Leydi Indis'in hazırladığı müthiş görsel de bir alt paragrafın altında yer almaktadır.




Gelelim bugünün bir diğer eğlencesine. Malum facebook üzerinden bir deklarasyon patlaması yaşıyoruz şu günlerde. Kendimi tuttum tuttum ama bugün ben de hislerimi deklare ettim önce yabancı dilimle sonra da ana dilimle. Bunu yapmadan önce de bir süre düşünüp şöyle bir karara vardım. Hani biz vatandaş olarak bir kanunu bilmesek bile o kanun resmi gazetede yayınlanmışsa yani yürürlüğe girmişse "Ben bilmiyordum arkadaş bana ne!" deme hakkına sahip değiliz ya; istedim ki Mark Bey de bir gün adalet huzurunda karşıma çıkarsa ona diyeyim ki: "Ne oldu hacı, hani her şeyi görüyordunuz, benim dediğimi niye görmezden geldiniz?" Sonrasında tabi herkes haklı olarak yüklendi, arkadaş öyle iletiyle iş olur mu, bunun kullanıcı şartnamesi vardı, orada neredeydiniz falan diye. Hasılı kelam ben gerek Türkçe, gerek İngilizce yazdığım bu iletilerin altına gelen birbirinden inanılmaz eğlenceli yorumlar için tüm eşime dostuma teşekkür ederim, tüm günüm güzel geçti bu sohbetle muhabbetle.



Günün kalanında da bir şarkı yaptım, sipariş üzerine, Salih Bey ve arkadaşlarının oyunları için. Çok zamandır bu kadar eğlenmemiştim müzikal bir üretim esnasında. En son Mülakat bu denli keyifli geçmişti ki orada 3 kişiydik. O video da 15 bin değil 150 bin izlenme hak ediyordu gerçi ya neyse, hak hukuk dağıtmakta aceleci olmayalım. Daha üretilecek yaklaşık 2 şarkı var, yarın öbür gün de onları bitirirsem geriye bir tek prova etmek ve icra etmek kalıyor. Göreceğiz.

Canberk Bey'den haberdar olduğumuz bir diğer güzel iş ise Genç Osman Bey'in yeni albümü, klibi ve lansman konseri. Kendisi Türkçe müzik piyasasında özlediğimiz seslerdendi, fırsat yaratıp da konserine de gidebilirsek ne de güzel olur. Sezen Aksu albümleri konusunu yine ileriye bırakacağım, belki bundan sonra her yazıda bir albüme değinebilirim, siz bu esnada bu eseri dinleyin, bu civarların pek çok dev ismi var bu kayıtta. Bir de yine tabi ki her zamanki kadar sıra dışı bir iş görüşmem daha oldu ama sanırım bu sıra dışılıklara alıştım artık.



Son olarak geçtiğimi hafta sonu evimizde uzun zamandır hayal ettiğim(iz) bir organizasyonu gerçekleştirdik. Annemin de teşvik ve destekleriyle; annem, Füsun Teyze, Züriye Teyze, Münevver Teyze, ağabeyim ve Merve Hanımcığımdan oluşan bir seyirci kadrosuna; ben, Nağme Hanım, Nil İpek Hanım ve Enis Ağabey olarak bir dinleti yaptık. Böylelikle çok uzun zamandır es geçtiğimiz ev konseri ya da gerilla konser geleneğimizi de sürdürmüş olduk, çok güzel oldu!

Çarşamba, Kasım 21, 2012

Resimsiz Yazı Korkutur Bilirim


Bu hafta da yine çok afedersiniz ata binmiş dört nala koşturuyorcasına başladı. Arkadaş pazartesi ve salı çok dolu geçiyorsa o haftadan korkacaksın zaten ve düşüneceksin bunun çarşambası cuması nasıl geçer kim bilir diye. Neyse dün annemle biraz trafikle savaşmanın ardından akşam Kadıköy'e geçtim ve Merve Hanım'la buluştuk. Ardından da Salih Bey, İmer Hanım, Hüseyin Bey ve Güneş Hanım'la tanıştık. Kendilerine yapacakları tiyatroda yaklaşık 10 dakikalık müzikal bir yardımda bulunacağım, gayet keyifli olacak gibi duruyor bakalım Cuma tekrar görüşeceğiz o zaman biraz daha netleşecek yapılacaklar. Keyifli vakit geçirdik komik video'lardan laf açıldı tabi ki bir noktada ve hepimizin düşene gülen kötü insanlar olduğumuz anlaşıldı. Oradan ayrıldıktan sonra Merve Hanım'la da bir çay içtik keza görüşememiştik kaç zamandır, iyi oldu, isabet oldu. Bugün ise okulda koroya gitmeyi, ardından da gece Peyote'de Ars Longa'yı dinlemeyi planlıyorum bir aksilik olmazsa. Ne ara ipin ucunu kaçırdım bilmiyorum ama şu an grubun içinde 3 tane pek sevdiğim insan olmuş durumda, gruba sızılmış anlayacağınız. Planlarda bir patlayım olmazsa yarın da Yiğit Bey'de Nil İpek Hanım'la beraber Toz'un vokallerini halledip, ardından bize geçip cumartesi günkü olası ev konserimize çalışmak istiyoruz. Bu arada konudan bağımsız ama Çamlıca gerçekten ne kadar da İstanbul'un en güzel manzaralarının toplamına sahip bir yer öyle. Her tür havada gitmek lazım ama sisli ve puslu havada çok etkileyici oluyor. Abdülmecit Efendi'nin Tevfik Fikret'in şiirinden esinlenerek yaptığı tablonun panaromik olanına bakıyor gibi hissediyor insan, var ile yok arasında bir şehir. Bu kültür sanattan dolup taşan ve ne kadar da entelektüel olduğumu gösteren cümleden sonra tekrar normal yazıma devem edebilirim. Cuma tiyatro ziyareti, Cumartesi olası ev konseri falan derken ettik mi sana Pazar'ı? Bakalım her şey yolunda gitsin de hızlı gitmesinde bir problem yok bana kalırsa. Bu arada Kınalıada'da çektiğimiz esas video da elime geçti, şu an youtube'a yüklenmekle meşgul. Mavi Büyücüler'den yayına girer herhalde bugün. Nil İpek Hanım'ın solo bir çalışması olan ilk video'yu (Kınalıada) zaten yayınlamıştık evvelden, bunda biraz daha kalabalık bir ekibiz, bir de karga var ki dillere destan, neyse. Son olarak diyeceğim o ki bu blog'u okuyun muhakkak, zaten okuyorsunuzdur gerçi de. Çünkü güzel müziğin nasıl reklama ihtiyacı bir noktada olmuyor ve o kendiliğinden dinleyicisini buluyorsa, güzel yazı da eğer okumayı seviyorsanız karşınıza çıkıveriyor. Melis Hanım'la benzer şeyleri ağırlıklı olarak düşündüğümüz bir dönemdeyiz şu sıralar, çok benzer kafalara sahip insanlarız ki zaten problem de burada sanırım. Hepimiz sadrazamız bence ama sona bıraktığımız soru sayısı ve zorluğu fazla bu testte ve az vaktimiz kaldı sanırım çözmek için, Birey'in matematikleri gibi falan. (Birey miydi o zor olan soru bankaları? Her neyse öyle kalmış aklımda, 7-8 senede aklımda kaldığına şükretsin.) Yine de çözmek bizim işimiz değil mi? Son olarak (son olarak x2) değineceğim konu şu ki Sezen Aksu diskografisinin sonlarına gelmek üzereyim, last.fm'de sanırım tavan yaptı Sezen Aksu sevgim. Vaat ettiğim üzere detaylı bir yazı yazacağım bu konuda ancak 88-89 senesinde çıkan iki albüm (Sezen Aksu '88 ve Sezen Aksu Söylüyor) fazlaca efsanevi, bir de şu Bahane Remixes (2005) gibi beni yoran ve yavaşlatan şeyler olmasa arada pek iyi olacak. Size ufak bir hediye şimdilik oyalanasınız diye. Yakında tekrar görüşmek üzere!

Çarşamba, Kasım 14, 2012

İstifa


İki gündür güzel tempolarda yaşıyorum, bu hafta tamamen böyle geçecek gibi görünüyor. Sabah uyandım evde temizlik başlamıştı, ben de toparlandıktan ve günlük CV gönderme mesaimi bitirdikten sonra günün kalanını evde mülteci gibi geçirmemek için karşıya doğru yola çıktım. Ulvi bir amacım vardı. Evdeki yılların getirdiği fotoğraf birikiminden annemin yaptığı ve benim de bir şeyler eklediğim kalabalık bir seçkiyi taratmak. Bu konuda tabi ki elektronik her türlü konuda yaptığımız gibi Yusuf Ağabey'in kapısını çaldık. O da bir gün topla hepsini gel demişti, o günün geldiğini hissetmiş olmalıyım ki seçkiyi alıp çıktım evden. Karaköy'den yukarı çıkmayı gözüm kesmedi, Kabataş'a gidip fünik ile çıkıp, yokuş aşağı Cihangir'den inmeye karar verdim Bilbul Genel Merkez Binası'na. Amca oğlu kalıbını hep komik bulsam da Yusuf Ağabey benim gerçekten de amca oğlum olur. Amca oğlu birleşik mi yazılır acaba? Her neyse, beni karşısındaki masaya oturtup, tarayıcıyı nasıl kullanacağımı gösterdikten sonra ikimiz de işlerimize koyulduk. Arada tabi sohbete devam ettik bolca, ben belli aralıklarla fotoğraflar göstererek kendisini taciz ettim. Yaklaşık 3 saat sonunda birlikte ofisten çıktık, Cihangir'den Galatasaray'a doğru yürüdük, ben oralarda Dilara Hanım'la buluştum, Yusuf Ağabey de yaklaşık 2 saat sonra dönmek üzere evine doğru yola çıktı. Biz de Dilara Hanım'la hayalimizdeki mevzular üzerine konuştuk, az da olsa düşünsel bir yol kat ettik, Yusuf Ağabey buluşmamızın sonuna doğru bize katıldı, aynı gün ikinci kez evdeki ileri alınmayan saatin azizliğine uğramış ve geç kaldığını sanarak erken çıkmış. Kendisi de bize teknik konular ve planlama kısmında fikirlerini anlattı, yol gösterdi. Tam kalkmıştık ki benden habersiz toplanmaya utanmayan başta Egecan Bey ardından Ayça Hanım, Levent Bey ve Asena Hanım'dan müteşekkil bir grupla karşılaştım. Kendilerine bir miktar tavır yaptıktan sonra evvela onlarla ardından da bireysel adımlarımızı atmak üzere sözleştiğimiz Dilara Hanım'la ayrıldık. Yusuf Ağabey bunca yardım ettiği yetmiyormuş gibi bir de beni eve bırakmayı teklif etmişti. Sohbet ede ede keyifli ve trafiksizce geçtik eve, bir çay kahve içtik hep beraber. Neticede kendisinin yolu pek uzundu ayrıldı. Çok keyifli bir günü geride bırakmış olduk böylece.



Antalya'daki evimizin balkonu tahminen 99 ya da 2000.

Bugün de bir başka keyifli geçti, dün gece konsey için İstanbul'a gelen Kaan Başkan -ki kendisinin askerlik konusunda üzerimde hizmeti büyüktür- bizde kalmıştı. Kalktık kahvaltı ettik sohbet muhabbet o esnada telefonumu açınca Melis Hanım'dan bir mesaj gördüm, aradım bize geleceğini söyledi, şaşırdım ama gelince anlatırım dedi. Onun da gelmesiyle keyfimiz bir birim daha arttı. Kendisi dün girdiğini düşündüğümüz işten bugün de istifa etmiş. İşe kabul edildiğini öğrendiği gün de birlikteydik, o an o kadar üzgün, dalgın ve keyifsizken, işten vazgeçtiği anda bu denli mutlu olması, doğru karar verdiği hakkında hepimizi hemfikir bıraktı. Sonra Kaan Başkan "ben Maslak'a gideceğim, insanlar daha mutlu olsun istiyorum" diye tutturunca zorla güzellik olmaz deyip onu serbest bıraktık ve annem, ben Melis Hanım üçümüz sohbete devam ettik. O kadar çok saçma kelime hatası yapıp, o kadar çok güldük ki, annemle Melis Hanım bir ara karşılıklı gülme krizine girdi balkonda. Bir şeyler atıştırdıktan sonra hep beraber çıktık, Suadiye'ye doğru otobüse bindik. Annem üniversite dostlarıyla buluştu -ki ben sadece Ayşen Teyze'yi görebildim, Leyla Teyze ve Züriye Teyze henüz yoklardı- biz de Melis Hanım'la biraz yürüyüş yapıp kafa dağıtalım dedik. Caddebostan'a kadar Cadde'den yürüdük. Oradan sahile indik. Güneş yeni batmıştı hava pembeydi, bu sahneye alışığım ama denizi hiç bu kadar pembe görmemiştim. Adeta bir fantastik film sahnesiydi. Uzunca etrafa hayran kalıp Suadiye'den Kalamış'a kadar deniz gören tüm evlere hayranlıkla baktık. Hayallerimizden, gerçeklerden ve gelecekten konuştuk bir miktar. O evlerden birinin kapısını çalıp açan insana "çoh iyi yea helal olsun vallahi bravo" demek istedik ama neyse ki yapmadık. Eve döndük, ardımızdan annem geldi, sonra da ağabey ve Kaan Başkan. Hep beraber Melis Hanım'ın istifasını kutlamak üzere -üzerinize afiyet- mantı yedik. Birer de çay içtik, sonrasında Melis Hanım evine, Kaan Başkan da yurduna dönecekti; ağabey ikisini de bir yerlere bıraktı. Bu hikaye de böylece bitti.

Gelelim diğer başlıklarımıza, bu aralar yolda belde sağda solda radyoda televizyonda denk gelince nadir sevindiren şarkılardan biri, Sezen Aksu'dan geliyor, Vay. Video'nun atlında en üstte yer alan yorumda yazılanlara birebir katılıyorum. Yusuf Ağabey de kendime kopyalamam için 21 albümlük bir Sezen Aksu intihar seti verdi bana, onu ayrıca yazacağım sağ kalabilirsem.

Ceylân Ertem'in yeni albümünün ikinci klibi de geldi sanırım. Annem Duysa Üzülüyor'a çekilmiş, güzel şarkı, klibin de pek olayı yok ama ben severek izledim neden tam anlamadım. Güzel müzikler yapılıyor evet bu da kanıtlarımızdan biri olsun.

Bir de ilk paragrafta bahsettiğim taranan çok sayıda fotoğrafla facebook'ta yeni bir albüm yapacağım, hatta ilk fotoğrafını koydum bile bugün ancak bir anda topluca yüklemek zor olacak, o yüzden günde bir fotoğraf koyarak albümü büyütmeyi planlıyorum bakalım nasıl olacak göreceğiz. Merak edenler buradan buyursun.

Bir de "ofisboy" diye bir iş tanımı var ya, bence o kelime anadilin İngilizce olduğu bir ülkede değil de bizimki gibi yan dilin İngilizce olduğu bir ülkede ortaya çıkmış. Ofiste çalışan ergenden az hallice bir genç az İngilizce'yle bugün meslek adı olarak duyduğumuz o tanımı vaktiyle kendine msn nick'i olarak falan yazmış bence, sonra da o nickname bir meslek adına dönüşmüş, tümevarmış, Selpak örneğindeki gibi. Bu da benim teorim evet.