Cumartesi, Temmuz 11, 2020

Ayasofya ve Muhalefete Muhalif Olmak


Uzun zamandır Gözümün Seyir Defteri'ne zaman ayıramıyorum, malum tüm yazınsal zamanımı karsimuzik.com alıyor. Ancak bugün tam da buraya bir şeyler yazmak istedim, malum esas günlük her zaman burasıydı, haliyle uç duyguları burada depolamakta fayda var. Arşive bir göz attığımda önceden -komik de olsa- burayı tam anlamıyla bir günlük gibi kullandığımı görüyorum, sonrasında 2010 döneminden itibaren ama özellikle 2013 ve sonrasında canımı sıkan gündeme dair içimi döktüğüm bir alana dönüşmüş bloğum daha çok. Sonrasında malum yokuş aşağı gidiş hızımız öyle yükseldi ki "tutuklanır mıyım, işten atılır mıyım, iş bulabilir miyim" gibi kaygılarla peyderpey yazdığım tüm "siyasi" yazıları kaldırdım gel zaman git zaman. Bu cümle bile ne kadar acı ve bir o kadar da memleketimin gerçeği değil mi?

Beni tanıyanlar veya burayı eskiden beri okuyanlar çok iyi bilecektir, sanmayın ki bu yazılarımda küfür veya dozu kaçırılmış bir eleştiri var. Sadece yıllar içinde ülkemizdeki ifade özgürlüğü kavramına yaklaşım değişti ve iktidara karşı en ufak bir farklı fikir sunan herkes terörist olarak etiketlenmeye başladı. Bu öyle sözde bir etiket de değil, bugün 10 sene önce bu topraklarda fikirlerini özgürce söyleyebilen ve toplamı yüz binleri, etki alanları ise on milyonları bulan aydın, akademisyen, siyasetçi, gazeteci, bürokrat, devlet memuru, asker ve daha nice bu toplumun içinden insan (özetle Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları) bugün ya ülkeden kaçtı, ya tutuklandı, ya işinden ekmeğinden oldu, ya kumpaslara kurban edildi hapislere atıldı ya da doğrudan veya dolaylı olarak öldürüldü. Hâl böyle olunca insan ister istemez korkuyor, geri çekiliyor, ne de olsa normal "vatandaşız" en nihayetinde; sistem iki dudağın arasında olunca bunun karşısında etimiz ne budumuz ne değil mi?

2005-2008 arasında genç Emir Ayasofya'yı gezerken.

Bu korku, çaresizlik ve bunların altında biriken ve hiç dinmeyen öfkeyi düşünce "peki 2000'lerin başından bu güne gelişte benim gibi o yıllarda çocuk/genç yaştaki sıradan bir vatandaş değil de yetki/etki sahibi insanlar ne yaptılar" diye düşünüyorum ara ara. Bir kısmı daha kimse anlamadan gelmekte olan tehlikeyi öngördü, tüm gücüyle çarpıştı ve yukarıda yazdığım kaderlerden birini yaşadı. Diğer bir kısmı ise gelen tehlikeye uyumlanmayı, oradan nemalanmayı ve hatta onun parçası olmayı seçtiler. Zamanın ruhu bunu gerektiriyordu ne de olsa. Bu grubun bir kısmı alenen tarafını belli etti veya taraf değiştirdi, ancak çok daha tehlikeli olan bir kısım ise "muhalif" gibi görünerek ellerinde kalan ve benim gibi insanlardan sömürdükleri toplumsal gücü bu gidişin aktörlerinin attığı her adımı meşrulaştırmak ve bizleri sönümlemek için kullandı, kullanıyor.

Ben de moda olanı yapacağım, iktidara laf edersem sonum iyi olmaz, bari muhalefete giydireyim diyenlerin safını tutacağım bugün. Murat'ın Twitter'a yazdığı şu cümle gibi hissediyorum tam: "Muhalefetin görüş sığlığından o kadar nefret ediyorum ki, muhalefete muhalefetten AKP'li olacağım." Keza bu Ayasofya konusunda sözde muhalefetimizin hemen hemen her bir karakterinin çapsızlığı, beceriksizliği ve gizli/aleni görevleri olan iktidarı yüceltme amaçları tekrar bir kez daha ortaya çıktı. Toplumu oluşturan ve benim de bir parçası olduğum büyük bir grup "sıradan" vatandaş bu kararın anlamını en ince detayına kadar, alt metniyle üst metniyle görür, anlar ve buna dur diyemediği için kahrolurken; işi tam olarak bu ve benzeri olayların anlamını topluma açıklamak ve kitlesini örgütleyerek olmayacak işlere muhalefet edilecek alanlar oluşturmak olan sevgili muhalefetimiz "sandılar ki açamazsınız diyeceğiz, onlar da bize dinsiz diyecekler, bakın şimdi ne oldu keh keh" gevrekliğinden "ilk namaza ben de gideceğim" şuursuzluğuna, hatta "ne var canım bundan rahatsız olan da ne bileyim biraz Bizanslı, bu bizim meslemiz, bu karar milletimize hayırlı olsun" seviyesine bürünüverdi. Daha vizyonsuz olan bir kesim ise "iktidarın son kozunu bu kadar erken kullanacağını düşünmüyordum" gibi hiçbir şekilde yere basmayan ve boş vaatlerle yalandan güzel bir gelecek projeksiyonu sunan cümleler kurdu, kurmaya da devam ediyor.

Bakın ben size bu iktidarın daha iktidar olmadan önceki yükselişinden bugüne nasıl bu kadar rahat ve karşı tarafı eze eze ilerlediğini iki cümlede anlatayım. Sırayla bu gidişin karşısında durabilecek hemen hemen herkes bu gelenin ne olduğunu anlamadı daha da beteri aynı vizyonsuzlukla bu gelen dalgayı ciddiye de almadı, her ciddiye alınmayan adımda bu beylerin iktidar alanı genişlerken, muhalefet adeta hiç savaşmadan tek tek cephelerini, siperlerini kaybetti. Ülkenin son 10-15 yılına bakın, iktidarı yapacağından alıkoymuş veya vazgeçirebilmiş hiçbir hareket esas işi muhalefet olanların muhalefetiyle değil farklı güçlerin "eh artık yeter" demesiyle yaşandı. Bazen bir avuç aydın, gazeteci, akademisyen, yazar, siyasetçi gerçekleri haykırdı işler sarpa sardı, bazen birikmiş öfke toplumu ayaklandırdı Gezi oldu, bazen Paşalar bu böyle gitmez dedi, istifa etti, bazen iş insanları, esnaf odaları, birlikler, sendikalar yanlış yapıyorsunuz dedi, tavrını koymayı denedi. Peki toplumun farklı kesimleri artık dayanamayıp patlar ve her şeyi göze alıp gerçekleri söylerken esas işi muhalefet yapmak olanlar ne yaptı dersiniz? Birkaçı bu dalgalardan kendine pay çıkarttı, birkaçı ortamda oluşmuş bu enerjiyi nasıl çaktırmadan söndürürümü planladı, birkaçı ise duymazdan/görmezden gelmeyi seçti. Tıpkı bugün olduğu gibi. Muhalefet bu tutum içindeyken toplumun bu yukarıda saydığım tüm kesimleri ayrı ayrı en sert şekilde "muhalefet etmenin" bedelini ödedi. Çünkü onları temsil ettiğini düşündükleri bu insanlar, ne dertlerini sahiplenmişti, ne de bu öfkeyi örgütleyebilecek tıynetteydi. Kendilerine koruma kalkanı olması gereken muhalefet aradan kaçıverince bu kesimlerin hepsi üçüncü paragrafta da dediğim gibi en sert bedelleri ödedi, ödemeye devam ediyor.

En sevdiğim fotoğraflarımdan, 2012 olsa gerek, Yashica ile çekmişim.

Bugün bu güncel olayların siniriyle yazıyor ve ilan ediyorum ki mevcut muhalefetin lider kadroları ve genel olarak kendini köşeye sıkıştırma sevdası tamamen değişmedikçe bu sözde muhalifleri bir daha hiçbir şekilde desteklemeyeceğim. İktidar muhalefete bir kum havuzu inşa etmiş durumda -bilirsiniz severler inşa etmeyi, eşi dostu besleye besleye- üstelik bu kum havuzunun alanı da her geçen gün daralıyor ama sözde muhalefetin sözde liderleri kaflarını o kumdan çıkarıp "ne oluyor kardeşim" diyeceklerine, "havuzumuz küçük olsun ama bizim olsun" diyor. Kendi alanları daralırken gerçekte ülke vatandaşının ne kadar daraldığını, hayat kalitesini nasıl da gitgide kaybettiğini, her geçen gün daha kötüye ve daha büyük bir umutsuzluğa düştüğünü bilmiyor. Hatta az önce de bahsettiğim gibi yeri geliyor toplumun canhıraş verdiği haklı tepkiyi de yok ediyor, muhalefet etmemeyi normalleştiriyor. Artık yeter. Böyle bir muhalefeti besleyeceğime alenen iktidarı desteklerim daha iyi, belki bir faydasını görürüm hem.

Ayasofya konusundan yola çıktım, daha bir kelime buna değinmeden, neler neler yazdım. Ayasofya'nın camileştirilmesi vasızfız muhalefetimizin küçültmeye çalıştığı kadar küçük bir olay değil ne yazık. Bu ülkenin kurucu kadroları ve onların iradeleriyle yapılan ve on yıllardır farklı isimler altında ama aynı niyetle süregelen bir savaşın büyük bir intikam hamlesi. Bunu yaparkenki minik şark kurnazlıkları, Danıştay ile paslaşıp riski paylaşma hamleleri, 20.53'te tüm kanalları bağlayıp ülkenin kurucu kadrolarını alenen ve hakarete varan bir üslupla ihanetle suçlama cesareti, yarın öbür gün önünü bir türlü alamadıkları döviz kurunun sorumlusunun bunu içine sindiremeyen Hristiyan Batı'ya yıkılma planı ve daha nicesi ortada. Bu işin kültürel yanına girmiyorum bile, aklıma Hasankeyf geliyor çünkü ve tüylerim diken diken oluyor. Ama özetle Ayasofya genç Cumhuriyet'in laikliğe verdiği önemin bir sembolü olarak müzeleştirilmişti. Bu kararın altına imza atan bakanlar ve Atatürk bunun ne anlama geldiğini çok iyi bilerek böyle bir karar verdi. Üzerinden bir asır geçmedi, hakaretler içinde bir karşı devrim ayiniyle camileştirildi. Fatih'in "ben yeni Roma İmparatoru'yum" vizyonundan, Abdülhamit'i Milli Mücadele'nin gerçek kahramanı, meczup torunlarını da ekran yüzü yapan kuşaklara geldik. Yazık.


Umudumu her geçen gün daha çok yitiriyorum ve görüyorum ki bunun gerçek sebebi artık iktidardan çok muhalefet ne yazık ki. Bunu mecliste canavar gibi düşündüklerimizi savunan bir avuç idealist vekili tenzih ederek söylüyorum tabii ama 10-20 kişinin çabasına değil, muhalefetin başından tabanına toplum iradesini örgütleyebilecek yetenekte olmasına ihtiyacımız vardı. Yakında ona da gerek kalmaz. Yine de bizim toplumdan, ülkemizdeki bizim gibi insanlardan, burada yaşamaktan ve burayı güzelleştirmekten vazgeçmeyenlerden yana olan umudumu asla kaybetmeyeceğim. Bu muhalefeti de bu ülkeyi de yeniden çekilebilir kılacağız bir gün muhakkak.

Yazdım, rahatladım.

Pazartesi, Mayıs 11, 2020

Turgay Bey'in Ardından


Bugün Turgay Bey'i kaybetmişiz, motorsikletliymiş ve tabii kasklı, ceketli ama yine de sadece motorsikletli deyince bile kötü olasıkların hepsi geçiyor hepimizin aklından çok normalmişçesine, ne acı. Sabah duyup da bir süre inanamadığım sonrasında ise aklıma aldırmakta zorlandığım için kitap okuyarak, bilgisayar ekranına bakarak üzerinde düşünmemeye çalıştığım bu konuyu tabii ki aklımdan atamadım, yine yazmaya sığınıyorum.

Turgay Bey ile aynı departmanda ama neredeyse hiç kesişmeyen işlerde çalışıyorduk. Yaklaşık iki senedir tanışıyorduk kendisiyle, işlerimizin kesişmemesi sebebiyle kendisiyle muhabbetimizin ilerlemesine müzik sebep oldu. Müzikle ilgilenen, müziğe vakit ayıran bir insandı Turgay Bey, hatta bir süredir gitar öğrenmeye başlamıştı. Bir konserime geldikten sonra benim müziklerimle de ilgilenmiş, yaptığımız kayıtlar ve şarkılar üzerine fikirlerini paylaşmıştı sağ olsun. -Anlamsız bir kullanım: Sağ olsun.- Birbirimizle sevdiğimiz müzikleri, birbirimizin seveceğini düşündüğümüz müzikleri paylaşırdık. Turgay Bey bazen bana "bu şarkıyı bence repertuvarınıza ekleyin, sizin sesinize yakışır" diyerek önerilerde de bulunurdu, soğukluğundan değil, kibarlığından hep sizli konuşurdu benimle.

Geçtiğimiz yıl Eylül'de iş yerinde yaptığımız müzik dinletisinde yeni öğrendiği enstrümanıyla sahne almaktan çekinmemiş, seslendirdiği parçaları da gayet de güzel çalıp söylemişti. Ofiste bazen bizim odaya gelir, gitarla ilgili bir şey sorar, karşı odada duran gitarı ödünç alıp o soruyu çözmeye çalışırdık kendisiyle birlikte. En son Karşı Müzik ve Pürtelaş 3+1 ile ilgili yazışmışız. Birkaç gün önce de gitar akorlarıyla alakalı bir şey danışmak üzere beni görüntülü aramış, ben de ona birkaç internet sitesi önermiştim, bir de Instagram'da paylaştığım müzik videolarına yorum yapmıştı.


İnsan tanımayı sevmenin, insanların fikirlerini merak etmenin, insanlarla birlikte vakit geçirmiş ve bir şeyler paylaşmış olmanın en büyük laneti de o kişiyle karşılıklı olarak birbirinin hayatında bir iz bırakmak belki de. Bu sizin tanımadığınız birinin kaybı veya yokluğu karşısındaki "hissizlik" lüksünüzü elinizden alıyor çünkü. Yine de iyi ki tanışmışız Turgay Bey ile, ışıklar içinde uyusun. Bu üzgünlük geçince şimdi lanet olarak tanımladığım bu şeyin belki de tek güzel gücümüz olduğunu hatırlayacağım yeniden. Sadece bazı bitişler öyle sert ki, buna hazır olmak için yapabileceğimiz hiçbir şey yok.