Çarşamba, Haziran 29, 2011

Nevermore - The River Dragon Has Come (6)


Bu şarkıyla kim gönderdi de tanıştım diye düşününce aklıma Melis Hanım geliyor güçlü bir seçenek olarak ama yine de tam hatırlayamıyorum. 2006 senesiydi sanırım ilk dinlediğimde. Aradığım müzik anlayışı bu olabilir dedirtmişti. Çılgın riff'ler, bol durmalı kakmalı cümleler, gaza getiren davulcu ve gitarist, karizmatik sesli solist, iyi hikaye falan filan... Aradığım her şey vardı şarkıda üstelik kayıt da güncel olduğu için her ses dolgun dolgun geliyordu. O gün bugündür her dinleyişte ayrı etkilenirim, gaza gelir, kendimi yerden yere vururum. Buyrun indirin:


Evet sevgili müzikseverler. Bugünkü konuğumuz Nevermore. Parçamızın adı da The River Dragon Has Come, Nevermore'un Dead Hearth in a Dead World albümünün 5. parçasıymış efendim. Albüm 2000 yılında çıkmışmış. Dediğim gibi albümü ben edinmedim, biri bir kaç Nevermore şarkısı gönderdi de öyle tanıdım bu beyleri. İyi ki tanımışım! Şarkımız Çin'de yıkılan ve dakikalar içinde onbinlerin ölümüne sebep olan bir baraj için yazılmış. Taşkını oluşturan sel sularına "The River Dragon" denmiş, böyle anlatılınca acı ve Çinli bir hikaye olduğuna ikna olmuştum. Dinlemeden geçmeyin. Normalde sabit görüntülü videolar koymaya gayret ediyorum ama bu sefer çok iyi bulduğum için bu şarkının albüm değil konser videosunu koyacağım, indireceğiniz halinden farklı olarak.

Pazar, Haziran 26, 2011

Münir Nurettin Selçuk - Yok Başka Yerin Lütfu Ne Yazdan Ne de Kıştan (5)


Cuma işten sonra Umut Bey'le buluşup Anadolu'ya birlikte geçtik, tam vapura binecekken Barış Bey de geldi keyifli bir vapur yolculuğu yaptık, sonra Pelin Hanım'la buluşmak üzere Şaşkınbakkal'a geçtik, yemek, sohbet, çay derken beni eve bıraktılar. Cumartesi ise yoğun bir gündü sabahtan Kurtköy'e gittik, ablamı, eniştemi ve yiğenlerim Ayça Hanım ve Arda Bey'i gördük. Sonrasında annem ve ağabeyle bir çay içtik Dragos'ta ve Ekşifest'e gitmek üzere yola koyuldum. Lemur ve Mispis dinledik vesileyle, Can Bey'le görüştük. Emir Yargın Efendi, Meltem Hanım, Ceren Hanım, Melis Hanım, Berkay Bey, Çağrı Bey gecenin konuklarıydı. Zeynep Hanım'la da tanışmış olduk böylece. Gültuğ Hanım ve Tuğçe Hanım da katıldılar bir ara. Hava nasıl güzel nasıl güzel anlatamam, bildiğin ıslandık, yer bulamadık, en tatsız gecelerden biriydi uzun zamandır denk geldiğimiz, döndük eve, yattık. Bugün de eve geldim, annem ve ağabeyle çıktık değişiklik planları yaptık azıcık. Bakalım günler ne gösterecek. Bu hafta işteki son haftam, sonrasında yoğun bir temmuz beni bekliyor, günlerin getirdiği, senin yitirdiklerin demiş Bulutsuzluk Özlemi. Bakalım kahramanımız gelecek bölümde nelerle karşılaşacak. İş arkadaşlarıyla çekilmiş nadir fotoğraflardan, başındaki iş tanımlaması boşa çıktı çünkü normal arkadaşlar da olduk aynı zamanda. Seçkin Bey'le müzik dinletilerimizden biri:


Aslında bu yazılarla benim için mükemmel şarkılar serisini karıştırmak istemiyordum ancak bu seferlik olmuş bulunsun. Bundan sonra söz daha dikkatli davranacağım. Bugün sizinle paylaşacağım şarkıyı -benim gibi- eminim pek çoğunuz çok uzun yıllardır biliyordur. Ne zaman duyduğunuzu, kimden dinlediğinizi de pek hatırlayacağınız zannetmiyorum ilk olarak. Ben de hatırlamıyorum ama nakaratını yıllardır biliyordum en azından. Sizler de biliyorsunuzdur şüphesiz.


Güftesi Behçet Kemal Çağlar'a, bestesi Münir Nurettin Selçuk'a ait Nihavend makamında eser. Yok başka yerin lütfu ne yazdan ne de kıştan daha bilinen ismiyle Kalamış. Münir Nurettin Selçuk'un kendi sesinden dinleyeceğiniz bu kayıt beni her dinleyişimde derinden etkiler. Zaten böyle kaç ses geçmiştir ki buralardan toplasanız? Hele bir gazel bölümü vardır ki eserin ortasında derin bir of çekerek başlar Münir Nurettin ve "fethettiniz ay parlayarak sen gülerekten" diye muazzam bir cümleyle girer gazele. Normalde gazeller şarkıların girişinde ya da içinde okunan serbest kısımlardır, doğaçlama olarak okunur. Lakin Münir Nurettin bir kaç eserinde daha olduğu gibi o kadar güzel bir gazel okumuştur ki o gazel kalıplaşmış ve seslendirenlerce aynen okunmuştur, okunmaktadır. Kaydın yılını ne yazık ki bilemiyorum bu sefer.


"İstanbul'u sevmezse gönül aşkı ne anlar?
Düşsün suya yeryer erisin eski zamanlar."


Dipnot: Ayrıca Behzat Ç. en iyi dizidir diyordum inanmayanlar oluyordu. Umarım bu sezon finali yaratıcılık ve muhteşemlik açısından diğer senaristlere de örnek olur, sezon finalinin sadece diziden ayrılmak isteyen oyuncuları öldürmek olmadığını kısa sürede anlarlar.

Perşembe, Haziran 23, 2011

Keren Ann - The Harder Ships of the World (4)


Bugünkü bu güzel şarkımızı ofisten değerli dostlarım Nihan Hanım ve Özkan Bey'e ithaf ediyorum. Tolga Bey'in bu güzel fotoğrafıyla birlikte.


Aynı insanın aynı albümünden ikinci şarkı bu yazdığım. "Bence mükemmel şarkılar" serimin dördüncü şarkısı. Sakin, etkili sesli kadınlar ekolünden gidiyorum, fark ettiğiniz üzere tehlikeli sularda yüzüyorum. Cat Power, Keren Ann falan riskli seçimler bunlar. Ama bu denli etkileyici şarkılar yapabiliyorken insanlar, bunu birileri daha fark etsin diye uğraşmamak ayıp. Aşağıdaki Onor Bumbum'un "Hayatın" şarkısı da "bence mükemmel şarkılar" kategorisinde ama iznini almadan mp3 olarak paylaşmak yerine başka bir yazının altına embettim. Neyse konumuz bu değil de bu Keren Ann'le ne yapacağız hiç bilmiyorum, insanı huzur vererek üzüyor, bir nevi Emir Bey'le amaçladığımız şey. Hahah. Buyurun buradan indirin.


Keren Ann'in 2007 çıkışlı Keren Ann albümünden bu şarkımız da... Üç noktamı da koyup müsaademi isterim artık. Denilebilecek pek bir şey yok yahu bence, dinleyin kâfi...


"we sail the harder ships of the world
to the greater grips of the land
to the further lights of the soul"


Salı, Haziran 21, 2011

Elalem Ne Der?


Bazen gerçekten sinirleniyore. Ofisten çıktım koştur koştur Osmanbey'den metroya indim, hemen geldi bindim, Kabataş'taki vapur yetişme heyecanıyla metrodan indim, merdivenleri çıktım fünikülere binecektim ki arızalıymış. İçimden ettiğim küfrün haddi hesabı yok, tekrar aşağı inmem dedim. Çıktım meydana Tünel'e kadar yürüdüm, tünelle Karaköy'e indim, vapuru 2 dakikayla kaçırmışım, bekledim bindim. Turist sezonu zirvesini yaşıyor. Tıpkı gündüz uzunluğu gibi. Vapurdan indim -ki hiç inesim gelmedi çok güzeldi yol(culuk)- trene bindim, eve geldim. Böyle anlatınca çok uzun gibi oldu, evet gerçekten çok da uzundu, demek ondan öyle oldu. Hiç derdimiz yokmuşçasına bir de bu dizilerin kederini yükleniyoruz o da iyi oluyor.


Pazartesi sabahıydı sanırım, ben tam Mecidiyeköy'den metroya bindim, kapılar kapanırken bir kadın koştu ama yetişemedi, sonra da gülerek bize el salladı, ben de gülümsedim, kadın Ayşe Kulin'di galiba. Pazar günü okula gittik. Babazula'yı canlı ve uzun uzun dinleme fırsatım oldu. Ardından da kimden duysam inanmazdım diyeceğim bir olay daha oldu ve Brooklyn Funk Essentials'ı kendi okulumda en önden saatlerce dinledim, izledim. Diyecek bir şey yok, müthişlerdi. Kaliteli müzikle saldırdı adamlar, şovla falan değil. Şu şarkı var bir de, beni çok etkiliyor, dinleyin sizi de etkilesin:


Blog gitgide kontrolden çıkıyor, embed embed bir yere kadar. Netherlands'e desinler argadaş! Bu da böyle biten bir yazı olsun. Tuğçe Hanım'ın da bu zıpır pozu bu yazıyı renklendirsin, tıpkı sesinin kulaklarımıza yaptığı gibi.

Cumartesi, Haziran 18, 2011

Kafa Boşluğu


Günler dolu ya da boş hızlıca geçer oldu. Cuma akşamı ofiste ufak bir babalar günü dinletisi yaptık Seçkin Bey'le. Dinletinin sonunda bir tane de minik konuğumuz oldu, ona da bir şarkı çaldık. Ben pek çocuk bebek sevmem, istisnai bir örnek oldu bu da benim için. Pek sevimliydi. Ofisten çıktık, Seçkin Bey, Bülent Bey ve Aslı Hanım'la Taksim'e doğru yürürken Zafer Bey'e denk geldim, ilk kez suratı beş karıştı, cenazeden geliyordu. Denecek bir şey yok ne yazık kayıp gerçekten büyük, müziğinin peşinden koşan herkes için büyük hem de.

Sonra ben Meltem Hanım'la buluşmak üzere Kadıköy' geçtim biraz gecikmeli de olsa. Pilavcıoğlu'na yürüdük, bir şeyler yemek üzeri içeri girdik ki bir de ne görelim. Tuhaffiye Hanım, Özge Hanım, Ilgın Hanım, Levent Bey ve Gün Bey pilavlarını bitirmişlerdi. Güzel de bir tesadüf oldu, bir çay içtik, sohbet ettik. Cuma gecesi Kadıköy ayrı güzel olur, her yerden güzel olur hatta. Long Way From Home'dan bahsettik. Sonra onlar karşıya geçtiler, biz de Meltem Hanım'la biraz daha konuştuk. İş hakkında, müzik hakkında, hayat hakkında. Genelde pek keyifli yerlere gitmedi sohbet, yine de birbirini anlayabilmek o kadar iyi ki, konuların çaresizliği bir yana konuşup anlaşabilmek bile keyif veriyor insana.

Bugünse, uzun bir aradan sonra Toros Bey'in evine gittik. Umut Bey'le birlikte üçümüz bir bestem üzerinde çalıştık. Sağolsunlar vakit ve çaba harcadılar bu konuda. Şarkının adı Basit. Sözleri Levent Sevi'nin iki ayrı şiirinden aldığım iki dörtlükten oluşuyor. Birisi burada, diğeriyse şurada. Her şiiri gibi etkileyici. Pelin Hanım ve Duygu Hanım da bizleydiler, sıkıldılar, uyudular biraz, 20 kez aynı ve duymadıkları bir şarkıya maruz kalınca insanlar böyle oluyor. Bir de benim garip bir bestem olunca konu, daha da sıkıcı olabiliyor demek. Her neyse Haluk Can Bey ve Mert Bey de bizlere yarım saatlerini ayırıp gelip çektiler çalarken. Bakalım yakın zamanda videosu elimizde olur herhalde.

Bahsetmek istediğim iki konu kaldı. Birincisi etkileyici bir müzik blogu, alanında tek olabilir. Benim gibi yeni şeyler dinlemeyi ya da az da olsa aşina olduğunuz türlerin bir süzgeçten geçirilip kulağınıza gelmesini seviyorsanız, girip bir şeyler keşfedebileceğiniz bir yer:




En sevdiğim grup Mispis yeni kayıtlarını yayınladı, daha yenileri de yolda, sanırım albüm kaydına girmelerine çok kalmadı. Albüm yolu uzun ve meşakkatli bir yol, o sırada biz de bu güzel kayıtlarla oyalanacağız şüphesiz:




Perşembe, Haziran 16, 2011

Cat Power - Angelitos Negros (3)


Bu şarkı ne zaman hayatıma girdi pek hatırlamıyorum. Çok da tekrar tekrar dinlediğim bir şarkı değildir ama nasıl bir gücü varsa her dinleyişte bir sarsar beni. Tekrar tekrar dinleme kısmını doğru ifade edemedim aslında, yani bu şarkıyı bir yerden bulup da çalmak aklıma gelmez, ama ne zaman bu şarkıyı dinlemeye başlasam defalarca tekrar ederim. Şu an yaptığım araştırmaya göre şarkı Pedro Infante tarafından 1948 senesinde aynı isimli film için yapmış. Eartha Kitt 1958 senesinde The Bad Eartha adlı albümünde yorumlamış, ardından da Roberta Flack 1969'da First Take albümünde söylemiş bu şarkıyı. Bir ara bu hallerini de bulup dinlemek lazım, uzun bir hikayesi var şarkının. Üzücü etkileyici. Ne dediğini zerre kadar anlamasam da o kadar şey anlatıyor ki aslında, bir kat daha fazla şaşırıyorum. Kasıtlı olarak görüntüsüz videolar seçiyorum ki dikkatinizi müziğe verin.


Angelitos Negros, Cat Power'ın 2009 çıkışlı Jukebox albümünün bonus şarkılarından. Bir aralar daha çok müzik araştırır, daha çok dinlerdim. Artık yer de vakit de yok. Bir de insanlar ölüyor. Görmeye alıştığımız, hep orada olacağını sandığımız, tanıdığımız insanlar bile. Kederli şarkılar, kederli hikayeleri hatırlatıyor, ya da tam tersi...

Salı, Haziran 14, 2011

Mesele


Bu giriş fotoğrafını Nil İpek Hanım'la sahnede gerçekten "güldüğümüz her an"a ithaf ediyorum. Bir yerlerden çıktı, pek hoşuma gitti.


Eğer yüzücü gözlüğü takmıyorsanız ya da Luftwaffe'deki avcı pilotu kariyerinize 4o'lı yıllarda son vermediyseniz, güneş gözlüğü niyetine taktığınız gözlük sizi ancak sabah erken ve akşamüzeri saatlerinde güneşten koruyabilir. Şayet alnınız çok çıkık ya da kaşlarınız kalın/gür/ koyu değilse özellikle öğlen saatlerinde güneşi direkt göze yemeniz işten bile değil. Gözlüğün ağırlığına boşa taşımanız ve üstten giren güneşin önünüzdeki camı iyice koyulaştırması da cabası. Diyeceksiniz ki çocuk gözüne güneşi yemiş yazmış destanı, halbuki hiç öyle mi durumum? Değil. Çünkü ben günbatımı saatlerinde gözlükle durakta dikilirken aklıma geldi bütün bunları yazmak. Bir de dün uzun bir aradan sonra orkestramız görücüye çıktı, adam yokluğunda benim şefliğimde. Konsere gelip bizi onurlandıran eski şefler Tolay Bey ve Kerem Bey'e de şarkı söyletmemek olmazdı. Söylediler ve nasıl iyi oldu bilemezsiniz. Aklıma şu geldi bugün, dinlemezseniz üzülürüm:


Sözlerdeki üç kelimenin zarif ve zekice kafiyesine ise diyecek hiç bir şey yok!

Pazar, Haziran 12, 2011

Keren Ann - Where No Endings End (2)


Finlandiya'dan dönmüştüm, oradaki müzisyen dostlarımdan Jyri Bey bu şarkıyı göndermişti mail yoluyla. (Of bir dakika bu nasıl havalı bir giriş yahu, uluslararası bir müzik ağı falan vay be) Her neyse ilk dinlediğim anda beni melankolikliğiyle çok derinden etkilemişti şarkı. Hâlâ her dinleyişimde muhakkak çok etkilenirim ki bu şarkı hayatımda en çok dinlediğim ilk 25 şarkıdan biri olmuştur. Gitar ve vokal, yaylılar, piyano, elektrik gitar... Hepsi yavaş yavaş birbiri ardına ekleniyor ama asla bir kalabalık yaratmıyorlar. İnanılmaz bir uyum, hepsi birbirinden melankolik ve sade. Ayrıca beni sözleriyle de etkileyen nadir İngilizce şarkıdan biridir bu şarkı. Keza sözü Türkçe olmayan parçalarda, müziğe takılıyorum ister istemez ve sözleri sonsuza dek ciddiye almıyorum çoğu zaman. Daha doğrusu dinlemiyorum. İstisnalar oluyor yine de.


Bir önceki şarkıyla bunun arasında 32 yaş fark olması da müzikal tutarsızlığıma bir kanıt olsun. Umarım müziksever ve meraklı birileri vardır ve bu şarkılar onlara da ulaşır. Where No Endings End, Keren Ann'in 2007 çıkışlı Keren Ann isimli albümünden. Künyeseverleri bilgilendirelim. Bence müthiş bir eser. Ayrıca sanmayın ki buraya hep yabancı şarkılar koyacağım. Türkçe müzik arşivim de hiç fena değildir.


"No we can't change the world,
it's been done by someone long ago..."

Pazar, Haziran 05, 2011

King Crimson - Fallen Angel (1)


Yeni bir seri yapmaya karar verdim, bunu belki 67 yıldır düşünüyordum ama bir türlü elim değmemişti. 67 yıllık bir blogger olduğumu da Deryik Hanım hatırlattı da öyle idrak ettim. Neyse yeni başladığım bu seri sevdiğim şarkıları paylaşmak serisi. Bu şarkıların yeniliği eskiliği, rok olması pop olması dert değil, tek kriter beni etkilemesi. Tamamen kendi zevkime göre bir müzik paylaşım serisi olacak bu. Belli aralıklarla tamamen kendi sevdiğim şeyleri paylaşacağım, belki o şarkıların düşündürdüklerini bir iki kelimeyle yazmaya gayret ederim. Bu arada baştan söyleyeyim, bu şarkılar çok tanınan şeyler de olabilir, bir tek 3-5 kişinin bildiği şeyler de. Ama bir klasör yapıp buraya arada bir konulan şarkıları indirseniz uzun vadede, karman çorman ama benim kefil olabileceğim bir şarkılar listeniz olur.


Bu serinin ilk şarkısı beni muhtemelen bu serideki olası diğer şarkılar gibi çok etkileyen bir eser. King Crimson'un 1974 çıkışlı Red isimli albümünden Fallen Angel isimli şarkı. Şimdi bu King Crimson zaten başlı başına enteresan bir şey, benim hayatıma geç girdi. King Crimson'un ismini hep sevdiğim müzisyenleri etkileyen bir grup olarak duyardım. Emre (Bol) Bey bir gün bize uğradı ve bana bir kaç şarkısını verdi bu adamların. Bunların arasında Epitaph, Dinosour, Moonchild, In the Court of the Crimson King gibi eserler vardı. King Crimson'u bilenler sırf şu şarkılardan Emre Bey'in nasıl efsane seçimler yaptığını anlar zaten. Böylece girdi bu grup hayatıma, iyi ki girmiş, gerçekten iyi ki! Adamlar kaç senesinde neler neler ve neler yapmış diyorum her dinleyişte.

Fallen Angel'a gelince çok yorumlamadan bırakayım, dinlemeye tenezzül edenlerden ricam ise gerçekten 6 dakika ayırın, başka bir şeyle uğraşmadan sırf müzik dinleyin. Seversiniz sevmezsiniz göreceğiz. İndirin yazan yere tıklayın, açılan sayfada da click here to start download yazan yere tıklayın, hepsi bu.

Cuma, Haziran 03, 2011

Solo Röportaj



Avaz Avaz'ın The "Emir Aksoy" Show başlıklı yazısından alıntıdır:

Emir Aksoy'u yakından tanıyın...
Emir Aksoy'un müziği çeşitli projelerde karşınıza çıkmış ve dinleme fırsatı yakalamış olabilirsiniz.
Emir'in çalışmalarını, bestelerini, farklı kulvarlardaki işlerini Avaz Avaz olarak takipteydik.
Aklımıza takılanları ve merak ettiklerimizi sorduk.
Ortaya çok keyif alarak yaptığımız bir söyleşi çıktı. Keyifli okumalar.


Aybike: Birbirinden farklı projelerin var ancak insanların aklında Emir Bey ile yer ettiğin kanaatindeyim. Emir Bey’den bahseder misin?

Emir: Emir Bey’in aklınıza gelmesi normal çünkü bu okulda (Boğaziçi Üniversitesi) okurken kurduğumuz ve yürüttüğümüz bir proje. 2007 senesinde başladık Emir Bey’e. Lisedeyken okul orkestrasında çalıyordum. İstanbul’a geldiğimde yani üniversiteye başladığımda şarkı söylemek istediğime karar verdim. Tesadüfi bir şekilde İstanbul Radyosu’nun sınavlarına girdim ve TSM Gençlik Korosu’na başladım. Yeni insanlarla tanıştım. Tanıştıklarımdan biri kanun çalıyordu. Ona sakin müzik yapma fikrimden bahsettim. Kabul etti. Emir Bey’deki bir diğer Emir ise liseden beri beraber çaldığım arkadaşım, davulcu, solist, Emir Yargın aslında. O da bize katıldı. Üçümüz böylelikle başlamış olduk. 2008 senesinde kanun çalan arkadaşımızın yerine Nağme Yarkın girdi. Klasik kemençe çalıyor kendisi. Tür sınırlandırması yapmadan, içimize sinen şarkıları çalıyorduk. 2009 yılında Nil İpek’le, 2009’un sonunda da Umut’la tanıştık. Nil İpek geri vokal yapıyor, Umut da kontrbas çalıyor. Kontrbas, gitar, klasik kemençe ve geri vokalden oluşan beş kişilik kadro oluştu. Bu beş kişilik kadro kemikleşmesinin hayalini kurduğum bir kadroydu çünkü herhangi biri eksik olduğunda kulağınız ister istemez arıyor. Şimdi hepsi oturdu. Birkaç aydır da Uluç (Büyükbeşe) eşlik ediyor bize gitarıyla vakit buldukça. Hep birlikte elimizden geldiğince bir şeyler yapıyoruz. Yarı yarıya yakın kendi bestelerimizi çalıyoruz.

Aybike: Emir Bey’le ilgili dikkatimi çeken bir husus da ev konserleri. Nereden aklınıza geldi böyle bir fikir?

Emir: Mesela bir yerde konser veriyoruz ve provası da çok güzel geçiyor. Konsere çıkıyoruz gitarı hoparlöre bağlıyoruz, şu şöyle bu böyle oluyor derken bizim evde çıkardığımızdan çok daha farklı bir ses çıkıyor. Bir kısım duyuluyor, bir kısım duyulmuyor. Öyle olunca da yansıtmaya çalıştığımız sesten çok farklı oluyor ve bu bizi mutsuz ediyor. Hayalimizdeki ses değil de çok daha metalik bir ses çıkıyor klasik gitardan misal. Bu durumu çözemedik zira çözmek için yeterli ses sistemi çok az yerde var. Tüm bahar ve açık hava konserlerimizde de bu sorunu yaşadık çünkü hakikaten iyi bir ekipman gerekiyor. Onlar da pek bulunan şeyler değil. Hal böyleyken biz de ev ortamında konser vermeyi düşündük. Yakın arkadaşlarımızı çağırırız, toplamda 15-20 kişi olur ve dinlemeye gelirler dedik. Geçtiğimiz 1.5-2 yıl süresinde de 4 tane ev konseri verdik. Güzel oluyor; bir saat çalıyoruz, sohbet ediyoruz, keyif alıyoruz…


Aybike: Uzun zamandır yazdığın bir blog’un var. Yaptığın müziği paylaşman adına blog’unun ne yönde etkisi oldu?

Emir: Klasik ergen blog’u yazıyordum başlarda. O dönem kalbim biraz kırıktı. (gülüyoruz) Bundan 5 sene öncesinde blog’unun olması “trendy” bir durum değildi. Konsept blog’larından ziyade daha kişisel blog’lar vardı ve bunların sayısı da azdı. Öyle olunca da blog yazan insanlar birbirlerini sıkı bir şekilde takip ediyorlardı. Windows’un dandik ses kayıt özelliği ile bir şeyler kaydedip koymuştum blog’uma. İnsanlar gaz verdiler, beğendiler. Deneme yanılma yoluyla yaptığın müziği blog aracılığıyla da paylaşabileceğimi böylelikle keşfetmiş oldum. İnternet eskiden şu anki kadar paylaşım odaklı değildi. Son 4-5 senede çok değişti –ki bu da iyi bir şey. Ancak ben, blog’umu müzik odaklı kullanmadım. Benim için günlük formatındadır hala. Konser duyurusu yaparken bunun için özel bir yazı yazmıyorum zira samimi gelmiyor baştan o formatta başlamadığım için.

Buse: Blog’unda hanımlı, beyli bir üslubun var. Bu üslubunun insanlarla aranda duvar ördüğünü düşünüyor musun?

Emir: Evet, aslında o duvar etkisini yaratıyor ama bundan çok da rahatsız değilim. İnternet sınırsız bir camia herkes okuyabilir; blog’um gizli değil neticede. Orayı okuyan birinin enseme şaplak atacak samimiyette hissetmesini istemem. Öncelikle kendini tanıtması, merhaba demesini falan isterim. Bu açıdan üslubumun başarılı olduğunu düşünüyorum.

Aybike: Emir Bey’den çok farklı bir formatta müzik icra eden Sakareller’de de çalıyorsun. Geçtiğimiz Mayıs’ta albüm çıktı, albümlü bir müzisyensin artık. Sakareller’e katılma sürecinden bahseder misin?

Emir: Aslında albümü çıkmış bir grubun müzisyeniyim çünkü albüm çıktığında çalmıyordum Sakareller’de. 2005 - 2006 yıllarında İstanbul’a geldiğimde bir arkadaşım vasıtasıyla keşfetmiştim Sakareller’i ve “Vay be!” demiştim çünkü o zamana kadar kulağım Mor ve Ötesi gibi daha ana akım kulvarında müzik yapan gruplara aşinaydı. Tanışmamız da tesadüfi bir şekilde gerçekleşti. Okuldaki üçüncü dönemimde* Hisar’da bir gün annemle beraber otururken birileri yanımızdan geçiyordu ve geçenlerden biri annemi fark etti. Yanımıza geldi. Gelen de Bahadır (Maşa) abiydi. Annem emekli edebiyat öğretmenidir, Bahadır abi annemin öğrencisiymiş. O gün sohbet ederken müzik yaptığımdan bahsettim. Aradan 4-5 sene geçti. Bahadır abiyle buluştuk, konuştuk. Grubun albüm çıkaracağından ancak gruptan birinin doktoraya gitme ihtimalinin olduğundan bahsetti. Doktoraya giderse benim çalmam yönünde bir teklifte bulundu. Neden olmasın dedim, bir süre de çalabilir miyim diye panikledim. Geçen Mayıs Peyote Müzik etiketiyle albüm yayınlandı. Uğur (gitarist) fizik doktorası yapmaya Amerika’ya gitti. Hasılı kelam bunun üzerine ben dahil oldum gruba. İlk Peyote konserine stresli bir şekilde çıktım ve bir sakatlık olmadan atlattık. (gülüyoruz) O zamandan bu zamana da yaklaşık 8-10 konser verdik.

Buse: Deneysel müzikle de ilgileniyorsun.

Emir: Müzik de sonuçta bir şekilde sosyal bir iletişim yöntemi. Yani, insanlarla tanıştıran müzik kulübü gibi bir yer düşünün, müzik çalmak da öyle bir şey. İnsan tek başına bir şeyler yaptığı zaman tamam yapıyor ama bir yerde kalıyor. Ben de o yüzden eskiden beri ne kadar farklı insanla birlikte müzik yapma deneyimim olursa o kadar farklı şeyler öğrenirim, algım açılır diye düşünürüm. Sakareller, Emir Bey gibi ya da konserlere konuk davet etmemiz gibi. Deneysel müzik yapma mevzusu da biraz bu algıda oldu. Paris’te yaşayan bir arkadaşım var, Gökşin. Kendisi sağlam bir caz dinleyicisidir. Müzik sohbetlerimiz olur kendisiyle. Tesadüfen işte Gökşin oradan kaydetse ben buradan kaydetsem sonra onları birleştirsek bir şeyler çıkar mı dedik. Bize göre güzel şeyler çıktı. Ancak eminim birçok insan saçmalık olarak nitelendirmiştir. Bunlar aslında çoğu müzisyenin aklında olan şeyler ama biraz yapmaktan korkuyorlar. Mesela tamamen hiçbir şeye bağlı olmadan aklımıza o anda gelip de çaldığımız kayıtlar da var onların içinde. Her müzisyen eline gitarı alıp evinde öyle bir şeyler yapıyordur ama ben bunu kaydedip bir yerde yayınlasam deli zanneder insanlar diye çekiniyorlardır gibime geliyor. Biz öyle düşünmedik, niye öyle düşünmedik onu da bilmiyorum ama bunu kaydedelim ve elimizde hatıra olsun dedik. Kimi şarkı daha bir forma oturmuş kimisi daha doğaçlama. Denemek istedik çünkü insan denemeden öğrenemiyor. Kayıtlarda bile birçok bilgi edinmiş olduk. Gökşin orada mızıkası ve vuvuzelasıyla bir şeyler kaydetti, ben burada gitarlarımla. Sonra onları birleştirdik, kapak tasarladık, görsel hazırladık, şarkıların hikayelerini yazdık ve koyduk bir yere. Birine ulaşırsa ulaşır, ulaşmazsa da çok önemli değil diyerek hareket ettik çünkü severek yaptığımız uğraşlardı.

Buse: Daha öncesi de var projelerinin; Antalya’da başladığın 99 senesine uzanan, özellikle sözleri çok eğlenceli kayıtlar.

Aybike: Orada da başka bir Emir’le tanışıyoruz.

Emir: Biraz iddialı bir açıklama olabilir ama hayatımda yaptığım en gerçekçi müzik diyebilirim. Yetenek ve icra olarak çok göz alıcı bir şey değil çünkü gitarı 98 senesinde almıştım ve çalmayı hiç bilmiyordum. Ancak insan, bana kalırsa, bazı toplumsal ve eğitimsel sınırlamaları olmadığı zaman çok daha yaratıcı şeyler yapabiliyor. Daha cesur olabiliyor. Uğraşırken burada nakarat bir daha dönsün, burada solo atalım algısı olmuyor. Paldır küldür aklına bir şey geliyor ve onu çalıyorsun. Orçun Sercan benim ilkokul ikiden beri arkadaşım, kendisi tıp öğrencisi, doktor olacak seneye. Gitarı ilk aldığım sene onunla birlikte bir grup kuralım müzik yapalım dedik. Zebani isminde bir grup kurduk ve hala o isimde bir rock veya metal grubunun olmamasına şaşırıyorum, çok güzel bir isim bence. (gülüyoruz) Orçun söz yazıyordu -ki hala da yazıyor, insanını aklına gelmeyecek eğlenceli sözlerdi genelde. Ben de onları besteliyordum. O zaman altı şarkı yapmıştık öyle. Ama dediğim gibi müzikal anlamda çok yüksek değerler beklenecek kayıtlar değildi bunlar. Seslerimiz zaten iğrenç, çocuk sesi. Bunları da daha cesur bir hareketle albüm olarak kaydettik ama stüdyoya girerek değil evde kasetin kayıt tuşuna basarak. Sonra Orçun ile farklı liselere gittik ama Antalya’daydık bir şeyler üretmeye devam ettik. Sonra bu insanlara komik gelmeye başladı, yakın çevremizden bahsediyorum. Böylece biz de her fırsatımız olduğunda kayıtları biraz da yenileyelim kafasında tekrar çaldık. İlk single hitimiz de Sırılsıklam’dı.


Aybike: Evet ben de severek dinledim gerçekten keyifli şarkılar. Birbirinden farklı çok projen var az önce de konuştuğumuz gibi, farklı müzisyenlerle çalışmışsın. Bunun nasıl bir yararı oldu? Ya da bir tane projeye odaklanayım artık gibi düşüncelerin geçtiği oluyor mu hiç aklından?

Emir: Aslında her yıl öyle düşünüyorum sonra bakıyorum olmuyor. Daha çok şeyle ilgilenmek istiyorum. Genelde annem bir tanesini yap adam gibi yapacaksan, yedi- sekiz parçaya bölünme diyor. Ama bence üniversite de, lise de buna imkan sağlayan bir ortam, kendi zamanını yönetme lüksün var. Şu an iş hayatında yok mesela, daha üç aylık iş deneyimiyle bunu söyleyebilirim. Dediğim gibi okuldayken yeterince vaktim varken daha çok iş yapayım, okul bittiği zaman bak ben bunu yaptım bu kadar zaman diyebileceğim bir şey olsun diyordum. Emir Bey de öyle bir ürün olarak çıktı.

Aybike: Emir Bey’in albüm hazırlıkları var mı peki? İlerde neler olacak?

Emir: Belli aralıklarla düşünüyorum ben ama sonra unutuyorum. Albüm yapmak zor, siz de takip ediyorsunuz sonuçta müzik piyasasını, gitgide zorlaşıyor. Basılmasını ve yayınlanmasını geçtim, adam gibi kaydedilmesi insanların bir araya gelmesi bile zor. Emir Bey olarak en son altı kişi olduk ama herkes senede toplasan on beş gün aynı şehirde olabiliyor. Prova yapmamız bile zor oluyor. Senede üç dört konserimiz olabiliyor. Bir yandan düşünüyorum bu insanlar daha da bir dağılmadan bir şekilde kayıt yapalım, uç derecede profesyonel bir kayıt olmasa da biz iyi çalmaya gayret edelim ve hiçbir yerde basmasak bile kendi elimizde hatıra olsun diye.

Aybike: Birlikte çalmak istediğin, şu müzisyenle de beraber bir şeyler yapsam dediğim birileri var mı peki aklında?

Emir: Sevdiğim çok müzisyen var ama bunların çoğu kolay ulaşılabilecek müzisyenler değil. Yurtdışından veya yurtiçinden olsun. Aslında kolay ulaşılabilir de çok farklı müzikler yapıyoruz, aynı potada eritemeyeceğimiz tarzlarda. Örneğin, çok sevdiğim Klasik Türk Müziği müzisyenleri var ama o adam tamburuyla bizim grupta ne yapabilir nasıl konuk edebiliriz şeklinde düşününce de bir yere oturtamıyorum. Takip etiğim kişilerle de bir şey yapmaya gelince bence istenince yapılabilir, zor olacağını zannetmiyorum. Artık insanların maillerini kolay bulabiliyorsun, telefonlarına kolay ulaşabiliyorsun. Geçenlerde denedik olmadı gerçi. 60 m2 konserinde biraz daha ünlü konuklarımız olacaktı.

Aybike: Kimlerdi?

Emir: Fırat Tanış ile Halil Sezai Paracıkoğlu olacaktı. Fırat Tanış, Yani şarkısını yapan, seslendiren oyuncu. Şarkıyı onun söylediği videodan öğrenmiştim. Onun vakti olmadı. Bir de insanlar çok yoğun, başka işleri güçleri de var herkesin. Halil Sezai’den de bir ses çıkmadı. Önce bir gelirim dedi ama sonra iptal oldu. İlerde bir kayıt yapılırsa mesela Jehan Barbur gibi biriyle söylemek çok isterim. Bir yandan da Nil İpek var zaten, kimseye gerek yok gibi o varken. Çok beğeniyorum Nil İpek’in sesini, müzik tarzını, şarkılarını.

Buse: Albümlerden ya da usta isimlerden etkilenerek şarkı yaptığın oluyor mu? Ya da kimlerden etkileniyorsun?

Emir: İyi soru diyerek vakit kazanmalı… Antalya’dayken çok olmasa da İstanbul’a geldiğimden beri farklı müzik dinliyorum. Ama müzik dinlemeye başladığım yaşlarda hep metal ve rock ağırlıklı müzik dinledim. O yüzden sevdiğim şarkılar aşağı yukarı o formlarda diyebilirim. Müzisyen olarak düşününce de açıkçası şuna benzeyeyim motivasyonuyla yapmadığım için öyle bir şey diyemiyorum. Bazen yapıp bitirdikten sonra şarkının şu kısmı buna benzemiş mesela diyebiliyorum. Muhakkak her dinlediğin fark etmeden bir şekilde beyninde yer edebiliyor. Bir şeyler üretmeye çalıştığın zaman farkında olmadan seni dinleyenler tarafından anlaşılabiliyor bu kısmı buraya benzemiş burasının söyleyiş tarzı aynı olmuş diyerek. Örnek aldığım çok müzisyen var ama bu müzisyenler benim müzik tarzımda işler yapmıyorlar zaten. Bu yüzden müziğime o kadar yansımıyor. MeselaMegadeth’in solisti, gitaristi Dave Mustain’i çok severim ama onun yaptıkları gibi bir şarkı yapamadım henüz. Heavy metal grubu kurarsak bir gün onu da yaparız umuyorum.


Aybike: Son zamanlarda çok beğendin bir albüm oldu mu?

Emir: En son Emir Yargın’ın albümü çıktı, sekiz şarkısı da mükemmel, lansmanı da mükemmeldi, ben de çaldım onunla sahnede, Nil İpek de, Umut da, Onor Bumbum da hep birlikteydik sahnede. Tokat klibi de çok keyifli. Daha öncesinde Onor Bumbum’un albümü çıktı. Eskiden beri tanıyordum, Emir Yargın’ın çocukluk arkadaşı. Türkiye’de elektronik müziği ilk yapan insanlardan biri diyebilirim, lise yıllarından beri daha elektronik müzik kavramı bile oturmamışken yapıyormuş mesela. Ben de bazı şarkılarını severek dinliyordum. Albümü çıkınca aldım hemen, lansman konserine gittik, Umut Onor’la da çalıyor aynı zamanda. Bir kısmı bildiğim şarkılar, bir kısmı ilk kez dinlediğim şarkılar. Üzerinde detaylı çalışıldığını hissetim albümün. Şarkılar bir anda yapılmış ve albüme konulmuş şarkılar da değil, altı yedi senelik emek var ve o zamanla hem adamın kendini geliştirmesiyle hem kazandığı müzik birikimiyle birlikte bir süzgeçten geçmiş. Hiçbir şarkıda ego patlaması görmüyorum, her şarkı hakikaten samimi geliyor. Onun tarzı da melankolik açıdan hemen hemen benim tarzıma yakın. O yüzden albümü alır almaz her şarkısını çalalım, cover’layalım diye düşündüm. Sakareller’in de keza öyleydi. Albüm çıkarken grupta olmadığım için daha rahat reklam yapabiliyorum şu an. Sakareller yedi senelik bir grup ve çoğu şarkısı da beş yıldan daha fazla bir geçmişe sahip. Birçok yerde çalışırken, çalarken bir form almış şarkılar ve hani dinlediğin zaman tamam bu şarkı olmuş daha da bir şey eklenemez diyorsun. Ben de biraz öyle bitmiş işleri seviyorum. Tabii ki konserlerde çıkıp farklı versiyonlarıyla çaldıklarında da keyif alırım ama albüm olarak dinlediğim zaman bana çok keyif veren Türkçe albümler olarak bu ikisine örnek verebilirim. Birsen Tezer’in Cihan albümü var 2009’da çıkan. Mükemmel bir albüm benim gözümde. Caz ağırlıklı diyebiliriz. Türk müziğine de çok hakim bir sesi var. Kendi besteleri ile Bülent Ortaçgil besteleri var albümde. Lemur’un EP’sini tekrar tekar dinledim ve çok beğendim. Düşünüyorum acaba kişisel bağ kurduğum insanların müziklerini daha mı çok severek dinliyorum diye. Hakikaten de öyle. Ancak Birsen Tezer hiç tanımadığım bir isim ve mükemmel bir albüm yapmış başka söze gerek yok, aldığımdan beri dinliyorum defalarca kez de dinleyebilirim. Son dinlediğim mükemmel iki albüm ise sanırım 2010’da çıkan Ceylan Ertem’in Soluk albümü ve 2011’de çıkan Nada’nın Oda albümü, bunları da tekrar tekrar hiç sıkılmadan dinliyorum.

Aybike: İlerleyen günlerde nerelerde görebiliriz seni?

Emir: Evde.

Aybike: Konserler olacak mı?

Emir: Yakın zamanda Sakareller ile olacak Peyote’de. Sakareller Peyote açıldığından beri orada çalan bir grup, o yüzden ahbaplık var aralarında. Albüm de oradan çıkınca artık daha bir ağabey kardeş gibi görüyorlar birbirlerini. Ben de yavaş yavaş içine giriyorum o ilişkinin. Sakareller ile EP yaptık bu arada dört tane şarkımız var. Bir tanesi Pixies şarkısı Alec Eiffel. Sözlerini Türkçeleştirdik onu söylüyoruz. Bir tane Radiohead şarkısıAnyone Can Play Guitar var ve onu Herkes Bağlama Çalamaz diye Türkçeleştirdik. Kraftwerk’in Radioactivityşarkısı var. Bir de sözlerini değiştirmedik, Galip Dede isimli 70’lerden Akvaryum diye bir grubun şarkısını çalıyoruz.

Aybike: Geniş bir skalada olmuş keza Kraftwerk, Radiohead…

Emir: Sakareller’deki insanlar da farklı müzikler dinleyen insanlar. Ben mesela hiç Pixies dinlememiştim hayatımda. Çalmam gerekmese de dinlemezdim açık konuşmak gerekirse. Çaldıkça insan bir şeyleri anlıyor. Kraftwerk’i de çok az dinlemiştim mesela. Adamlar seneler önce yapıp babalar gibi ortaya koymuşlar. Elektronik müziğin devi hatta tekeli adamlar. Geçen gün Radiohead’in bizim de çaldığımız “Anyone Can Play Guitar” şarkısının eski bir videosunu bulup yollamış arkadaşlar ve çoluk çocuklar resmen adamlar. Havuz partisindeler, bir ara da klip çekmişler böyle. Saçlar punk, tarzlar farklı. Yani herkes değişiyor ya zamanla. Bunu gördüm o videoda ve en çok ona eğlendim, sokakta görsen dönüp de bakmayacağın hareketler. O zaman öyle değilmiş tabii, 2011 gözüyle değerlendiriyoruz ve komik geldi.

- yazıdaki yıldızlı kısımlar ve Buradan sonrası benim eklemelerimdir -

BÜTMK var bir de müzik hayatımın en önemli deneyimi diyebileceğim. Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü. Sadece koro veya solo eserler söylediğimiz bir yer değil, bir damak tadı kazandığımız bir ayrı ortam. Dünyanın en sıra dışı insanlarından Gönül Paçacı hocamızın şefliğinde, birbirinden güzel insanlarla geçirilen 3-4 seneye değinmemek içime oturdu.

Bir de BÜMK (Müzik Kulübü) ve Avaz Avaz (Kulüp mecmuası) hakkında ufak tefek eleştirilerim vardı ama kayıt cihazının ömrü yetmedi ne yazık ki, bunlardan bir zaman ayrıca bahsetmek lazım. Bu röportaja vakit ayıran Aybike Hanım ve Buse Hanım'a teşekkürler, bir de röportaj esnasında yanımda gıkını çıkartmadan oturan Umut Bey'e.