Perşembe, Eylül 25, 2008

Yine Mi Güzeliz



"kur masayı madam despina
kirli beyaz muşamba örtüleri ser
çek sediri asmanın altına
yanında bir ince müzeyyen abla

yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
hamdolsun
taze mi bitti topik
canın sağolsun
amanın yine mi güzeliz, yine mi çiçek?
hamdolsun
altınbaş kadehe yağ gibi dolsun

gece çok genç, arzular şelale
haber etsek o yare
gelse 
bomonti'den
şereflendirse bizi
olsak teyyare "


Çarşamba, Eylül 24, 2008

Şarkısal Transfer Kararı



BÜHAK yazıyordu bir yerde yanında da açılımı, ben o açılımı işte Boğaziçi Üniversitesi Halıcılık Kulübü diye okuyup o kadar çok şaşırdım ve güldüm ki sonra vay dedim ne çok güldüm yarabbim! Ehehehe cümleyi de iyi bitirdim. Tanıdık stüdyo varsa bir araştırın bakayım bir de kayıt fiyatları neymiş, iki tane kaliteli kaydımız olsun ayol kaç yaşına geldik. Tanıdık stüdyo olmasa da olur misal müzisyensinizdir, yeni demo doldurmuşsunuzdur bir fikir verin ona göre yapayım ya da yapmayayım kararına varacağım. Bir de otobüste beraber yolculuk ettiğimiz Sema Hanım ve Doruk Bey ile sevdiğimiz parçaları birbirimize mail atmaya karar verdik, hani böyle yeni bir parça bulursun pek seversin, kimse de bilmez pek, ben öğreteyim sevdireyim dersin, değişik olur güzel olur bu tip şeyler. Ama derseniz bende parça çok, hepsi de apayrı ve hepsi de pek güzel, neden bu bilokun sahibi de dinlemesin bunları diye, profilime mail adresimi de yazıyorum birazdan. Ufkumuz genişlesin değil mi, hep arabesk hep fantezi nereye kadar. Günümüzün şarkısı ise Regina Spektor'dan Lady. Yousendit'e yükleyecektim ama adrese erişemedik, bulursanız indirin artık ya da ben de atarım merak ettiyseniz. Pek naif bence.

lady lights a cigarette, puffs away, no regret 
takes a look around, no regrets, no regrets 
stretches out like branches of a poplar tree 
she says, i'm free 
sings so soft as if she'll break, says 
i can sing this song so blue 
that you will cry in spite of you 
little wet tears on your baby's shoulder 
little wet tears on your baby's shoulder 

Salı, Eylül 23, 2008

Sonsuza Giderim Be !



Bir arkadaşım olsa da ona ültümatom versem ona bazı bazı. Bu cümleyi kafamda kurduğum an şöyle güzeller güzeli bir öykü yazsam da içinde bu cümleyi geçirsem diye düşündüm. Bir yandan da Türkiye güzeli ve Estonya güzeli ve Norveç güzeli acaba neden dünya güzellik yarışmasında ya da kainat güzellik yarışmasında yarışıyor da "Güzeller Güzeli" yarışmasında yarışmıyor diye düşündüm.

Çok zayıfsın denilince bir de "birader bu saçlar ne olmuş senin" denilince çok tedirgin oluyorum. Zayıflığım bence 4 senedir sabit, maksimum artıeksi 3 diyelim ama saçlar son üç yılda -5 oldu. tedavi sürecini ve şahsi klinik deneylerimi başlattım sonumuz hayrolsun. Gerekirse sarımsağa kadar gideriz!

"O gün üzerindeki kıyafetleri çok beğenmişti" anlatımındaki -mişti kalıbı dışında bir tane daha öykü yazma kalıbım olsa çok mutlu olacağım. Sırf bu yüzden yazarlık kariyerim bitme noktasında keza birinci ağızdan kurgulama yaparken kendimi çok yalancı hissediyorum. İki ucu çoklu denklem. Bir de bu hafta okul haybeye açılmış gayet (haybeli adam, hay beli açılmış adamın) ne ders olur ne bir şey aha şuraya yazıyorum. Klavyeyle yazdığım da iyi oldu ilk kez hakakten şuraya yazıyorum dediğim bir şeyi, şurası mesafesinden uzak olmayan bir yere elimi kullanarak yazdım. Bu çok etkiledi beni şimdi sonra bunu derinlemesine düşüneyim, siz de düşünün, beraber tartışalım.

Otobüste uyumanın güzelliği ve alarm ertelercesine bir durak sonra iner yürürüm demek çok ayrı bir şey, yaşamayan anlamaz. Yeni kapşonlu (kapüşoyn) sivitim ile çok havalı oldum, kendimi emoya benzetiyorum ama bu da beni mutsuz etmiyor nasıl emoysam artık. Şunları emo mu imo mu diye yazsam diye öyle çok düşündüm ki sormayın. Sormayın dedim size! Caps Lock'u açar bağırmış gibi de yapardım yapmadım neyse.

Yaptığından gurur duyduğun iki şey söyle hemen deseler birincisinde üşenmeden şunu anlatırım, çok güzel bir şeydi bu gerçekten. İkincisi de bir bu kadar ohannesburger cinsten. Finlandiya gezime başlamak üzere Atatürk Havaalanı'nda tüm işlerimi halletmişim, otobüsle uçağa yanışmışız. Benim ilk yurtdışı deneyimim ama ilk uçak deneyimim değil. Elimdeki her şeyi de pasaporta sıkıştırıp çantama atmışım, gitar mitar var zaten bir yandan. Neyse uçağa biniyorum elimde koltuk numerosunun olmadığını farkediyorum. Hemen etrafa bakıyorum oturan insanlar var bir yerlere, 2 metre ötemde yukardaki ufak bagaj bölmeleriyle uğraşan hostesi görüyorum ve kendisine yanaşıp, "Pardon kafamıza göre mi oturuyoruz?" şeklinde efsane bir soru soruyorum. Kadın o kadar kilitleniyor ki önce bir boş bakıyor sonra kendine acıyor, suratında resmen ifadeler cümbüşü oluyor. Düşündüğünü söylese muhtemelen "böyle aptalını ilk kez görüyorum, bilmem kaç sefer sayılı uçuşumuza hoş geldiniz" derdi ama kekeleyerek "yooo, elinizde biletin bir parçası olacaktı onda yazması gerek" diyor. Ben de ısrarlı bir yüzsüzlükle "haaa tamam o zaman" diyip (öyle desene canıııım) çantadan bileti bulup yerime oturuyorum. Bu anlattığım olay ve link verdiğim kulaklık olayı kadar düşündükçe beni eğlendiren az olay vardır.

Bu günlük bu kadar; yeni günlük almam lazım demek; ki içine bitmiş Yenigün şişelerini koyabileyim. Sonsuza kadar giderim de anlamasını beklediğim 3 kişi olur onlar da muhtemelen sonsuza kadar gider de gelip burayı okumaz, okuyana yazık.

* Başlığın yazı bitiminde atıldığı ne kadar belli, üstelik arada bir kostüm değiştirsem fena olmayacak gibime geliyorre.

Cumartesi, Eylül 20, 2008

Finlandiya Sunumu



Yarın kulüp toplantısında Finlandiya sunumu yapacağım. 84 fotoğraf seçtim 21 gün içinden, bir kısmı birbiriyle bağlantılı, bir kısmı sadece manzara, bir kısmı ise başlı başına üzerinde saatlerce konuşulacak cinsten. Gelin görün kü 10 ya da 15 dakikada anlatmak lazım. Emre Bey'in bir lafı vardır bu diyarla ilgili ki kendisi benden 2 sene evvel, 2006 yazında oralara gitmiş, hem ülkeyi hem kampı deneyimlemiş bir kişidir aynı organizasyonla. Der ki Emre Bey : "Orası ütopya. Gerçekten değil." Evet düşününce ancak bir kitapta okuyup, bir filmde izleyip hayalini kurabileceğin bir diyar. Ben de ikinci gidişte -inşallah olur böyle bir şey- Serkan Bey'in Norveç'te pasaport kontrolü esnasında vermek isteyip de veremediği cevabı vereceğim, neden geldiniz diye soran adama. "Hastanızın abi !" Fotoğraflara baktım da çok eğlendim, bir miktar da duygulandım, bknz. yaşlılık emareleri. Neyse her türlü sanal ortamda kamptaki gençlere İstanbul'a gelin, gelmezseniz çok kızarım, küserim baskısı yapıyorum. Onlar da geleceğiz diyorlar ama bakalım. Bir de gezdirilecek mekanlara bakarken geçen -ki aklıma ilk gelenler Ayasofya, Yerebatan, Topkapı, Dolmabahçe ve Beylerbeyi'ydi- farkettim ki bunlar 20 lira yani 10 euro her biri, 5-6 müzeye götürsek gençleri yazık öğrenci onlar da batmasınlar dedim kendi kendime. Hoş ben geçen gün annemle Müze Kartı aldım ama yabancılara da böyle haftalık akbil kıvamında bir şey yok mudur ki diye düşünmeden edemedim müzeler için. Bilen varsa aydınlatsın lütfen.



-le vent nous portera-

* ütopya


Cuma, Eylül 12, 2008

Param Olsun Yine Giderim



Efendiler, akşam sularıydı yaklaşık dokuz buçuk, annemle oturmuş televizyon izliyorduk ki birden telefonum ring ring eyledi (yansıma sözcükler evrenseldir). Sonra bir baktım ve elimi ayağıma dolaştıran o güzel şeyi gördüm ekranda arayan numero +358 ile başlıyordu. Fethe girişen bir yeniçeri şivesiyle Allah Allah Allah Allah diyerek telefonu kapıp odadan çıktım ve arka odaya varıp açtım. "This is Susa" sesini duydum pek garip oldu, ağzım kulağımı geçti. Sonra 15 dakika kadar Susa Hanım yaklaşık 10 dakika kadar da Jussi Bey ile konuştuk, kendileri Finli ailemin ebeveynleridir (ebeveyn kadar korkunç bir kelime daha yok). Öğrendiğime göre, anne, bacağından geçirdiği operasyonun dertlerini atlatmış, önümüzdeki günlerde Yunanistan'a tatile geleceklermiş, Finlandiya'da hava şimdiden 5 derece olmuş gündüzleri. Daha sonra babaya geçti telefon ve baba Mr Hanky'nin hei deyişiyle beni karşıladı, beni benden aldı hatta. Çok bomba adamdır, gördük ki hâlâ South Park'a devam ediyor. İngilizcesi de haliyle iyi ve bizimki kadar fak, şit, ess falan. Neyse bunlar bana kışın da buraya gel bak kış sporları yaptıracağız sana dediler, ben de para bulursam gelirim dedim onlar da kışın uçak ucuz olur gerisine karışma dediler falan, ben de fırsat bulursam gelirim dedim. Akabinde çemkirdim Yunanistan'a geliyorsunuz da İstanbul'a ne demeye gelmiyorsunuz diye. Hayır ben İsveç'e gitsem bana normal bir Finli'nin diyeceği cümle şudur : "Sweeden sucks, you are gay!" Neyse ben dedim güzel bir mevsimde gidiyorsunuz, çok sıcak olmaz keyifle tatil yaparsınız falan hatta buraya gelmiş kadar olursunuz da dedim. Neyse onlar da gelecek yaza mükemmel bir plan yapmışlar. Stefan Bey'i aramışlar benden evvel ve Stefan Bey'in babası tarafından ısrarla Skopya'ya davet edilmişler; onlar da gelecek yaz önce Makedonya'ya gidip, ordan Stefan Bey'i de alıp İstanbul'a geliriz diye düşünmüşler. Galiba ciddi düşünüyorlar bunu, hayaller ötesi bir ziyaret olur benim için. Hoş, nerde yatırırım onları orası meçhul ama bir de Emil Bey de gelirse of demeyin keyfime. Neyse neredeyse yarım saat kadar yapılan bir telefon konuşmasının ardından tekrar tekrar konuşmak üzre deyip kapattık. Biletini al bize telefon et yeter diyip beni yersiz gazlara verdiler. Bir telefon görüşmesi dahi ne çok mutlu etti beni belli değil. Finland ne güzel ne güzel. (orman ne güzel ne güzel melodisiyle)

Perşembe, Eylül 11, 2008

Bir Programımızın Daha Sonuna Geldik



Efendim bu yazımızda, sizlere, TRT İstanbul Radyosu canlı yayın stüdyolarından bağlanıyoruz. Gördüğünüz üzere kafam biraz geç de çalışsa, "gönüllü staj"ımın son gününde bir kaç fotoğraf çekmeyi akıl ettim. Bu gördüğünüz oda canlı yayın teknisyeninin kumanda merkezi. Vay çok havalı bir sözcük öbeği oluşturdum. Grili bey, bugünkü teknisyendi, bugüne kadar gördüklerimin içinde en eğlenceli ve en iyi iş yapan oydu, soldaki bey ise Osman Ağabey olur, kendisi İstanbul Radyosu Kültür ve Sanat Yayınları Müdürü olup, kendimi bildim bileli tanıdığımdır. Antalya'da babamla beraber çalışırlardı ben daha gençken ve TRT'nin logosu daha karizmatikken. Kendisi bana Ebru San'atı'nın inceliklerini öğreten insandır. Neyse ben kendisine sormuştum yanınızda durabilir miyim diye sağolsun o da kabul etmişti.

İçerdeki sorgu odası kılıklı yer ise canlı yayın stüdyosu. Pek güzel bir yer ve o bayıldığım TRT mikrofonlarına sahipler. Gençlik Korosu konserimizde de -ilk konserde hele- âşık olmuştum o mikrofonlara direkt. İçeride program danışmanı, radyo spikeri ve konuk var, canlı yayındalar şu anda. Alttaki fotoğrafta ise canlı yayın stüdyosunun içini görüyorsunuz. TRT Radyolarından duyduğunuz o güzel seslerden birinin sahibesi ise en sağdaki Saadet Hanım. Gerçekten deneyimli bir spiker benim gözlemlediğim kadarıyla, Ebru Hanım da çok başarılıydı hakkını yememek lazım. Bu üç haftalık zaman zarfında değişik işler öğrendim. Sanırım kazandıklarım şunlar :

orta hızda montaj yapma (şarkıları anonslara bağlama)
biraz daha düşük hızda ayıklama yapma (aradaki kötü seslerden kaydı arındırmak)
program önerisi hazırlama (gelecek dönemler için)
gelen konukla ilgilenme ve konuğu programa hazırlama
canlı yayın teknisyenliği anons ve telefon bağlama (telefon konukları)
gazete okuma (odada boş otururken)

Tabi bunlar gözleme dayalı öğrenilen şeyler, ufak tefek pratikle daha mükemmelleşirler, her şey ufak tefek pratikle mükemmelleş mi zaten azizim? Neyse bir devrin daha böylece sonuna geldik.

Bilenlere sormak istediğim bir konu var, kendi bölümümden çok alakasız bir bölümde master yapmak istersem, onlar beni kabul etmek için ne isterler, not ortalaması mı yoksa kendini bu yönde geliştirmiş olmayı mı? Cevaplarınızı 3452'ye kısa mesajla atın (ahaha yok gönderin iyisi mi), şu an dinlediğiniz klarnet melodisi evimize gelsin, beraber dinleyelim, eğlenelim, evlenelim.


Pazar, Eylül 07, 2008

Enstürmantel Bir Kayıt



Efendiler bir kaç yazı altta bahsetmiştim ki beni son dönemlerde muazzam etkileyen bir şarkı var Where No Endings End isimli. Eminim toplam 6 kişi indirmiş, bunların da dördü dinlemiştir bu güzide parçayı. Ben de bu şarkıyla ilgili bir şeyler yapmak istedim ve enstürmantel bir kaydını yaptım. Her ne kadar kayıt tekniklerine olan vakfiyetim artsa da (vâkıf olmaktan türettim yanlış olabilir) elimdeki kayıt programı ve mikrofonla değişen pek bir şey olmuyor, bazı çatırtıları yok ediyorum, bazılarını unutuyorum falan bu tip şeyler. Neyse vereceğim linkte işte bu şarkının tarafımca kaydedilmişini bulacaksınız. Aynı linkin ana sayfasında ya da diğer albümlerinde ise toplamda üç adet şarkı var ki üçüncüsü bu. Biri Cennet Bahçesi. En kısa zamanda biraz daha uzun ve çok az farklı bir kaydını hazırlayacağım, ordakiyle bu muhtemel kaydı değiştireceğim. İkincisi Sevgili Öyküler ki Feridun Düzağaç'ın en sevdiğim şarkılarından birisidir, bunda bir sorun yok bana kalırsa. Bir diğeri Beden ve Ruh'tu fakat bir kez daha dinleyip beğenmeyip sildim, geniş bir zamanda aranjesi yapılır ve tekrar kaydedilir rafına koydum. Demek neymiş ara sıra da olsa müzikle ilgili bir şeyler yapıyormuşum, aferim bana. Amatör kayıt konusunda ise hâlâ sabit fikirliyim. Amatör samimidir, daha net fikir verir görüşünü savunuyorum. Saygılar.