Cumartesi, Haziran 30, 2012

Evrensel Küme


Annemle İstiklal Caddesi'nde yürürken geçtiğimiz günlerde tam Galatasaray'dan Greenpeace görevlisi gençlerle karşılaştık. Bir tanesi karşıdan gelen genç kızın önünü kesmeye çalışıyordu, kız da seri hareketlerle çocuğu atlatmaya çalışıyordu ki başardı da, çocuk arkasından "açaydım kollarımı gitme diyeydim" dedi. Çok eğlendik, takdir ettik. O gün annemle İstiklal Caddesi'nde yürüyüşümüzün sebebi Galata Kulesi'ne gerçekleştirdiğimiz kültür turuydu. Kaç senedir bu şehirdeyim, haftada en az bir kez önünden geçiyorum, civarında çay içiyorum bir kez tepesinden şehri seyretmişliğim yok. Annem de benden pek farksız değilmiş ki bu yolculuğa çıktık. Kariye Müzesi mi Galata Kulesi mi ikilemini son ana yendik, vapurda yunusları gördük falan derken geldik Karaköy'e. Oradan Tünel'e, ardından tekrar yokuş aşağı Galata'ya. Nedense ben hep merdivenlerle çıkılan bir yer diye hayal etmiştim, halbuki baya asansörle çıktık. Asansörden sonra 2 kat kadar bir sarmal merdiven var hepsi bu, tatmin ederse. Sonrasında balkon kısmına çıkıyorsunuz ve kulenin etrafını tavafa başlıyorsunuz. Geçtiğimiz hafta havalar hep çok güzeldi, poyraz, rüzgarlı, pırıl pırıl. O gün de öyleydi ve tüm şehri yüksek çözünürlükte görmüş olduk. Sanırım en çok Sarayburnu kısmını yüksekten görmek şaşırttı beni. Deniz seviyesinden bakınca hep bir tepe gibi görülen bu kısmın aslında nasıl da bir burun olduğunu işte o anda idrak ettim. Kule'den sonra Galatasaray yönüne ilerledik, lisenin yanından arka sokaklara sapıp Cihangir'e doğru yürüdük. Meydanda bir soluklandık, atıştırdık, ardından Tophane-i Amire binasına gidecek şekilde arka yollardan rotamıza devam ettik. Yolda tam önünden geçtiğimiz Yusuf Ağabey'in dükkanına da bir uğramayı ihmal etmedik. Tophane'nin yanından tekrar Karaköy'e varıp, vapur artı tren şeklinde evimize ulaştık. Bakalım gelecek kültür turlarımız ne yöne doğru olacak.

Yine bu geçtiğimiz günlerde de nice dostla görüşüldü, nice insanla tanışıldı, nice etkinlik vuku buldu. Her zaman dediğim üzere tüm bunları yazacak olsam buradan köye yol olur, hem ben Evliya Çelebi miyim yahu her görüp gittiğimi yazayım, pek çok nesle ışık tutayım, alelade bir blogger'ım hepsi bu. Blogger demişken geçenlerde Ekin Hanım şunu paylaşmış! İnanılmaz geldi. Sanırım açık ara en süratle yaşlanan (olgunlaşmak demeyi tercih ediyorum eheheh) benim. Kadro efsanevi zaten. "O zamanlar çok mu az blogger vardı?" demiş Ekin Hanım, sanırım öyleydi, sağ tarafta o yıllarda kendi el emeği göz nuru yazdığımız kodlarla birbirimize kapılar açardık hakikaten, o zamandan bu zamana yazan pek az dost kaldı ama buna da şükür, güzel insanlar kazandık bu vesileyle. Hâlâ doğru tıklar sizi doğru kişilere ulaştırabilir yeter ki o kişiler arada bir de olsa yazsınlar.

Biraz da Yora'dan bahsedelim. Ben kendimi bildim bileli, daha doğrusu okula geldim geleli, Yora hep olagelmiş ve insanların övgüyle heyecanla bahsettiği bir gruptur. Tahminimce kuruluşları 2003 ya da 2004 olmalı benim hesaplarıma göre. Kendi şarkılarıyla gitgide daha da öne çıkan, başarılı ve çok daha önemlisi sevimli müzisyenlerden müteşekkil bir gruptur Yora. Konserlerine gittiğiniz takdirde sahnede uyuz/küstah raksıtar insanlar görmezsiniz ama yaptıkları müziğe hakikaten kendini kaptıran ve mütevazilikleri -bana kalırsa- yüzlerine ve çıkarttıkları seslere yansıyan insanlar görürsünüz. Hoş bu iyi bir şey mi bilmiyorum şu koşullarda, cool olmanın prim yaptığı, artizliğin saygı doğurduğu saçma sapan bir piyasadayız malum, her yönde ego savaşları can alıyor sürekli. Neyse ben geçtiğimiz cuma akşamı Peyote'de gerçekleşen konserde pek mutluydum. Müziği dinlemek, hafif hafif sağa sola salınmak, bildiğim şarkılara eşlik etmek beni pek mutlu etti. Albümleri Gün Sözleri'ni de edindim konserin kapısında, grubun pek çoğuna da imzalattım. Bir fikriniz olsun isterseniz buradan edinebilirsiniz o fikri. Peyote'yi de çok özlemişim ayrıca bunu belirtmiş miydim bilmiyorum. Peyote'de konser dinlemeyi, üst katta oturmayı, girişte kapının önünde muhabbet etmeyi, eminim sahneye çıkmayı da özlemişimdir, onu da bir ara çıkınca anlarız. Bir de 123'ün sanırım yeni albümleri olan Lara albümlerinden (umarım içinde Antalyalıların olduğu bir grup Lara'nın 2 a'sını da uzun uzun okuyordur) bir parçaya denk geldim soundcloud'da, benim pek hoşuma gitti dinlemek isterseniz buraya tıklayın.

Ayrıca bir şairle kitap koliledik bir kaç gün evvel biraz, değişik bir his. Bunca sevdiğimiz ve her şeye "gülüp geçtiğimiz" bir dostun 15 dakikalık yürüme mesafesinden yine Avrupa yakasına taşınması, hem de bahçesi sessiz ve güzel olan ve birlikte hiç oturmamış olduğumuz bu evden çıkması üzücü. Nasip, bir gün gelir yine döner bu taraflara. Kadıköy, ara sokakta karşılaştığın sanatçılarıyla güzel değil mi zaten?

Yine geçtiğimiz günlerden birinde de Kerem Bey geldi şarkılara çalışmak için, kendisi yeni gitaristimiz olacak umarım, yakında siz de görürsünüz cemalini, dinlersiniz icrasını. Kendisiyle çalıştık, videolar izledik, müzik dinledik, kayıt yaptık, çay içtik, muhabbet ettik derken vakit geçti gitti. Zaten izlediğimiz video'lar çalışma hevesimizi kıracak nitelikteydi.

Neyse gelelim bu son 3-5 gündür beni en heyecanlandıran konuya. Efendim artık ben de fotoğraf çeken insanlar kervanına katılacağım, bunun hikayesi de şöyle. Evimizde babamdan kalma pek hoş pek havalı duran bir Yashica MG-1'imiz vardı. Bu makinenin de son bilmem kaç senedir üretilmeyen ve bundandır ki piyasada bulunamayan pilleri noksandı. Biz de bu piller yoksa makine çalışmıyordur diye kendimizi inandırmışız çok affedersiniz. Neyse annemle dedik bir gidelim soralım bu işi tekrar ve makineyi alıp yollara döküldük. Sirkeci'deki Pamuk Ticaret'i aramaya koyulduk. Vaktiyle ilk Nil İpek Hanım'la gelmiş sonra bir kaç defa daha hem Nil İpek Hanım hem de Ilgın Hanım'la gelmiştik sanırım bu dükkana. Doğru sokağı tam bulamayınca Ilgın Hanım'a telefonla bağlanıp ilk jokerimi kulandım, sonra bir de halk desteği olarak esnaftan yardım aldım ve doğru hanı buldum. Annemle dükkana girdik. Önceden de edindiğim izlenimler bana dükkan sahibi Şahabettin Bey'i İstanbul'un en havalı insanları listesine koydurtmuştu. Kendisi Al Pacino Bey'i andıran bir adam, nazal bir ses tonu var, "dünya hiç umrumda değil" ve "burada ne işin var" cümlelerini mütemadiyen kuran bir beden dili var ancak bunun yanı sıra sizle en ilgilenmiyor gibi göründüğü anda bile baya ilgileniyor. Dalga geçiyor, laf sokuyor, tersliyor falan ama bunların hepsini fotoğrafçılığı bir adım daha öteye taşımak için yaptığını öyle bir hissettiriyor ki kendinizi çok salak hissediyorsunuz ama çok kötü hissetmiyorsunuz. Her neyse bu dükkanda geçen 3 gün ve harcanan toplamda 2 film sonucunda şunu anladık ki, o piller flaş makine uyumunu sağlamakta büyük rol oynuyor ancak onun dışında çok da bir işe yaramıyor ve makine gayet güzel çalışıyor. Daha da komiği o pillerle kurulan tarihi düzenek -ki bu düzenek 4 tane bulunabilir pil artı bir tane aliminyum kaplı sahte iletkenden müteşekkil- gayet de çalışıyor yıllar sonra bile. Pillerin ömrü uzunmuş gerçekten de. Neyse, ilk iki filmimi de cd'ye bastırdım, biraz daha tekniğimi ve teorimi geliştirmem gerekebilir. En heyecanlısı da sonucu o an görememek. Elimde şu an biraz Kumkapı, biraz Beyazıt, biraz Sultanahmet, bir kaç dost, bir şair nakliyatı, biraz da annecik pozları var.


Dün ise Emir Yargın Efendi ve Uraz Bey'le Kadıköy'de buluşup Sirkeci'ye geçip, işlerimi halledip geri dönmemin ardından Egecan Bey'i gördüm, yine haftalar sonra. Ardından İpeknaz Hanım ve Emre Bey'le buluştuk. İpeknaz Hanım'cık bugün İtalya'ya gidiyor bir süreliğine, çok lazım ya! Neyse bilmiyorum artık bu yaz kimlerle kahveler içeceğiz. Murat Bey vardı, Merve Hanım vardı, bir ara Özge Hanım, Fabio Bey ve Ayça Hanım uğradılar, sonrasında Elif Hanım ve Kerem Bey katıldılar, en son olarak da Melis Hanım. Egecan Bey'i o kadar özlemişim ki onun yöntemini kullanarak tüm gece onun üzerine oynadım ve çok eğlendim! Hah dün bir de Moda'ya giderken siyahi ve yabancı bir genç yanındaki Türk kıza "So... arkadaşım eşşek!" dedi, vay babam dedim içten içe.

Pazar, Haziran 17, 2012

Beat


Geçen haftaların birinde bir gece, saat gece yarısına gelirken ben de Beyoğlu'ndan eve dönmeye çalışıyorum. İstiklal Caddesi'nde yürürken (sanırım cuma ya da cumartesi gecesiydi) şöyle bir diyaloğa kulağım takıldı:

- İpini koparan da İstiklal'e gelmiş.
- İyi de olmuş.

Kesinlikle böylesi güzel olan bir yer Beyoğlu, neyse ki herkes ipini koparıp geliyor ve böylelikle kimse birbirinin iplerine diğer zaman ve yerlerdeki kadar takılmıyor, düşülmüyor, düşürülmüyor.

Her neyse o kadar çok vakit oldu ki blog yazmayalı, neyi nasıl yazacağımı şaşırdım, ee tabi hoca efendi de durur mu, pek çok şey yaşar bu geçen sürede. Neyse yazacağız bir şekilde. Askerliğin bitmesiyle tabi ki kitap okuyacağım vakitler yine baya azaldı. Bunu kırmak için geçtiğimiz gün ben Polatlı'dayken çıktığını gördüğüm Ahmet Ümit Bey'in yeni kitabı Sultanı Öldürmek'i aldım elime, sabahtan sonra öğlenden önce vakitlerde. Tam 8-9 sayfa okumuştum, uykumu alamadığımdan olsa gerek öyle bir uyudum ki çok afedersiniz 2-3 saat, az daha o güne kadar okuduğum tüm polisiye kitapları unutuyordum. Benim kitapla imtihanım da böyle oldu işte.


Geçtiğimiz haftalarda en değerli dostlarımızdan Nil İpek Hanım sınırlı İstanbul'unun bir gününü bana ayırdı sağolsun. Çay içtik, bir şeyler yedik, saatlerce güldük hasılı kelam bir şeyler de kaydedebilmiştik günün sonunda. Ortaya çıkan yine naifliğiyle beni derinden etkileyen Sağnak Yağmurlu (bir) Şarkı oldu. Besteciliğine ve genel üretkenliğine en hayran olduğum insan olan Nil İpek Hanım'ın şol yaz günlerinde dağlanan beyninizi, kalbinizi serinletecek zarif şarkısını siz de dinleyin isterim:



Konuyla ilgili kendi yazısı da tam burada.

Bunun dışında müzikal olarak başka şeyler de düşünüp, dinleyip, yapmaya gayret ediyorum bir yandan. Davulculuğuyla nam salmış insanlardan Can Güngör Bey'in bir vesileyle -kanuni ya da kanundışı tam emin değilim- elime 3 adet şarkısının kaydı geçti. Üçü de pek güzel, sanırım kendisi facebook vesilesiyle Sadece isimli eserini paylaşmıştı. Silik Düşler ve Sadece alıp götürüyor beni günlerdir, bol bol dinliyorum. Ne güzel müzikler yapan insanlar var dedirtiyor böyle şarkılar bana, kendisini çok az tanısam da ne güzel insanlar var şeklinde de söyleyebilirim sanırım bu cümleyi, müzik bir yansıtma aracı neticede. Bir de askerdeyken tanıştığım Ulaş Bey vardı ve hoş tesadüfler eseri online olarak tanıştığımız annesi ve fiziksel olarak tanıştığımız ağabeyi vardı. Sağlam gececi askerlerden olan Ulaş Bey'in bu bahsi geçen ağabeyi, vaktiyle Alt grubundan az da olsa aşina olduğumuz Orkun Tüzel Bey'in (cümle kontrolden çıkıyor) de müzisyen olduğunu öğrenmiştim anneleri sağolsun. Bir çarşı izninde elimden geldiğince şarkılarını dinlemiş ve aynen yukarıdaki gibi ne güzel (müzikler yapan) insanlar var diye düşünüp, kuvvetle muhtemel bunu da yazmıştım. Bu geçtiğimiz hafta daha detaylı dinleme fırsatım oldu ve bir kez daha etkilendim bu müzikten. Orkun Tüzel Bey'in sitesi burada, facebook sayfasına da buradan buyrun. Şarkılarını da indirebiliyorsunuz ücretsizce ya da sitedeyken dinleyebiliyorsunuz. Mono, Leylak, Kırmızı ve 23 dinlerken en akışına kapıldığım eserler oldu sanırım.

Bunun dışında benim üzerinde uğraştığım yeni bir şeyler var. Yeni öğrendiğim akorlarla şarkılar yapan bir insan olduğumu duydum geçen gün, bakalım daha neler duyacağız, üzerinde uğraştığım bu yeni şeyde de sırf bu cümleyi duyduğum dostumu yalancı çıkarmamak için hiç adını sanını bilmediğim bir akor kullanmam gerekecek. Ahaha. Bir tane de cover video projemiz var tabi çok ara vermiştik ev videolarına.

Bir diğer müzikal haberimiz canavar rock grubumuz Mispis'in yeni albüm haberi! Kayıtlarıyla uzun süredir uğraştıkları "Düşbükey" isimli ilk albümlerini sonunda yayınladılar. Albümü tam buradan indirebilir, tam da şuradan dinleyebilirsiniz. Lansman da Haziran'ın 21'inde Peyote'de gerçekleşecek, detayları işte burada. Buyrun birlikte gidelim. Ben bu adamlara boş yere canavar demiyorum.



Geçtiğimiz günlerde önce Moda'da pek güzel bir buluşma yaşadık, Ilgın Hanım, Uğur Bey, annem ve ben saatlerce pek güzel konuştuk, pek çok şeyleri tartıştık. Bilimden konuştuk bol bol, aklımdan geçenleri tartıştık Uğur Bey'le. Konuşurken bir anda gece yarısını gösterdi saatler. Sonraki günlerde de kafiye olsun diye Ada'ya gitmesek olmazdı. Annemle o sabah hacı olmayı kafaya koymuş bir şekilde yola çıktık Feneryolu'ndan ve trenle geldiğimiz Bostancı'dan vapura binerek kendimizi Büyük Ada'ya attık. Ayşen Teyze de vardı ekibimizde ki kendisi annemin üniversite arkadaşıdır. Neyse iskele civarındaki esnafın birine yol sorduk nasıl gideriz Aya Yorgi'ye diye. Yürünmez buradan anlamında bir şeyler geveledi. Annemin de benim de gözlerimizde o an şimşekler çaktı ve ikimiz de "bizim yürüyemeyeceğimiz yer yoktur" diye düşündük muhakkak ki aynı anda. Zaten yürüyerek gitme niyetiyle gelmiştik bir de üzerine böyle bir kışkırtmayla karşılaşınca artık bizi kimse tutamazdı. Başladık yürümeye. Ne fena özlemişim bu arada Mavi Sakal'ı bağlantıyı verirken fark ettim. Her neyse yaklaşık 2-3 saatlik bir yürüyüşten sonra hedefimize ulaştık. Bu süreçte bir sigara molası, bir tuvalet molası, bir çay molası verdik. Yolun yorucu kısmı en son kısmıydı keza yokuşun eğimi şiddetleniyordu bu son kısımda. Ancak bu sert yokuş kısa sürüyor ve yokuş boyunca birbirinden güzel tabelalarla karşılaşıyorsunuz. Çok yardırmadan, sabit ve düşük bir tempoyla ve bana kalırsa hiç durmadan çıkmak en mantıklısı. Tepeye varınca Aya Yorgi sizi karşılıyor zaten, ufak ve hoş bir kilise gerçekten de. İçeriye girerken bir de eser rehberi alırsanız saatlerce tabloları inceleyebilirsiniz. Ben bir iki tablo hariç pek takılmadım orası ayrı. Sonrasında kilisenin hemen yanıbaşında bir tesis var, oturulacak, dinlenilecek, yenilip içilebilecek bir yer. Fiyatları da gayet uygun. Her şeyden ötesi müthiş bir manzarası var özellikle nem olmayan bir gün giderseniz, hem Ada'yı hem de Anadolu'yu seyredalabilirsiniz uzun bir süre. Birer çay içtik ufak tefek bir şeyler atıştırdık dönüşe geçtik. Hacı olmanın verdiği rahatlıkla dönüş yolu bizi hiç yormadı. Bunda yolun yokuş aşağı olmasının hiç bir payı olmadığına eminim. İnerken bir de Argus Libertus Bey'le tanıştık, tezini ve albümünü aldık, bir gün Aya Yorgi'ye çıkarsanız kendisine ve felsefe kütüphanesine denk gelebilirsiniz siz de. "İsminiz takma isim mi?" şeklinde gelen soruya  "hayır babamın koyduğu takma isimmiş, bunu ben seçtim, ismimizi de seçemeyeceksek hiç yaşamayalım" şeklinde şık bir cevap verdi. "Cumhuriyet Dönemi'nde Büyükada'nın İktisadi ve Sosyal Tarihi" başlıklı bu tezi henüz okuyacak vaktim olmadı ama konu itibariyle gayet çekici, keza "Uçan Tilki" adlı albümü de henüz dinleyemedim aynı şekilde. Neyse ana konumuza geri dönersek Ayşen Teyze bizden ayrılıp faytona bindi, biz dönüş yolunu da yaklaşık 1 saatte yürüdük annemle, hem hava serinlemiş hem eğim bizden tarafa dönmüştü genel hatlarıyla. İskelenin orada o esnafı bulup "N'OOOLDUUUU?" diye bağırarak el kol hareketleri yapasım gelmedi değil ama dedim uyuzla uyuz olma. Genç yaşta yaşadığım sanırım 4 ya da 5. hacılığımın haklı gururuyla eve döndüm o güzel günün sonunda. Vapurda da annemle hep 3. katta oturduk. Ada vapurunun en güzel yanı budur bence.

Ha bu arada hâlâ iş bulamadım evet, iş verenlerin koşullarımı beğenmediğini düşünüyorum, bu yüzden her şeye en başından başlayacağım ve bir sendika kuracağım sanırım. Ahahah. Son olarak ne güzel söylemiş değil mi ama Emre Altuğ Bey!

Pazar, Haziran 03, 2012

Kayıp Aranıyor!


Hesaplarıma göre bundan yaklaşık bir yaz evvel (art eksi altı ay) evden kaçtığından şüphelendiğim bir kazağımın kayıp ilanını veriyorum şu an. Gül kurusu tabir edilen bir renkte bu kazak soluk pembemsi, bol bir kazak çok az da büyük, hani giydiğiniz zaman kendinizi bohem hissettirebilecek cinsten bir şey. Kimi insan bu ince kazaklara süveter diyor ancak kollu bir şeye süveter demeyi ben kendime yakıştıramadığımdan ona kazak demeye devam edeceğim. Bu kazak her renk kostümümle uyduğu için sık sık çantamda ikamet eder, serinleyen geceler, akşam üzerileri, rüzgarlı vapur yolculukları gibi durumlarda hep yanımda olur, bana sarılıp beni ısıtırdı. Neyse bu kazak ya kaldığım evlerden birinde daha mutlu olacağını hissetti, ya üşümüş bir genç kızımıza veya oğlumuza sarılıp onunla mesut oldu, her ne olduysa tam bilmiyorum ama artık benimle değil. Birlik ve beraberliğe en çok ihtiyaç duyduğum şu günlerde kazağımla aynı cephede olmayı nasıl da isterdim anlatamam. Ey bu kazağımı gören insanlar, kazağımı gizleyen evler, onu bana geri verin mutluluğumuza mani olmayın. Ve ey gül kurusu, ince, salaş kazağım, lütfen bana geri dön ve sıcak soğuk demeden birbirimize sarılıp dolaşalım yine bu şehirde, tamam gerçekten arada üşüyen genç ve güzel kadın/erkeklere sarılmana göz yumacağım bu konuda sana baskı yapıp seni ufak tefek kıskançlıklarla yıpratmayacağım ama senin yerin benim üstüm. Lütfen geri dön! Çok zor durumdayım.


Kazağın eşgali resimdeki gibi, bakın o kazakla ne kadar mutlu, ne kadar müzik dolu, ne kadar havalı olabiliyorum aynı anda. Her neyse havalar da bam diye ısındı dün. Isınık hava iyidir tabi ki! Geldiğimden beri serin giden havanın tek güzelliği ise bir kaç gece deri ceket giyebilme lüksüm oldu. Hep demişimdir deri ceketim var ya, albümüm olmasa da olur. Ahahahaha.

Dün sabah annemle Hisar'a gittik kahvaltı için, ardından ikimiz de okuyacaklarımızı çıkartıp biraz okuma yaptık. Ben de bu esnada kulübümüzün göz nuru olan Musikişinas dergisine bir göz attım. Başında pek güzel bir söyleşi var Yavuz Yektay ve Cem Yektay ile yapılmış. Ardından da Rauf Yekta Bey'in 1894 senesinde çıktığı Halep yolculuğunda tuttuğu günlüğün deşifresi var. Aslında İstanbul'dan İzmir'e kadar olan yolculuğunu anlatmış sadece ve İzmir'i anlatmış bir süre de ama dili, anlatımı ve dönem o kadar güzel ki, keşke böyle tastamam bir kitap olsaydı da okusaydım dedim 10-15 sayfa yerine. Alıntı yapmak istediğim pek çok yeri var ancak bir tanesini seçmek istedim: "Yolcuların cümlesinde bir telaşe ve heyecan âsârı (belirtileri) var idi. Yahut ihtimal ki bu haller bende olup onlarda hiç de böyle bir şey yok idi." Diye anlatmış vapurun ya da geminin kalkış anını Rauf Yekta Bey. Kimdir bu adam diye düşünüyorsanız, kendisi (hepsi birbirinden pek ayrı olsa da) pek çok benzerleri gibi minimum insanca tanınan, maksimum değerli bir müzik insanıdır. Şüphesiz bu minimum maksimum kullanımıma şahit olsa bana da güzel bir laf sokardı. Neyse senede bir çıkan ansiklopedi niteliğindeki bu dergimizi isterseniz okuldan Türk Müziği Kulübü'nden edinebilirsiniz, siz de bizzat okuyun bana kalırsa.

Her neyse çok acil bir kaç şeye ihtiyacım var önümüzdeki bir iki günde, tedarik edebilen olursa ya da elindeki imkanı paylaşıp kullandırtan olursa çok makbule geçer. Bunlardan ilki Zoom h4n kayıt cihazı. Bu cihaza 2-3 gün ihtiyacım var olup da vermeyen varsa çok ayıp, kibarca kullanıp geri vereceğim. İkincisi tarayıcı yahut nasıl diyorsunuz scanner'ı olan bir bilgisayara ihtiyacım var, bana evini açacak birileri olduğuna inanıyorum bu konuda. Bu önümüzdeki günler tam anlamıyla nice buluşmaların günleri olacak! Heyecanla bekliyorum hafta başını, umarım hayal ettiğimden de güzel geçer.

Cuma, Haziran 01, 2012

Uykunuzu Getirivereyim


Geçtiğimiz günleri pek özlediğim İstanbul'la bütünleşerek geçirdim. Havaların ısrarla tam olarak güzelleşememesine rağmen elimden gelenin en iyisini yapmaya gayret ettim. Ben yokken İstanbul britliğe özenmiş, sanırsınız Londra. Bir yağmur yağmalar, ardından güneş açmalar, ardından sel götürmeler falan. Neyse yine de çok güzel tabi o ayrı. Bu geçtiğimiz iki hafta sürecinde annemle gerek Anadolu gerek Avrupa taraflarında yürüyüşler tertip ettik, hayranı olduğum ve bir parçası olmaktan gurur duyduğum Türk Müziği Kulübü'nün koro konserinde sahne aldım hatta bir de solo okudum (Allah kabul etsin), yakın arkadaşlarımı evlendirdim, pek çok özlediğim insanı gördüm, pek çok güzel müzik dinledim. Bunları aslında doğru düzgün not alıp paylaşmak lazımdı ama neyse. Ayın 7'si olan Perşembe akşamı bir Emir Bey konseri koyduk. Kim kim çalacağımız her gün değişse de sanırım konser gerçekleşecek bir şekil. Perşembe akşamı şayet Madonna Hanım'ı dinlemeyecekseniz, gelin bizi dinleyin, bakın hem girişi ücretsiz konser yaptık, müzikseverlerin yanındayız mesajı da verdik daha ne yapalım. Konser Baykuş'ta olacak bu arada. Buradan da etkinlik detaylarına göz atabilirsiniz. Bu aralar çevirip çevirip şu şarkıyı dinliyorum bir de, bir konserlerini yakalamam farz oldu, albümlerini almam da! Bir de geçen akşam Umut Bey vesilesiyle Cem Özel konserine gittim, evet neyse ki güzel müzik yapan insanlar var dedirtti bana tekrar. Gitmeden de klibini izleyip pek beğenmiştim zaten, siz de beğenin buyurun. Dediğim gibi perşembe akşamı da Madonna Hanım'la sözleşmediyseniz benle sözleşin 21.00 civarlarında Baykuş'a buyurun. İş aramalarım fikrine değer verdiğim ve deneyimine güvendiğim insanlarla görüşmeler düzenlemek şeklinde devam ediyor. Siz de fikrine değer verilebilecek biriyseniz ve deneyimleriniz güvenimi uyandıracaksa, sağ üstte görülen mail adresime bir adet CV, bir vesikalık ve cinsiyet farkı gütmeksizin bir adet bikinili boy fotoğrafınızı gönderin, sizinle de görüşelim, malum biz size döneriz.