Salı, Aralık 13, 2016

Eskişehir Seyahati ve Pecha Kucha Maceramıza Dair


Günlük tarzı daha doğrusu "bugün ne yaptım" temalı bir yazı yazmayalı çok uzun zaman oldu hatta çok çok uzun zaman oldu belki de ama geçtiğimiz hafta sonunun güzellikleri bana o günleri detaylıca anlatma isteği verdi. Hem yazmak beni daima rahatlatıyor, böylece kafamı sürekli olarak ölüm ve savaş saçan gündemden uzak tutmuş olabilirim belki bir süreliğine.

Hikâyemize İzmir'den başlayacağım. Biz Abur Cubur Center'ı yaparken, bizi yakından takip eden bir ekip vardı. Yorumları ve beğenileriyle bize sürekli destek olup bizi mutlu eden bu ekip doub.co adlı İzmirli bir ajanstı. Onların bizi, bizim de onların kim olduğunu tanımamıza vesile olan kişi de dostum Emir Yargın'dı. Neyse yolumuz bir başka dostumuzun düğünü için yazın İzmir'e düştü, Emir Yargın da bizle geldi, beraber atladık arabaya gittik, İzmir'e de varınca dedik ki "Haydi gidip çat kapı doub.co'yu ziyaret edelim ve bu insanlara fiziksel olarak da tanışalım." Böylece Ezgi, Berkay, İrem ve Karpuz ile tanışıp arkadaş olduk. Allah sizi inandırsın offline (eski usûl) tanışmanın sohbet etmenin keyfi bambaşka.

Yazdan bu yana nice geçen vakitte arkadaşlığımızı online olarak devam ettirdik, hatta doub.co bize yeni şahane tasarımlarından hediye gönderdi falan derken İrem bizi bir gün kendisinin de yürütücü ekibinde yer aldığı Pecha Kucha adlı Ekim'de gerçekleşecek bir etkinlik için Eskişehir'e davet etti. İşin saçma yanı aynı tarihte bizim Afyonkarahisar'da gerçekleşecek Ulusal Leo Preforumu'nda olmamız gerekiyordu, hani yüzde bir olasılık vardır ve ondan kaçamazsınız ya işte öyle. Neyse gidemedik ama çok da üzüldük, bir sonrakinde buluşmak üzere dedik, konu kapandı. Sonra bir baktık Kasım'da bir gün İrem bize tekrar yazmış ve 10 Aralık'taki yeni Pecha Kucha etkinliğinden bahsetmiş! Çok sevindik ve Merve'nin pastacılık kursunun bir gününü yakma pahasına Eskişehir yolculuğunu ve Pecha Kucha'da ne yapacağımızı planlamaya başladık.


Burada yeni bir paragrafa başlıyorum. Peki Pecha Kucha nedir? Uzak Doğu menşeli bir etkinlik Pecha Kucha, özetle 20 saniyelik 20 görselden oluşan bir sunumla yaptığınız işi veya anlatmak istediğiniz konuyu anlattığınız bir sunumlar şöleni. Dünyada 1000'e yakın şehirde gerçekleşiyormuş bu etkinlikler, Türkiye'de de İstanbul, İzmir ve Eskişehir'de Pecha Kucha etkinlikleri devam ediyor anladığım kadarıyla. Peki bu sunumları kimler, niye, ne zaman yapıyor? Sanıyorum senede 4'ten fazla etkinlik yapılıyor her şehirde, bu etkinliklerde sunum yapması için farklı disiplinlerden çeşit çeşit işler yapan insanlar çağrılıyor, böylece hem sunum yapacak kişiler hem de o sunumları dinlemeye gelen insanlar birbiriyle tanışıp kaynaşıyor, bir nevi üretmeye hevesli insanlar cemiyeti oluşturuluyor.

Etkinliğe 2-3 hafta kala biz de Abur Cubur Center ekibi olarak Kozyatağı Stüdyolarımızda hararetli bir şekilde çalışmalara başladık. 20 saniyelik 20 slayt 6 dakika 40 saniye ediyor. Bu da demek oluyor ki çöpe atacağınız neredeyse hiçbir kelime ve saniyeniz yok. Biz de Merve ile oturduk ve birbirimizle paslaşacağımız bir sunum akışı çıkardık. Kendimizi tanıttık, Abur Cubur Center fikri nereden çıktı, hedefimiz ne, programın içeriği ne, her bölümde neler yapıyoruz, bizi biz yapan özelliklerimiz ne, ulaştığımız kitle ne büyüklükte ve kimlerden oluşuyor ve neler amaçlıyoruz, ne hayal ederek bu işi yapıyoruz hepsini anlattık. Sonra bunu törpüleyerek 7 dakikanın altına indirmeye gayret ettik, en son da konuşmanın akışına göre 20 tane görsel oluşturduk. Sunumu bolca prova ettik, hediyelerimizi hazırladık, sırt çantalarımızı yaptık ve Cumartesi sabahı yola çıktık.


(Otomobillere ve arabayla yolculuk etmeye bir ilginiz yoksa alttaki paragrafı geçin gitsin.)

Bu arada yolla ilgili de birkaç istatistik paylaşayım. Araba severlere ve arabayla yolculuk etmek isteyenlere bir fikir olsun. Bizim evden Eskişehir'de vardığımız nokta tam 300 kilometre. Aracımız ise dizel otomatik bir Renault Clio. Saatte ortalama 110 km hızla yolculuk ettik, yani kuralları hiç ihlal etmedik hatta çoğu noktada hız sınırının altından altından gittik. Şehirler arası ayrılmış yollarda hız sınırı saatte 110 kilometredir, yüzde 10 hata payını da işin içine katarsak üst sınırı saatte 121 kilometre sayabiliriz. Tabii yolun şehir içinden geçtiği, gidiş dönüş birleştiği noktalarda bu sınır saatte 90, 70 ve 50 kilometreye kadar düşebiliyor ama bu tip bölgeler yolun muhtemelen yüzde beşini bile kapsamıyordu. Her neyse, saatte ortalama 110 kilometre hız ile seyahat etmemiz sonucunda da 100 kilometrede ortalama 4.6 litre yakıt tüketimi grafiğine eriştik ki kış lastiğiyle hiç fena bir rakam değil. Saatte 90 - 100 km aralığında gidilse belki biraz daha düşürülebilir bu rakam ama o şekilde de yol bitmek bilmiyor, inebileceğini maksimum rakam da 4.2 litre olur gibime geliyor. Bu arada gidiş de dönüş de üçer saat sürdü.

Eskişehir'e girerken İrem'i aradık, Espark'ın önünde İrem ve Dilan ile buluştuk, arabayı park ettik -çünkü Eskişehir'de neredeyse her yere yürünebiliyor- ve etkinlik mekanına gittik. Ekip hazırlıklarını sürdürüyordu, bu kez sadece sunumlardan oluşan bir Pecha Kucha'nın ötesinde bir güne yayılan farklı farklı etkinliklerden müteşekkil VUF - Yaratıcı Sektörler Buluşması adından daha kapsamlı bir programa imza atmışlar. Sunumlara daha vaktimiz olduğunu öğrenince gidip hayallerimizi süsleyen burger'i yemeye karar verdik ve Merve'yle City House Burger'e yürüdük, dedim ya her yere yürüyorsunuz zaten diye. Şimdi uzun uzun bu mekanı ve yiyeceklerinin lezzetini anlatmayacağım ama benim gözümde Eskişehir'i, İç Anadolu'yu geçtim Türkiye'nin en iyi burger'cilerinden biri burası. Kısacası Eskişehir'e giderseniz asla affetmeyin. Sonra tekrar sunumların gerçekleşeceği mekana döndük, İrem bizi kalacağımız yere götürdü, eşyalarımızı bırakıp geldik, derken "drink & draw" etkinliğinin de başlamasıyla mekan git gide kalabalıklaştı ve sunumların vakti geldi. Bu geçen vakitte biz de hem Merve ile son bir prova yaptık hem de Aydan ve Oğuz adlı iki güzel insanla tanıştık sohbet ettik.


İlk sunum Onaranlar Kulübü'nündü. Yaptıkları işi, izledikleri yöntemi, hayata bakışlarını anlattılar. İkinci sıra ise bizimdi, biraz heyecanlı başlasak da kazasız belasız sunumu atlattık. Bizim ardımızdan da Osman Tanaçan sahnedeydi. Kendisi ömrü fotoğrafla geçmiş bir büyüğümüz, yıllardır üzerinde çalıştığı bir kitap projesi ve Fotoğraf Müzesi hayali varmış, dilerim ikisini de görürüm. Sonra bizim de dahil olduğumuz bu ilk üçlüye bazı sorular soruldu, bir soru cevap faslı oldu. Ardından The Rump Project kendini anlattı. Farklı şehirlerden farklı işler yapan ve üretme amacıyla yola çıkan insanlardan oluşmuş bir toplulukmuş kendileri. Sonrasında kim ne zaman çıktı tam sırasını hatırlamıyorum ama Deniz Köse çıktı sahneye galiba. Kendisi bir baskı sanatçısı ve bu türe dair hiçbir fikri olmayan ben gibi insanları bile ilk görüşte etkileyen işler üretiyor. Merve ile favori sunumumuz onunkiydi. Sunum değil de tarzı, samimiyeti ve delikanlılığı bizi bayağı etkiledi, denk getirip de yüzüne diyemedim, bir ara İstanbul'da karşılaşırsam söyleyeceğim, Mixer'in sanatçılarındanmış. Onur Şentürk'ün sunumunu dinledik, çılgın çılgın işler yapmış bir animasyoncu kendisi, "vay arkadaş" dedik, sonra etkinliğin en beğendiğimiz diğer ismi Hüseyin Özkan sahneye çıktı. Öyle işler yapmış, bunları öyle normal ve doğal anlattı ki gerçekten de tavrına tarzına hayran kaldık Merve ile. Sonra da Yalın Mimarlık'ı temsilen bir bey sahneye çıktı. Şehir ve mimari algı üzerinden şu an içinde bulunduğumuz durumu eleştiren ama bireysel olarak da kurum olarak da buna dair herhangi bir çözüm önerisi ya da yöntemi olmayan bir sunum gerçekleştirdi. Toplumumuzun içinde boğulduğumuz problemlerinden biri: Eleştir, göz önüne ser ama çözüm için ne yapıyorsun deyince çok da net cevap vereme. Şayet 15 yıl önce benzer bir sunum izlesem/dinlesem farkındalık yarattığı için beğenebilirdim ama şu an o seviyeyi geçtik, o farkında olmamız gereken şeyleri zaten ağzımızın ortasına diktiler, o yüzden bir çözüm önerisi, umudu, yöntemi olmayan şeyleri dinlemeye artık pek mecâlim yok.

Kısacası bizle birlikte 8 sunum vardı ve ben de Merve de genel olarak görüp duyduklarımızdan ciddi anlamda keyif aldık. Etkinliğin ardından orada oyalanırken Oğuz bizi Hoca kod adlı Emin ile tanıştırdı, sonra Pecha Kucha'nın organizasyonundan bir kısım insan İrem, Oğuz ve Emin bir şeyler yemeye gittik sohbet muhabbet orada biraz daha koyulaştı, oradan da bu etkinliğe katılan insanların büyük kısmının olduğu bir bara geçtik. Sigarasız bir alan bulmak pek mümkün değildi ama yine de bulabildiğimiz bir yerde önce biraz dikildik, sonra da başka boşalan bir yere oturduk. Gün içinde tanıştığımız Aydan'ın da tekrar bize katılmasıyla, Merve, ben, Oğuz, Aydan, Emin bayağı havadan sudan her şeylerden konuştuk sohbet ettik bol bol. İrem yanımıza uğradığı bir ara "İstanbul'da patlama olmuş" dedi. Hemen telefonlara sarıldık, yakın çevremizden haber almak, herkes iyi mi öğrenmeye çalışmak ve olayı anlamak için. Tadımız kaçtı, zaten bir süre sonra sigara dumanı da her ikimizi de yorunca müsaade isteyip tüm tanışıp vakit geçirdiğimiz dostlarımıza teşekkür edip oradan ayrıldık ve kalacağımız yere yürüdük, yürürken de hem Eskişehir'den hem de Eskişehir insanlarının güzelliğinden bahsettik Merve ile gündemin baskısını kafamızdan atabilmek için. Sonraki sabah da kalktık, bir kahvaltı edip öyle yola çıkalım dedik, TripAdvisor sağ olsun Doyuran Kahvaltı adlı yere gittik ve gerçekten şahane ama hiçbir abartısı olmayan bir kahvaltı ettik. Dışarıda yer bulabildik ancak ama iyi ki yine de oturmuşuz. Burayı da listelerinize ekleyin, Eskişehir'de kahvaltı edecek yer aramayın. Sonrasında Merve'ye şatolu parkı gösterdim (sanıyorum oranın gerçek adı Sazova Bilim Sanat ve Kültür Parkı) orada da bir tur attık ve dönüş yoluna koyulduk.


Dönüş yolculuğumuz Ceyl'an Ertem'in YUH! albümündeki Son Bakış yorumuyla başladı. Şahane bir yorum her yönüyle! Ceyl'an'ın da haykırdığı gibi unutmamaya, alışmamaya çalıştığımız ne çok olay, ne çok isim var ve her gün yeni bir yük daha biniyor sırtımıza ama pek çok insan aynı noktadayız neyse ki: "Unutma ki kalksın başımız yerden!"


Eskişehir'e ve insanlarına dair de birkaç söz söyleyip yazımı bitireceğim inşallah. Eskişehir şahane bir yer, tam anlamıyla bir Cumhuriyet kenti, bir Anadolu kentinin varabileceği en iyi noktalardan birinin canlı kanlı örneği. Bunu Türkiye'deki şehirlerin yarısından çoğunu görmüş biri olarak söylüyorum, Anadolu'da şu algıda, şu gelişmişlikte 10 tane kent olsa Türkiye bambaşka bir yere dönüşürdü, tabii bu da bir anda olmadı, onlarca belki yüzlerce insanın hayalleri ve on yıllarca süren emekleriyle oldu. Umarım diğer kentlerimiz de bir gün, şehir kalitesi, sosyal ilişkileri, kültür, sanat eğitim ve topluma katkısı yönünden Eskişehir'e daha çok benzerler. Bu güzel şehrin insanları da şehre benzemiş. İlk hangi taraf diğerini kendine benzetmeyi başardı bilmiyorum ama sonuç hem şehir hem insan güzelliği olduğu için olayın başlangıcının önemi yok. Tanıdığım tüm Eskişehirli insanları düşünüyorum, Eskişehir'de okuyanları düşünüyorum sonra, Eskişehir'de yaşayanları falan, tabii biraz saçma bir genelleme ama yolu Eskişehir'le kesişmiş bir tane güzel olmayan insana denk gelmedim. Herkes samimi, paylaşımcı, misafirperver gerçekten de! Bu gezimizde de hem Eskişehir hem Eskişehir insanı hakkındaki bu duygularım katmerlendi resmen. Bu vesileyle Eskişehir'de bizi sohbet ve muhabbetleriyle gün boyu ağırlayan Oğuz, Aydan ve Emin'e teşekkür edeyim bir önce! Eskişehir'e geldikçe kapınızı çalarız artık, biz de sizi İstanbul'a veya denk getirebilirsek Antalya'ya bekleriz.

Son ve kocaman bir teşekkür de İrem başta olmak üzere Dilan, Görkem, Başak ve ismini hatırlayamadığım veya tanışmadığım tüm diğer Pecha Kucha Eskişehir ekibine! Bizi etkinliklerine davet ettikleri, bu güzel hafta sonunu yaşamamıza ve bunca güzel insanla tanışmamıza vesile oldukları için! Zamanla onlardan gelen fotoğraf ve videoları da Abur Cubur Center'ın Facebook, Twitter veya Instagram kanalından paylaşırız; ben de kendi çektiğim fotoğrafları tab ettirince buraya bir yerlere koyarım. Bu arada yukarıdaki 3 tweet'i de içeren akışın tamamı için buraya buyurun.

---

Bu uzun yazının ardından hâlâ okumaya mecâli kalanlara okunmalık yazı önerisi:
Faşizm geliyorsa nasıl yaşamalı?

Hiç yorum yok: