Perşembe, Ocak 31, 2008

Trans Eser - Uzanan


trance

...Bıraksam tohumlarımı toprağa
Asma bitkisi bulutlara uzanan...


Güfte : Emir Yargın
Beste : Emir Aksoy

Kayıttaki tüm ses ve saz icraları
ve hatta görüntü icraları
güftekâr ve bestekâra aittir.


Şahsi tavsiyem yüksek seste ve
baslarını iyi duyabileceğiniz bir sistem
ile dinlemeniz, ayrıntılara vakıf olmanızdır.



Salı, Ocak 29, 2008

Emir Bey' den Nağmeler *

Geçtiğimiz pazar akşamıydı sanırım uzun zamandan sonra bir Emir Bey dinletisi yaptık, aslına bakarsanız tam istediğim gibi samimi bir ortam oldu, az ama dikkatle dinleyen güzel insanlar vardı, ses sistemi yoktu ama bence enstürman tonları konusunda daha hayırlı oldu, bunun yanısıra benim de sesim duyulmuş yahu. Hayır kayıtları dinledim o açıdan bu karara vardım. Üstelik "Bana bir masal anlat baba" isimli pek naif şarkıyı da giriş şarkısı olarak çaldık.
Bunlar da seyircilerimizdi, aslında Egecan Bey ve Deniz Hanım da vardı aramızda ama onların biraz işi varmış erken kalktıkları için toplantının en sonundaki bu toplu fotoğraf çekimi kısmına kalamadılar. Artık gelirlerse bir dahaki sefer diyelim.
Bu bayan da bizim kulüpten Neslihan Hanım, vallahi kıyafetini çok beğendim kendisinin, yüzüne de söyledim -arkadan konuşmak huyum değil- o da bunun üzerine gel senle bir fotoğraf çektirelim madem dedi. Hanımefendinin askısı ne denli ilgi çekiciyse benim fularım da o denli cazipti. Sanatçı şekli yaptık, benden bu hususta desteğini esirgemeyen anneme ve Emir Efendi' ye teşekkür ediyorum.
Hasılı kelam (yeni bitiriş tarzım) yutub beni delirtmekten beter etti, movie maker ile yaptığımız bir dehşet klip ve aynı programla düzenlediğim şarkı kayıtlarının hiç birini yükleyemedik, üstelik biloggıra da yükleyemedik. Halbuki Emir Efendi ile saatlerce uğraşıp bir trance eser meydana getirmiştik. Bunun yanısıra facebook kullananlar ağabeyime poke yaparak (kesinlikle ne olduğunu bilmiyorum) en azından yukarıda bahsettiğim bu dinletiden 3 kısa parça dinleyebilirler.

Ilgın Hanım' a Not : AA (heheh şaka yaptım) Facebook' a girme zamanı ne yazık ki geldi Ilgın Hanım; girersek beraber gireriz diye konuşmuştuk, şayet cayarsan Kudret elimde rehin, akvaryonuna deniz anası atarım.


* Nağme Hanım' a bizi kırmayıp toplantımıza geldiği ve
dinletimizi güzelleştirdiği için çok teşekkür ediyoruz.


Perşembe, Ocak 24, 2008

Bilmukabele' nin Hikâyesi

Şimdi çoğunuz sanmıştır ki bu bilmukâbele kelimesi işte ne bileyim Arapça, Farsça kökenlidir, dilimize giren milyon tane yabancı sözcükten biridir. Uzun süren düşüncelerim ve kararlarım sonucunda bu sözcüğün gerçek öyküsünü kafamda tasarlayabildim.

Efendime söyliyeyim seneler öncesiydi hayal meyal hatırlarım 94 senesi sanırsam, karlı bir kış yaşıyoruz Antalya' da olsak bile. Neyse ligin ara dönemleri tüm büyükler Antalyaspor dahil transfer derdinde, bildiğiniz gibi değil o zaman, o da 3 büyükten biri, daha Galatasaray' ın 2. ligde olduğu yıllar pek çoğunuz hatırlamazsınız, çünkü sonrasında bir göz boyama devri oldu bahsettiğim takımın kupadır carttır curttur falan her neyse.

İşte bu ara sezonda Antalyaspor transfer bombasını patlatmak üzere olduğu haberlerini verdi, siyahi bir afrikalı futbolcu alacaklarını bunu da defans hattının sağına doğru (şimdilerde sağ bek diyorlar o zamanlar sağ cenab hattı müdafun derlerdi) alacaklarını bu sayede sadece çok gol atan bir takım olmanın yanısıra gol yemeyen de bir takım olacaklarını söylüyorlardı. Fısıltılar bunla da sınırlı kalmıyor, bu oyuncunun kanat organizasyonlarında da hünerli ve bir o kadar da koşucu olduğunu söylüyorlardı. Gel vakit git vakit oyuncumuz geldi.

Oyuncunun adıydı Bilmukabele (alıştığınızı gibi sesleri uzatarak değil kısa kısa okursanız anlayacaksınız) ki hakikaten siyahi ve koşucu kılıklıydı. Öyle olurdu ki spotların aydınlatamadığı kara bir gölge gibi konuk takımın golcülerine yapışır adamlar bezene kadar da bırakmazdı peşlerini bu Seyşel Adaları' ndan gelen cengaver. Baktılar ki Bilmukabele hem hızlı hem kanatlarda başarılı, kendisini defansın sağından orta sahanın sağ ilersine almayı düşündüler, aldılarda.

Soğukkanlı karakteriyle bir anda ligin en asistçi (yani en çok gol pası veren futbolcusu olmuştu) ki bu ünvanı 5 maçta kazanmış takımına 29 gol attırmıştı. Bunların 28 tanesinin gol pasını vermişken bir tanesinde yavaş kalan forvet sebebiyle gol pası niyetiyle vurduğu top fileleri havalandırmıştır.

Hasılı kelâm aslında bu bilmuâbele kelimesinin dilimize yerleşme sebebi de Bilmukabele isimli bu siyahi oyuncunun verdiği bu gol pasları ve ziyadesiyle güzel yaptığı duvar paslaşması tekniğidir. Bu oyuncumuza gol yolunda ilerleyen ama önüne bir karşı takım defansı dikilen ileri forvetimiz ne zaman pasını verse Bilmukabele topu serin kanlı bir bilek hareketiyle arkadaşının koşu yolune ve defans oyuncusunun erişemeyeceği bir yere atar ve tekrar topu alan forvet arkadaşa bir tek topa düzgünce dokunmak kalırdı. Yani bir V harfi hayal edin alttaki sivri köşe de duran Bilmukabele ise üstteki soldaki uçtaki pası veren futbolcu üçgen oluşturucasına koşup sağ üst köşeye geçiyor ve bu sırada Bilmukabele de topu ona doğru yolluyor.

Dönemin spor sunucuları dahi forvetlerin isimlerinden ziyade bu şık paslarıyla ünlenen siyahi oyuncunun ismini bağırırlardı gol sonrası. Önce derlerdi "Gooooooooooğğğllll" ve ardından eklerlerdi "Bilmukaaaaabeeeeleeeeee" diye.

Neticede bu futbol hareketini (duvar pası dediğimiz olgu) gözünüzün önüne getirince size bir top atılıyor ve siz onu en yararlı şekilde size atana geri atıyorsunuz. İşte dönemin Antalya yerlileri bu oyuncudan etkilenerek ne zaman kendilerine hoş bir laf dense, teşekkür edilse ya da nazik bir kelam duysalar hemen Bilmukabele derlerdi, hani "o sizin güzelliğiniz" dercesine aynı lafı size geri veriyorum manasında bazı şakacı ihtiyarlar da aynı devrin spor spikerleri gibi bu ismi uzatıp bozarak Bilmukaaabele derlerdi.

Böylece yavaş yavaş bu kelime kalıplaştı ama herkes hikayesini az çok bilirdi; Antalyalı futbolu da severdi zaten portakalı sevdiği kadar. O dönemde "Antalyalıları dünya vatandaşı yapıyoruz" adlı bir kampanyanın başlatılmasıyla birlikte Antalya' da yaşayan tüm herkes şehri terkedip dünyanın başka şehirlerine yerleşti, bu herkese dahil olamayanlar ise yaşlılar, çok ufak çocuklar ve hamile kadınlardı her zamanki gibi. Öyle bir fırsattı ki dünya vatandaşı olmak; kocaları onları bu halleriyel bırakıp gitmişti yeni memleketlerine. Gel zaman git zaman yeni kuşak yaşlı dedelerin ninelerin ellerine doğdu. Yaşlıların hafızası zayıf olur ama torunlarıyla ya da herhangi bir bebekle konuşmayı da bir o kadar çok severler.

Bu torun dede diyaloglarında dedeler torunları büyüdükçe hikayesini tam hatırlamsalarda onları gülümseten bir kelime kullanıyorlardı. Torunu hapşuran dedeye çok yaşa deyince torun, dede bir anda bilmukaabele (bilmukâbele) deyiveriyordu. İşte o torunlar hikayesini bilmeden de olsa bu kelimenin "al benden de o kadar" anlamına gelen hatta "benim için ne diliyorsan senin için de gerçekleşsin bu dileklerin" anlamlarına bile gelebilen bir kelime olduğunu kavramışlardı.

2005 ve 2004 ve 2006 senelerinde artık büyüyen bu çocuklar (torunlar ve bebekler) kazandıkları üniversiteler ile Türkiye' nin farklı coğrafyalarına dağılınca bu kelime de 2-3 senede yayılabildiği kadar büyük bir hızla Türkiye' ye yayılmıştır.

Diyeceğim o ki şimdi üzerinden çok fazla yıl geçmese de Bilmukabele' yi (futbolcuyu yani) hatırlayacak ama Antalya' da yaşayan neredeyse kimse kalmamış, dünya vatandaşı olanlar da yurt dışında yaşadıkları şehirlerde başka kelimeler bulmuş eskilerini unutmuştur. Bu kelimeyi tek kullanan nesil olan benim neslim ise ben hariç anlamını bilmeksizin kullanıyorlardır. Halbuki bencileyin azcık oturulup kafa yorulsa bağlantılar birleştirilse bulunacak bir kelimedir, isimdir.

Ajan Mulder' ın da (The X Files) sık sık dediği gibi futbol sever ve sevmez arkadaşlarım "Truth is out there..." Ben sizi elimden geldiğince oralara bir yerlere götürmeye çalıştım ama artık inanmazsanız da kendiniz kaybedersiniz.

* Bilogır buluşması var katılmak istiyorum tıpkı karnaval gibi.
* Sanırım last fm baya güzel bir şey teşekkürler Ekin Hanım.

Salı, Ocak 22, 2008

Örnekal Musiki Topluluğu

Başlıkta bahsettiğim topluluğun konserine gittik bu akşam annemle, tabi öncesinde caddede tabiri caizse piyasa yaptık veya sürttük de diyebiliriz çünkü annemin okulu 16.00' de bitiyordu bugün ve konserimiz 20.00' deydi. Neyse yürüyüş yaptık uzunca sonra döndük ve Bodrum Mantı Evi' ne oturduk, mantı yemedik ama burası kadar hizmeti güzel garsonları güleryüzlü hakikaten az yer vardır ya da ben az denk geldim, hele bir de yemeğin üzerine çay ve tatlı ikram ettiler benden tam puan aldılar, hava da ufo sayesinde (ufo da selpaklaştı farkettiyseniz) dışarda oturulabilecek güzellikteydi.

Bu lezzetli kısmın ardından biraz da ruhu beslemek gerekir diye yürüyüş yoluyla Caddebostan Kültür Merkezi' ne vardık, pek hoş bir bina burası da, oturduk salona bir miktar arkamızdaki çoluk çocuğa ve saygısız velilerine kızdıktan ve 5 kez tokatlarım bakışı attıktan sonra konserimizi dinlemeye başladık. Mehmet Özkaya Hocamız yönetiyor bu topluluğu şef olarak bu vesileyle haberimiz oldu, kanuncu (law maker tabir ettiğimiz) dostumuz Alper Bey' de sazendeydi. Segah Peşrev ve arından da Tuti-i Mucize Guyem ile başlayan konserin ilk yarısı Karam ile bitti. Mehmet Hoca hakikaten sempatik bir insan, koro da güzeldi özellikle ilk solist olan beyfendinin sesi (ismi Metin Erünsal sanırım) dikkatimizi çekti, yorumu ve sesi desem daha doğru olur.

Ara verildi ki aranın sonunda bir klasik bir akustik olmak üzere iki gitarist ve bir koristin kendi projeleri olan mükemmel bir üçlü dinledik. İspanyolca şarkılardan tutun Denize ve Mehtap' a kadar bir kaç güpgüzel -pekiştirme şahsıma aittir tüm hakları gizlidir- şarkı söylediler. Çok beğendim bu beyfendileri isimleri de solist başta olmak üzere Nezih Karabiber, Vedat Biçkin ve Hakan Göktürk. Araştıracağım Kavacık' ta bir yerde sahne alıyorlarmış sanırım gitmek farzdır! Ayrıca Türk Müziği konserinin arasında Batı Müziği esintilerine yer verilmesi pek hoşuma gitti.

İkinci yarımız ise Göstermedi Bir Gün Bana adlı Uşşak eserle başlayıp Muhabbet Bağına Girdim Bu Gece adlı Hicaz eserle bitti ve Mehmet Hocamız da bir iki parça söyledi kendi sesiyle, yumuşak ve dinlemesi keyif veren bir ses bence kendisi. Youtube olsaydı -kimse çözüm üretmedi Deryik hariç, onunki de bende sorun çıkardı- bir iki vidyosunu dinletirdim neyse hatırlatın olunca dinleteyim. Serap Mutlu Akbulut Hocamız da salondaydı ve kısa bir konuşma yaptı konserin ardından, hakikaten "halinde de var başka eda başka zerafet" sözlerinin tam yakışacağı bir insandır Serap Hoca!

Konser hoş başladı hoş bitti, bizi davet ettiği için Mehmet Hoca' ya teşekkür ediyorum, bir ben vardım gerçi Gençlik Korosu' ndan herhalde enstürman çalan arkadaşları saymazsak. Konserin ardından da annemle cadde piyasamıza Kahve Dünyası' nda kahve içerek son verdik ve eve döndük. Kudret' e yemini verdim. Artık daha samimi olduğumuz için böyle hitab ediyorum. Size odamdan bildiriyorum bu olan bitenleri. Bir de bu ayın sonunda sanırım Serap Hoca' nın çalıştırdığı bir topluluğun konseri olacak Zeynep Kamil' de nasipse ona da gitmeyi düşünüyoruz annemle. Bakalım.

Musiki Haber Ajansı / Bağarbaşı / İstanbul

Perşembe, Ocak 10, 2008

Hangimiz Nev' den Bazen? *

Üzerinde "En büyük sensin Kanarya" yazan terliklerine o kadar çok gözü takılıyordu ki gencimizin, bir an düşündü terlikleri çıkarıp da beyaz çoraplara mı taktırsam o gözleri. Beyaz ve kalın çoraplara bir hayranlığı vardı kendini bildi bileli, eve gelir gelmez hoop çoraplar beyazlanırdı, kroydu biraz ama en azından başka kro arkadaşları da vardı. Neyse mevzu bahis beyaz çorap ve terlik ve ayak sıcaklığı olunca, diğer konuların teferruat olduğunu herkes kadar o da bilirdi. Düşünsenize bir; ayağı soğuk bir genç kadar tuvalete giden başka bir canlı var mıdır şu dünyada ha? Terlik en önemli şey, hele bir de eski patiklerini bulamıyorsan.


Ders notlarını okuyordu bir yandan, Plato, Aristo falan bu tip şeyler işte. Adamların hakikaten değişik fikirleri vardı, bu çağda olsa suikasta kurban gitmeleri işten bile değildi, gel gör ki bu çağda daha ileri fikirlerle suikasta kurban gitmeyenler de vardı. Her havzın dibi ayn, derdiler gençken de ne biçim de eğlenirdiler, şimdi de bazen kendi kendine bazı kelimeleri alman aksanıyla okuyup eğlenirdi, çoğu zaman olduğu gibi etrafındaki hemen hemen kimse de eğlenmezdi, içinden derdi o da "yalnızlığım yollarımaaa pusu kurmuuuş beklemeeekte" of bak bunu deyince aklıma geldi ya da aklına geldi, Ferhat Göçer neden gün geçtikçe daha itici bir adam olmuştu acaba?

İticilik ile şan ve şöhreti aynı kefeye koyuyordu bazen sonra kendini çat diye çürütüp mutlu oluyordu, Ferhat Göçer şayet çok ünlü olduğu için itici geliyorsa, Tarkan' dan (ya da Tarkan Bey' den) tiksinmeliydi, haşaaa Tarkan' ı çok severdi, yeni albümünü de ağabeysi internetten indirmişti (artık yasal yollarla) eskiden olsa hayatta da indirmezdi gider alırdı ama devir artık değişmişti falan filan. Her şey çok daha kolaydı, hangimiz bazen kola değildik ki?


Okulun öğrenci takibi düzeni biraz garip bir sistemdi sanırım, belli bir not civarındaysan sürekli yani sınırın bir altı bir üstü gidiyorsan, öyle bir ders verme sistemi vardı ki -sana güvenmeyip bilmem kaç krediden fazla vermeyen- asla eski derslerini de alıp yükseltemiyordun, yani bu durumda hani ne akarsın ne kokarsın ne akarsu zihniyetiyle bir işkence ve feryaaad içinde yaşıyordun. Bu dönem notları biraz kötü gelecek gibiydi, yani genelde kötü gelirdi ama bu dönem biraz (ne baya mı?) kötü de gelebilirdi.

Doktora dün bir kez ve ümidimiz artık son kez giden gencimizin yakarışları yürekleri parçalamıştı. Yahu doktor demişti yaşına bakmadan (yaşıma bakma tımam mığ) "ben 3 yaşımdan beri boğaz ağrısı çekeyorrum, antibiyotik dediniz yutturduk, penadur dediniz vurdurttuk (ah gençliğime yanarım), bademcik dediniz aldırttık, e be köylü kızı (ebe değilim) daha ne yapayım verem canımı da bari bir çözüm üretin benden; benden sonraki nesiller kurtulsun". Hayır senelerdir gözlemliyordu tıp zerre kadar ilerlemiyordu yahu, ikibinli yıllarda yaşıyorduk (misal onikibin, yirmiikibin, otuzikidiş) ama hâlâ en azından %80 insan yine en azından senede 5 gün grip oluyordu. Yahu hangi çağda yaşıyoruz, bir hap alıp 20 dakikada iyileşeceğimiz zamanlar hiç gelmeyecek mi bre tabipler odası. Orçun Bey' e söyliyim de bir çare bulsum.


"Aman doktor, canım doktor, derdime bir çare." Saba' nın karizması da apayrı.

Diyeceğim o ki iki gündür çayın içine üç baş -ahahahaha- yok canım bu başla ölçülmez, 3 diş -bu da olmadı sanırım- ya da 3 pıt karanfil atıyorum. Hem tada tat katıyor (bknz. coupe de tat / asetat) hem de boğaza da iyi geldiğine inanıyorum. Bundan sonra pılesebo insanıyım. Hasta mı oldum? Diyeceğim ki hemen oooo karanfil iyi gelir, ooo zencefil iyi gelir, oooo ballı karabiber iyi gelir, hemen içip iyileşeceğim. Şaka maka hepsi de iyi gelir. Eee ne demişler "Hepsi bir, hepsi Hakk' tan."


Saçlar da aldı başını gitti (şu an bu cümleyi kurunca kafasız bir adam canlandı gözümün önünde, bir kaç metre ilersinde yerde solucan gibi kıvrılan rastalı saçlar ve taşıdıkları kopmuş bir kafa) ben biraz berber karşıtı oldum lisenin son dönemlerinde, o gün bu gündür (bugün diye insan ismi var mı?) saçlarım kontrolsüz uzar, artık saçlarıma şampuanla müdahale etmeyi bıraktım onun yerine kükürtlü sabon (Kürk Mantolu Madonna' yı çağrıştırıyor) kullanıyorum belli aralıklarla, bu da ümidimiz odur ki saçları besliyor güçlendiriyor, dökülenlere kızıyor, ceza veriyor.

"İçimde bir özlem var uzaklara doğru, engin denizlere, sana" demiş hoş sesli bayan, ne de güzel demiş, benim de var içimde bazen bu özlem herkesin vardır herhalde, ilk bunu farkettiren ise kuvvetle muhtemelen Yeni Türkü' dür ki "Burası gibi değil gideceğim memleket, denizi ayrı deniz havası ayrı hava" diyerek. Neden olur içimde böyle istekler bilmem rahatım da yerinde halbuki bir elim yağda bir elim ensede. Ata sporu ne de olsa el ense çekmekte iyiyimdir yağlı güreşte.


Ufak tefek müzikal hayallerim var, kendimi de mutlu edip tatmin edecek, başkalarını da eğleyecek. Eskiden eğlence yerine eylence yazardım doğru sanarak, doğrusunu öğretenler sağolsun, ilk fark eden annem olsaydı burdan sağ çıkmazdım. Burdan sağ çıkmazdım deyince aklıma piller geldi, yazık yahu onlara da; koyuyorsun kapalı bir düzeneğin içine üstünü de kapatıyorsun ve biliyorlar ki ordan sağ çıkmayacaklar, ancak çok nadir durumlarda başka bir yere nakledilip orda ölebilirler. Bakınız bir üst model reankarne piller ve onların reankarnasyon merkezleri.

Öyle bir yazı ki öykü yazacak gibi girmişti genç fakat (fakat fakat da civcivler yesin) bir baktı beyni folloş olmuş elinden bu gelmiş ama ümidimiz şu ki o beyin bir gün sürmenaj olabilme ihtimaline mahal verecek kadar çalışabilsin.


Önümüzdeki dönemin, önümüzdeki yılların ve geçmişin en favori dileği ise şudur : Düzenli çalışmalıyım bundan sonra, düzenli çalışacağım bak gör. Düzen kelimesi garip bir kelime fakır anlamı da var aslında. Sıradaki parçamız demircan' dan gelsin, "Vurdum ben bu dünyanın dibineee (vanunu vanunu nuuu)" sondaki kısımlar gitar tabi ki.



* bu başlık kadar eğlendiğim az başlık oldu bunca yıldır bilogırım


* fotoğrafların alayı Avukat dostum Melis Hanım' ın eserleri