Pazar, Eylül 30, 2012

Yalan Dünya


Kronolojik yazmaya gayret edersem geçtiğimiz yazıdan bu yana değinmek istediğim olaylar şu şekilde gelişti. Öncelikle pazar günü kulüp toplantımızın ardından Ömer Bey bizi evine davet etmişti, oraya gittik. Eylül Hanım, Batu Bey ve Özge Hanım'ı heyecanlı bir şekilde ev ahalisiyle Tabu oynarken buldum. Kısa bir hakemlik sürecinin ardından oyun bitti zaten, balkona çıkıp oturduk, tıpkı bu haftanın tüm diğer günleri gibi hava mükemmeldi "yaz hiç bitmeseydi" dedirten cinsten. Çok zamandır geçen en güzel balkon sefalarındandı sanırım, hem dostlar, hem yeni tanışılan insanlar, hem sohbet muhabbet, hem ev ve ev sahibimiz her şey pek güzeldi. Tekrar etmek, hatta gerekirse müziklisini yapmak üzere sözleşip oradan ayrıldık.

Sonraki gün bir süredir konuştuğumuz ama bir türlü programlarımızı denk getiremediğimiz İpek Hanım ve Berkay Bey çiftiyle sonunda buluşabildik. Tenha ve havanın güzel olduğu müthiş bir pazartesi günüydü. Yürüyüşümüzü yaptık, Moda'da çayımızı içtik, sonra Caddebostan'a geçtik, havadan, sudan, siyasetten, okullardan, işlerden, çağımızın tüm dertlerinden ve bizi mutlu eden şeylerden, ortak geçmişlerimizden, deneyimlerimizden konuştuk, bir de baktık ki güneşi batırıyoruz. Oradan da trafiğe en bulaşmayacağımız rota olarak Suadiye'ye dek yürüyüp trene binmeyi tercih ettik. Yapılan yürüyüşler de yapılan muhabbet kadar keyif verdi, güzel insanlarla vakit geçirmenin en hoş yanı da bu sanırım, beraber yapılan hiçbir şeyden yorulmamak. En kısa zamanda Merve Hanım'ı da dahil ederek bu tip etkinlikleri tekrarlamak ve düzenli hale getirmek üzerine konuşup vedalaştık.

Salı günü annemle Sirkeci'ye geçeriz diye planlıyorduk, hem ben filmimi verecektim hem de ardından teyzeme doğru geçecektik. Gel gör ki pazartesiden itibaren kopuk olan -damla damla akan- internetimiz için müşteri hizmetlerini aradık ve öğlen 14:00'e kadar birilerini göndereceklerini söylediler. Bu durumda Avcılar'a doğru oturan teyzeme gitme planımız yaşayacağımız olası gecikme sonucu zaten suya düşmüş bulundu. Tam o sırada Can Bey'den bir telefon aldım, kendisi 3 günlüğüne Koreli iki kişi için tercümanlık yapıp yapamayacağımı sordu, yaparım dedim, hemen çık gel Sirkeci'ye dedi. Hayda deyip yola çıktım, demek neymiş o gün kaderimde varmış Sirkeci'ye gitmek, (alnı göstererek) burada ne yazıyorsa o oluyormuş. Sirkeci'ye vardım Hayyam Pasajı'nda Can Foto var üçüncü katta. Oraya çıktım ve böylelikle 3 günlük tercümanlık serüvenim de başladı. Can Foto'nun sahibi Hıdır Bey ve oğlu Serdar Bey, bir de bu süreçte tanıştığım yine orada çalışan Selçuk Bey var. Hepsi de birbirinden iyi insanlar. Can Foto ya da Hıdır Bey 2 sene evvel Koreli bir flaş üreticisi firmanın distribütörlüğünü almış. Rime Lite adlı bu firmanın 2 çalışanı da tıpkı geçen sene Hıdır Bey'in Kore'ye gitmesi gibi, İstanbul'a gelmişler, hem İstanbul pazarını gözlemlemek hem de iş konuşmak ve görüşmek üzere. İşte salı gününden perşembe akşamüzerine kadar bu Koreli ikiliye tercümanlık yaptım. Bu arada Koreliler olduklarından en az 10 yaş genç görünüyorlar bunu öğrendim. Bu 2-3 günlük süreçte haliyle yemediğim kebap, binmediğim tekne, gitmediğim Kapalı Çarşı kalmadı. En güzel yanı ise hem Koreli ahbaplarım oldu hem de Can Foto ile dost olmuş oldum. Siz yine de siz olun Gangnam Style dinlemeyin. Sezen Aksu dinleyin, misal bu şarkısını dinleyin, her albümün sağından solunda böyle 3-5 şarkı çıkmıyor mu deli oluyorum! Bu ne arkadaş nasıl bir şey bu.


Bu esnada geçtiğimiz haftalarda atlattığım hastalıktan bana yadigar kalan öksürüğüm sonunda geçti, bu konuda katkısı aşikâr olan değerli öksürük şurubuma buradan tüm sevgilerimi gönderiyorum. Tadı da ne güzel arkadaş şu öksürük şurubunun, insanın içtikçe içesi geliyor. Yoksa emmi gibi öksürmeye devam edecektim yine.

Bu esnada çarşamba gecesiydi sanırım beni çok üzen bir haber aldım ki haberi aldığım şekil ise beni daha da üzdü. Neşet Ertaş'ın yoğun bakımda olduğunu duymuştum, bu koşturmacanın arasında evde olduğum 1-2 saatlik vakitlerde izleyebildiğim haberlerden. Turkcell bir mesaj attı işte çarşamba akşamı aynen şöyle: "Türk Halk Müziği'nin unutulmaz ozanı Neşet Ertaş'ı anıyoruz! 3 gün boyunca sizi arayanları Neşet Ertaş'ın unutulmaz eseri Neredesin Sen ile karşılamak için Neşet yazıp bu mesajı cevaplayabilirsiniz. (1TL)" Neşet Ertaş'ın ölümüne üzülemedim doğru düzgün ama tüm dünya adına çok büyük bir utanç ve pişmanlık duydum. Bir yandan da nefret. Türkiye'nin en büyük müzik insanlarından birini kaybetmiştik ve günümüz modern sistemi artık o kadar açıkça alçaklık yapabiliyordu ki, bu durumu hemen daha üzerinden bir gün bile geçmeden bir satış pazarlama kampanyasına dönüştürüp buradan kâr etmeyi amaçlıyordu. Hani ne diyeceğinizi bilemediğiniz, çok küfretmek istediğiniz ama bir yandan da sırf insan olduğunuz için tüm insanlık adına utandığınız anlar olur ya işte öyle bir andı o mesajı aldığım an benim için. Diyebildiğim tek şey ise yazıklar olsun'du. Zaten fazladan 6000 baz istasyonu kurmakla övünen bir firmadan bahsediyoruz, gerçekten kullandığımdan utandırdılar beni, bravo.

Haberi alış şeklim ne kadar çirkin olursa olsun bu Neşet Ertaş hakkında yazmak istediğim nice güzel şey var. Hayatıma ilk nasıl girdi, nereden tanıdım tam emin değilim. Hani bazı müzikler vardır sırf bu ülkede yaşadığınız için ya da bu dünyada yaşadığınız için farkında olmadan içinize işlerler. Neşet Ertaş'ın türküleri de öyle bir şeydi benim için ve eminim benim gibi pek çokları için. İlkokul ve lise dostum Doktor Hüseyin Bey'in de bunda katkısı vardır, başka müzisyenlerden dinlediğim Neşet Ertaş yorumlarının da. Bugün halk müziğine, türkülere karşı derin bir sevgim ve saygım varsa abartısız bunda en büyük pay benim için Neşet Ertaş'ındır. Zülüf türküsünü dinlemiştim lisedeyken sanırım Laço Tayfa'nın albümünde, Kibariye'nin yorumuyla. Sonra Neredesin Firuze filminin film müzikleri albümünde Özcan Deniz'in sesiyle duymuştum Cahildim Dünyanın Rengine Kandım'ı. Sonra Ceylân Ertem'i dinlerken Gönül Dağı'nı keşfetmiştim daha Soluk albümü çıkmadan evvel. Böyle böyle işte keşfediyor insan gerçek müziği. Gerçek müziğin nasıl tüm müzik severler ve müzisyenler üzerinde benzer etkiler yarattığını anladım bu sayede. Bir devir daha kapandı böylelikle ve biz bir kez daha hatırladık ne kadar da yalan bir dünyada yaşadığımızı.

Perşembe günü benim çevirmenlik işim bittiği sıralarda Merve Hanım da Finlandiya'dan dönmüştü ve akşama kendisiyle bir Beyoğlu gecesi yaşamayı planlamıştık. Önce bir şeyler yedik beraber sonra da Sattas konserine gittik. Sattas'ın albüm lansmanıydı bu aslında ve Jolly Joker'i dolduran müthiş bir kalabalık vardı ki kocaman yerleri doldurmak her zaman zordur. Solist Orçun Bey beklediğimizden çok daha iri ve çok daha karizmatik bir figür olarak çıktı sahneye, grup ve müzik zaten müthişti. Şarkıların arasında yapılan politik söylemler özlediğimiz ve günümüz müziğinde biraz eksikliğini duyduğumuz cinstendi. Raggae'nin ruhuyla alakalı bir şeydir belki de bu kim bilir? Neticede müthiş bir konser geçirdik, enerji dolu, dans dolu, gülücükler dolu. Merve Hanım'la başbaşa konser izlememin de tabi bu güzellikte payı büyüktür. Eheheh. Ve Sattas da Neşet Ertaş'ı anarak hatta "Yalan Dünya"yı yorumlayarak bir kere daha takdirlerimizi topladı. Bu grubun albümünü henüz almadıysanız alın ve muhakkak bir konserlerini izleyin, devamı gelecektir zaten eminim.

Cuma günü ise kulübümüzün gelir getirici etkinliği olarak CKM'de Çanakkale Çocukları filminin ilk gösteriminden bir salon kapatmıştık. Kulübün yıllık etkinlik planında bir hizmet aktivitesi vardır, dönem boyu, planlanan, uygulanan ve bunu finanse etmek için düzenlenen bir ya da birden çok da gelir getirici aktivite olur. Misal biletler 17 liraydı, üzerine 3'er lira daha fiyat koyduk ve öyle sattık, buradan elde ettiğimiz geliri de bu dönem lösemili çocuklar için yapacağımız etkinliğin finansmanında kullanacağız. Neyse bu sistemi anlattıktan sonra size bir uyarıda bulunayım. Kulüp, etkinlik, güzel amaçlar falan derken biz bu Çanakkale Çocukları'na gitmiş bulunduk, aman diyeyim siz gitmeyin. Sonra Emir neden sinemaya küsüyor neden hiç film izlemiyor. Yahu zaten kırk yılda bir filme gidiyorum o da böyle salonun bağıra bağıra güldüğü kadar saçma sapan ve dandik çıkıyor ben ne yapayım? Hayatımda izlediğim en kötü filmlerden biriydi, Çanakkale Savaşı temalı filmlerin ve belgesellerin içindeyse açık ara en absürdü. Hele filmde bir bulut sahnesi vardı ki spoiler vermek gibi olmasın ama paint terk. Yemin ederim daha iyisini yapardım ben. Neyse dediğim gibi bizim önemli bir amacımız vardı bu filme giderken, o yüzden gitmiş bulunduk, tekrar ediyorum siz sakın gitmeyin, lütfen.


Bu arada ilk siyah beyaz filmimin tabını ve sonuçlarını almanın verdiği haklı gururu yaşıyorum. Pek güzel bir şey siyah beyaz film. Renkliye göre biraz daha pahalı tabi filmi de tabı da ama sonucu buna değiyor. Bu arada gerek renklileri olsun gerek siyah beyazları bazı fotoğraflara bakınca üzerlerine uzun uzun yazasım geliyor ya da bir şarkıyla birlikte onları paylaşmak istiyorum, sırf bu yüzden bir tumblr işine mi girsem acaba diye bile düşünmedim değil, bakalım günler ne gösterecek. Çok yakında bu siyah beyazları da facebook'tan paylaşacağım. Biraz vakit istiyor sadece Scorpions ağabeylerimizin de belirttiği üzere hepsi bu.

Uraz Bey'ciğimin tavsiyesi üzerine dinlediğim Slow Down adlı bu güzel Morcheeba şarkısını sizlerle de paylaşarak, klasik yazı sonu paylaşımlar bölümünü açmış bulunuyorum. Bir diğer müthiş paylaşım ise cânımız gruplarımızdan Yora'dan geliyor. Yora ilk klibini yayınladı, şarkının güzelliği zaten tartışılmaz da, klip de çok zamandır gördüğüm en sevimli kliplerden biri, buyurun siz de izleyin/dinleyin: Yora - Işık Lekesi. Bir diğer paylaşımımız ise popstar dostumuz Emir Yargın Efendi'den geliyor, kendisi de bu arada çok çok çok yakında belki de saatler içinde yeni klibini yayınlayacak. Artık Emir Yargın'ın ilk albümü Tokat'ın tamamını TTNet Müzik üzerinden ücretsiz dinleyebilir, beğendikçe indirebilirsiniz. Bunun için de buradan buyurun.

Son iki diyeceğim şey kaldı birincisi Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası romanına dair. Yine biraz elimde gereğinden fazlaca uzun süründü bu kitap ancak okuduğum en iyi Ahmet Ümit romanlarından biriydi diyebilirim. Bunu dememde sanırım benim de Ahmet Ümit'in de İstanbul sevgisinin payı büyüktür. Muhakkak okuyun ve bu şehrin sonsuz tarihiyle ilgili bir şeyler de öğrenin bu vesileyle.

Bir de bugün saat 14:00'te yani birazdan Taksim'de hayvan dostlarımız için bir şeyler dememiz gerekiyor. Onlar kendi dertlerini anlatmak için bizim gibi aracılara muhtaçlar bunu unutmayalım, hazır hava da güzelken böyle anlamlı bir gösteride bir arada olalım. Galatasaray Lisesi'nde görüşmek üzere!

Cumartesi, Eylül 22, 2012

6


Kimine göre büyüyoruz, kimine göre yaşlanıyoruz. İkisi de aynı şey aslen, farklı olansa bu duruma baktığımız nokta ve o an içinde olduğumuz ruh hali. Bu aralar yaşlanıyoruz demeye başlar oldum daha çokça, eskiye oranla daha garip bir noktada olduğumdan herhalde. Oysa hep büyümek lazım, öğrenmek lazım. Neyse neden böyle karamsar bir giriş yaptım meçhul. Esas bahsedeceğim şey birlikte büyüdüğümüz kişiler. Ailem, dostlarım, tanıdıklarım hep mükemmel insanlardan oluşuyor ki böylelikle benim de hayatım her daim mükemmel geçiyor ancak bugün bahsedeceğim özel bir kişi var. Birlikte büyüdüğüm, önce liseli sonra üniversiteli olmak üzere beraber okullu olduğum ki kendisi sonra da biraz daha okumaya devam etti ama ben tadında bıraktım, birlikte yol aldığım, birlikte düşündüğüm, birlikte mutlu olduğum, üzüldüğüm, teselli ettiğim, moral bulduğum, birlikte eğlenip birlikte saçmaladığım ve en nihayet birlikteyken kendimi en mutlu, en havalı, en huzurlu ve en normal hissettiğim insan. Eşşek değilseniz tahmin etmişsinizdir, Merve Hanım'cığımdan bahsediyorum. Birlikte geçirdiğimiz bu 6 yılda ve öncesinde tanıştığımız yaklaşık 10 yıllık süreçte, sadece var olduğu, benimle tanıştığı ve hayatıma girdiği için kendisine binlerce kez teşekkür ediyorum. Onlarca yıl boyunca da kendisini sevmeler cumhuriyetinde yaşamaktan başkaca bir temennim olmadığını belirtir, kendisini ve duygusal başka okuyucu dostlarımızı ağlatmadan bu girizgahı sonlandırırım. İyi ki varsınız cânım efendim. Hep böyle el ele şımarıkça gülmek dileğiyle!


Evet blog'da oluşan aşırı duygusal atmosferi hemen dağıtıyoruz. Balık burcu olduğumuzu çok da hissettirmeden akşamki konserden bahis açıyoruz. Emir Yargın Efendi'yle birlikte dün gece Ice Bar'ı sanırım erittik. Pek keyifli dostlardan oluşan, güzel sesler çıkarttığımız ve çok eğlendiğimiz bir atmosfer oluştu. Belki de bu atmosferi biz çevremizde kendimizle birlikte taşıyoruz tam bilmiyorum ama Ice Bar Ice Bar olalı böyle eğlence görmemiştir eminim ki. Bu noktada tabi ev sahibimiz Beril Hanım'a da çok teşekkür ediyorum. Gak deyince suyumuzu guk deyince sütümüzü eksik etmedi resmen. Dostluğumuz bir yana ev sahipliğinden de tam puan aldı kendisi. Aşağıdaki yazıda bahsettiğim "3hundred 5hundred" konseptini görmek üzere sıradaki konserlere herkesi davet ediyorum. Ben ilk kez bizzat sahneden gördüm çok fena bir şeymiş. Bir de tabi bizi hiçbir zaman hiçbir yerde yalnız bırakmayan ve sayelerinde eğlendiğimiz dostlarımız, Maslak Sarıyer demeden yine bizleri yalnız bırakmadılar. İyi ki varlar. Yakın vadede biraz başka diyarlarda çalma planlarımız var, beni de sahnede atlar zıplar dans ederken görürseniz şaşırmayın baştan söyleyeyim. Meğer atalarım da hep dubstep'çiymiş, 132bpm'in altına hiç düşmezlermiş de benim haberim yokmuş.


Son olarak Emir Bey'e dair halkımızın söyledikleri temalı bir video'muz çekilmişti son konserde, onu yayınladık. Ben her izleyişte gülüyorum, sizler de eğlenirsiniz umarım. Video'ya tam olarak buradan ulaşabilirsiniz. Bir de Eylül Hanım hatırlattı da sonunda Emir Bey sayfasının adresini 17 basamaklı sayılardan kurtarıp insan gibi http://www.facebook.com/emirbeyistanbul şeklinde güncelledim. Eylül Hanım'ın da belirttiği gibi Anadolu'nun farklı kentlerinde de şubeler açmak dileğiyle. Esenlikler.

Pazartesi, Eylül 17, 2012

Mecbursun


Sezonun ilk hastalığını yaşıyorum ne yazık ki, bir grup arkadaşımdan geç olmama rağmen hiç olmamayı başaramadım. Aslında erken olup uygun taksit fırsatlarından da yararlanabilirdim belki ama o an akıl edemedim. Şimdi ise sadece burnum değil, beynim ve yüzüm de tıkalı gibi hissettiğimden, taksitmiş, krediymiş, indirimmiş pek umrumda değil. Tek sinirlendiğim şey -ki senelerdir buna sinirlenirim- arkadaş modern tıp diye övündüğünüz şey nezleye gribe hâlâ bir çözüm bulamıyorsa, bırakın gidin buraları. Kaç senelik birikim var hâlâ bir hap ya da bir iğne bu işi 2-3 saatte çözemiyorsa yazıklar olsun, tabi bu işte ilaç kartellerinin de bir parmağı yok değildir, misal serçe parmakları buradadır bence. Neyse tüm modern tıbba ve bir kısım alternatif tıbba buradan yazıklar olsun diyorum bir kez daha bu vesileyle. Gelelim haftanın önemli olaylarına:

Varan 1, Cuma gecenizi kesinlikle doldurmayın. Çünkü Emir Yargın Efendi'yle birlikte Ice Bar sahnesinde olacağız. Konseptimizin adı 3hundred 5 hundred olacak, isminden de belli olacağı gibi tamamen dans etmeye ve eğlenceye dayalı şarkılar olacak o gece listemizde, hatta buyurun size o gece ve o konseptle ilgili yazılmış metni paylaşayım:



Emir Yargın, 3hundred 5hundred Live konseptiyle Ice Bar’da!

Elektronik müziğin yaramaz çocuğu Emir Yargın ‘3hundred 5hundred’ konseptiyle Ice Bar’ı eritmeyi deniyor! 3hundred 5hundred, müziğin ve görselliğin muhteşem birleşimiyle size iki saat boyunca aralıksız bir eğlence vaat ediyor. Yargın, 3hundred 5hundred performansında kendi şarkılarının yanı sıra 80’ler, 90’lar ve günümüz dans parçalarına da fazlasıyla yer veriyor. Yargın, Ice Bar için yeniden düzenlediği repertuarıyla, seyirciyle iç içe, parti yapmanın ve kurt dökmenin ön planda olduğu keyifli bir atmosfer yaratıyor.

Robot dostları ile birlikte olduğu ‘Tokat’, rutin hayatından sıkılıp kendini Rusya’ya attığı ‘Bu Gece’, dans ettirirken güldüren ‘F*cker Discotheque’ klipleriyle her seferinde bambaşka bir şekilde karşımıza çıkan ve elektronik dans müziğinin en çarpıcı örneklerini dinleyicisine sunan Emir Yargın, ‘3hundred 5hundred’ konseptiyle de müzik piyasasının tabularını yıkmaya devam ediyor.

Kendinizi ağzınız açık olan biteni izlerken ya da zıplayarak sahnede şarkı söylerken bulabilirsiniz.


Normalde girişi tahminimce 40-50 lira olan Ice Bar'ı ziyaret etmek de bu gece konsere gelen dostlarımız için ücretsiz olacak, size de gelip eğlenmek kalıyor. "Ice Bar'a nasıl gelirim?" dediğinizi duyar gibiyim. Efendim metroya biniyorsunuz, Maslak'ta iniyorsunuz, metro çıkışında Windowist tabelalarını takip ediyorsunuz ve Ice Bar'ın önünde buluveriyorsunuz kendinizi. Zaten bu Windowist dediğimiz yer Ice Bar'ın da içinde bulunduğu bina oluyor çünkü. Neticede gelmesi pek kolay. Dönüşte de Maslak merkezi bir yer olduğundan metro bitmiş bile olsa minibüsle, Zincirlikuyu'ya ya da Beşiktaş'a kolayca ulaşıyorsunuz. Neyse diyeceğim o ki, bir şekilde gelin, hem bu havalı mekanı bir görün, hem güzelce eğlenelim.

Varan 2 diye bir şey yok aslında. Ancak üç tane not almışım bahsedeyim diye. Bunların üçünün de müzikle ilgili oluşu da cabası. İlki benim ve bilenlerin çok zamandır beklediği bir gruba dair. Grubumuzun adı 6Pack. Evvelden Zebrass'tan tanıdığımız isimlerin yanı sıra, başkaca pek değerli müzisyenleri de bünyesinde bulunduran bu oluşum, hiç şüphesiz kısa zamanda kaliteli müzik ile eğlenmek isteyen İstanbul dinleyicisini avucuna alacak. Fikir versin diye şunu izleyin/dinleyin diyorum.

Diğer bir notumu Kola adında bir gruba dair. Nasıl tanıştığımı tam hatırlayamıyorum ancak birinin Facebook'tan paylaşmasıyla dinlediğimi hatırlıyorum hayal meyal. Bir kaç gündür de aralıksız olarak Zombiler İstanbul'da adlı parçalarını dinliyorum. Pek iyi ya da ecnebice very nice dediğimiz türde bir eser. Siz de dinleyin diye yazdım buraya.

Son olarak bu sezon düğünden düğüne koşarken en son kendimizi Tolay Bey ve Tuğçe Hanım'ın düğününde bulduk. İki şey çok hoşuma gitti bu düğünde: İlki çiftimizin kendi yaptıkları ve birlikte söyledikleri parça çalarken düğüne girmeleri, ikincisi de düğünün en sonuna doğru Tolay Bey, Tuğçe Hanım ve Özer Bey'in ses sistemi olmaksızın gitarlarını çalıp şarkılar söylemesi ve davetlilerin etraflarında çember oluşturup kah oturup kah dikilerek bu zarif şarkıları dinleme şansına sahip olmalarıydı. Daha samimi az şey olabilirdi zaten bir düğünde sanırım.

Merve Hanım buradaydı dün ve bugün ancak yarın bir kaç günlüğüne ailesiyle birlikte ablası Ayşe Hanım'ı ziyarete gidecekler Oulu'ya, artık dönüşte hasret gideririz umarım ben de iyileşmiş olurum hem, buradan da Oulu'ya sevgilerimizi iletiyoruz bu vesileyle. Yarın da Sakareller'in henüz yayınlanmamış olan EP'si için ufacık bir gitar kaydı yapacağım, umarım her şey yolunda geçer! Cuma görüşene dek sevgiler ve esenlikler!

Not: Şu eser çok zamandır ilk kez önüme nota bulup taklit etmeye çalıştırdı kendisini, siz de dinleyin pek zarif.

Pazar, Eylül 09, 2012

Pek Güzel Bir Konserin Ardından


Cuma günü konserimiz vardı, Emir Bey olarak, artık evimiz sayabileceğimiz 60m2'deydik. Konserlere karşı oluşan genel mutsuzluğumu kıran ve tıpkı yıllar önceki gibi, insanı günlerce mutlu eden cinsten bir konserdi. Pek çok ufak tefek şeyin birleşmesi sonucunda bu mutluluğa ulaştık ki o bileşenleri de şöyle sayabiliriz. Öncelikle konserden önce adam gibi uzun uzun prova yaptık. Hemen hemen bir tam gün ayırdık provaya. Konsere Nağme Hanım, Nil İpek Hanım, Emir Yargın Efendi ve Umut Bey'le birlikte çıktık ki bu kadro uzun zaman önce Umut Bey'in evinde yaptığımız unutulmaz gerilla konser kadrosuydu. Bugüne dek en mutlu eden, en içe sinen kadrolardan biriydi. Dinleyicilerimizse bugüne dek ev konserleri ve bir iki istisna konser hariç hiç olmadıkları kadar "dinleyici"lerdi. Şarkılar esnasında hiç gürültü olmadı, rahat rahat kendimizi duyduk. Dinlemeye gelenler sadece bildikleri şarkıları değil, bilmedikleri şarkıları da dinlemeye gelmişler neyse ki. Bu gürültü konusunda, daha doğrusu sessizlik konusunda takıntılı olduğumu bilen Levent Bey gibi bazı dostlar da yerinde uyarılarla adeta bir zabıtalık görevi üstlendiler. Sanırım 60m2 ekibi de gürültü yapan müşterilerini dışarıya davet etmekten çekinmemiş. Ben sanırım tiyatro seyircisi arıyorum konserlerde, sosyalleşmeye değil de performans görmeye gelmiş insanlardan müteşekkil bir kitle. İşte bu konserde de böyleydi. Sahnedekilerle görüşmeye değil de -ki zaten konserde görüşülebilecek süreç başta, sonda, arada toplasan ancak yarım saat- yapılan işi, icrâyı görmeye gelen dostlar vardı. Abartılı bir kalabalık da yoktu, tam karar! Bunun verdiği mutluluk ve rahatlıkla biz de şarkılarımızı kendimizden daha emin ve rahat çaldık. Üstelik çaldığımız 20 şarkıda, oransal olarak çok güzel bir şeyler yakaladık. Bu etkinliği gerçek bir Emir Bey konserine dönüştüren şeylerden biri de buydu sanırım. 9 adet benim şarkım vardı, 4 adet müthiş Nil İpek Hanım şarkısı vardı, 2 adet Emir Yargın Efendi eseri vardı, geriye kalan 5 şarkı da yorumdu (ya da cover) ki o şarkılar da artık çalmaktan en çok keyif aldığımız, kendimizle özdeşleştirdiğimiz şarkılardı. Konser boyunca icrâlarını duydukça, dostluklarını hissettikçe bir kez daha ne kadar değerli insanlarla birlikte sahne aldığımı fark edip kendimce duygulandım. Son iki şarkımız ise yeri apayrı şarkılardı. Emir Yargın Efendi'den müthiş bir Kemik performansı daha izledik, sonunda yine sürprizler bekliyordu seyircilerimizi, şarkının dubstep, halay, latin, metal ve akapella yorumlarına da şahit oldu gelen dinleyiciler. Sanırım Korcan Bey tarafından kaydedildi bu anlar, umarım yakında paylaşırız bunları. Onun ardından da bizim de dinleyenlerimizin de en sevdiği yorum olan Nilüfer'i çalıp konseri bitirdik. Umut Bey'e görevimi paslayarak gitar çalmadım bu şarkıda keza Kemik'te cajon çalacağım diye ellerimi parçalamıştım yeterince, Umut Bey'e de baslarıyla efsaneleşmek düştü yine. Hasılı kelam çok güzel konserdi, her yönüyle içime ve içimize sindi sanırım. Umarım dinleyenler de bizler kadar mutlu ayrılmışlardır oradan.


Konserle ilgili Nil İpek Hanım'ın yaptığı ve bloguna koyduğu pek güzel afişi ne yazık ki konserden bir kaç saat önce gördüm. Yoksa bastırıp kapıya asardık muhakkak. Siz de buyurun buradan bir göz atın, hak vereceksiniz. Üstelik ne de güzel yazmış altına, özellikle altı çizgili "demiyorsanız" vurgusuna vuruldum. Bir de Ceylân Ertem Hanım'ın yeni albümü ve albümünün ilk klibi yayınlandı, siz de bir göz atın ki pişman olmayın: Ne Olursan Ol Gelme. Hatta vaktiniz varsa ya da olunca şu listeyi bir açın, bırakın o devam etsin, ister izleyin ister dinleyin ve Ceylân Ertem Hanım'a doyun. Güzel müziğe de tabi. Bir de Aslı Hanım -ki kendisi tüm Antalyalıları temsilen konsere delikanlı bir şekilde tek başına gelmiştir- konserde şu kareyi çekip "listening since 2002" diyerek paylaşmış, beni pek duygulandırdı. İyi ki bizi hiç yalnız bırakmayan güzel dostlarımızla çevirmişiz etrafımızı.

Pazar, Eylül 02, 2012

Lokomotif


Güzel dostlarla güzel bir gün geçirdik dün. İdil Hanım ve Hayri Bey'in evlenmeleri bu güzelliklere vesile oldu. Birlikte mutlu mesut bugüne dek yaşadıklarının kat ve kat fazlasını yaşamalarını dilemek düştü bana da. Gelin tarafıyım diye demiyorum ama pek şirindi gelinimiz gerek gelinliğinin üstündeki renkli şerit olsun, gerek kafasına taktığı bant olsun, gerek nikah sonrası ayağına geçirdiği erasmus ayakkabıları olsun, gerek çılgınca dans edişleri olsun. Biz de az değildik hani 7-8 kişilik grubumuzla sadece dengesiz giyim tarzımızla değil farklı eğlence tarzımızla da eminim Boğaz hattının en sıra dışı kadrolarından biri olduk. Haydarpaşa'da başlayan bu güzel gecemiz yine Haydarpaşa'da bitti ki bu durum en çok beni mutlu etti. Havalı eğlencemizin ardından yine akbillerimizle yoldaş, mütevazı hayatlarımıza geri döndük. Haydarpaşa'ya gelirken akbilimi basıp şu iki tutarı görmüştüm. 1,95 ve 1,96. Hangisi kalan hangisi ödenen bilemedim ve risk almaya karar verdim, işte dönüşte şansım yaver gitti kalan taraf 1,96'ymış ve geriye 0,01 lira kaldı akbilimde. Ahahah bunun için bir ödül bekliyorum gerçekten, şöyle bir hafta ücretsiz şehir turu falan. Neyse bu arada yine fark etmedim sanmayın ulaşıma zam gelmiş bam diye, hey gidi sosyal devlet hey diyorum, hey gidi hukuk devleti hey ya da hey gidi demokrasi hey dediğim gibi sık sık, neyse ki yürümeyi seven bir insanım ve merkezi bir yerde oturuyorum da her gün milyon dolarlarım ulaşıma gitmiyor.

Eve döndükten sonra yatmadan evvel üzücü bir haber aldım. Çetin Amca'yı kaybetmişiz. Bizim gibi gençlere inanan, her türlü konuda, her mecrada canını dişine takarak hakkımızı savunan, bize gerçekten destek olan ve "böyle gelmiş böyle gider" diyecekken inancımızı değiştirebilen nadir büyüklerimizdendi. Gerçekten bireysel olarak hepimize verdiği desteğin yanı sıra, kulüplerimize, yönetim çevremize ve yaptığımız işlere o kadar sahip çıktı ve o kadar ağabeyimiz / amcamız oldu ki, boğazıma bir şeyler düğümlendi bu haberi alınca. Şair'in dediği gibi boğazımdaki elmanın tadı giderek acılaşıyor böyle durumlarda. Bir gün bir yerlerde tekrar görüşeceğimizi bilsem de şimdilik bu ayrılık zor geliyor kaybımızı her düşündüğümde. Çetin Amca için böyle bir iki satır karaladım dün gece aklıma geldi bir kısmı, hepimizin inançlarını değiştiren, hepimize güç veren insanlar vardır çevremizde, böyle güzel insanların hepsine gelsin bu satırlar naçizane bir teşekkür mahiyetinde.

başka lokomotifler de vardır muhakkak
neden takılayım ki peşlerine tak tak
çekemiyorsa vagonumu bana inanıp
yahut bulamıyorsa hayalimdeki rayları yaratıp
kırık inançlarımızdan yeni yollar köprüler kuran
bize inanıp engellerin üstünde duran

Kendimi her ne kadar en azından İstanbul'daki müzik piyasasını iyi takip ediyor saysam da gün geçmiyor ki hiç duymadığım bambaşka güzelliklerle, müzikler, şarkılarla karşılaşmayayım. Müzik sever insanlar olarak da bunları paylaşmayı bir görev biliyorum kendime tabi, ne kadar çok görünse de toplasan bir avuç insan var güzel şeyler üreten. Kimisi büyük güçlerle, kimisi de büyük imkansızlıklarla bir şeyler üretiyor, neticede samimi olanları seçiyor sanırım yine de kulaklarımız. Elimize, gözümüze, kulağımıza ulaşan bu paylaşımları ya da ürünleri üretmek için geçilen yollardan pek de haberdar olmuyoruz çoğu zaman, o yolların kolaylığı ya da zorluğu o sonucun değerini arttırıyor mu ondan da emin değilim gerçi. Neyse bu monologdan kurtulup öğrendiklerimi paylaşayım size. Bunlardan ilki Çiğdem Erken Hanım. Sabah bir vesileyle soundcloud hesabına denk geldim ve oradaki her şeyi dinlemiş bulundum bir anda. Okulda bir konseri olmuştu Kız Kafası Şarkılar adında yanlış hatırlamıyorsam, albümü çıkmış mıydı o sırada çıkmamış mıydı bilmiyorum ama sanırım albümü de bu isimde. Siz de buyurun bir soundcloud sayfasına kulak atın. Bir diğer denk gelip etkilendiğim isim ise Şirin Soysal Hanım oldu. Kendisinin Karantina adlı şu şarkı ve klibine denk geldim. Pek beğendim klibi de şarkıyı da, başka video'ları da var dinlemeye devam edeceğim. Bir de bu klibin altına İLLİMÜNAAAATİİİ diye yorumlar gelmemiş henüz, baya temiz. Hazır pazar günü vaktiniz varken bir iki şarkı da olsa göz atın. Biliyorum normalde verdiğim yüzlerce bağlantıya tıklamıyorsunuz yeterince büyük bir "public figure" olmadığım için ama sonra bir gün "celebrity" falan olursam çok pişman olursunuz.

Son olarak bir eğitim skandalından bahsedip, desteğinizi isteyip bu yazıyı bitireceğim. Tam olarak şöyle çirkin mi çirkin bir olay var. Bu olayın saçmalığını vurgulamak ve elden gelirse gidişata dur demek için de şu şekilde bir imza kampanyası yürütülüyor. Vakti benimkinden kat be kat değerli sizler için bir iki cümlede özet geçersem, bahsi geçen okulda okuyan Avrupa Birliği dışı öğrencilerin eğitim hakları elinden alınıyor damdan düşercesine. Üstelik kanun geriye de işliyor, sonuç bu öğrencilerin aleyhine olmasına rağmen. Bir enteresan durumlar, burda olsa yadırgamayacağımız ama Londra'da olunca -hoş onlar da sanırım özne "ötekiler" olunca pek ilgilenmez ya- ses getirecek cinsten bir olay. Siz de online olarak bir imza atarsanız bir ihtimal oradaki pek çok öğrencinin mağduriyetlerini azaltırsınız.

Bugünlük diyeceklerim bunlardan ibaret. Bir sonraki yazıda görüşmek üzere şen ve esen kalın.