Pazar, Temmuz 22, 2012

Tatil Başlasa


Fanta'yla Sensun'la işi olan, bu firmalarda çalışan dostlarım varsa özür dilerim ancak bir iki kelam etmek isterim bu gazlı içeceklere dair. Birincisi ey Fanta, Tarkan için bile içilmezsin, yıl 2012 hâlâ Fanta içiliyor mu diye düşündüğüm her an Fanta isteyen birine denk geliyorum. Misal en yakın dostlarımdan Orçun Bey gerçek bir Fantasever! İnanılmaz ama gerçek, hoş kendisi de inanılmaz ama gerçek bir insan zaten. Orçun Bey demişken önümüzdeki günlerde buralara geliyor. Operasyonu ben yürütüyorum. Rezervasyon, randevu, konser ve etkinlikler için benimle iletişime geçiniz. Neyse Fanta sevgisine ve zevkine sanırım sonsuza dek şaşıracağım, bu markaya karşı yapılan bir saldırı değil sadece anlayamadığım bir gerçeklik algısı. Ahahah.

Gelelim Sensun'a. Geçen Migros'ta neyin gazına geldik hatırlamıyorum ama belli bir litre ya da liralık içecek alırsak bir şeyler olacaktı, biz de durur muyuz hiç kampanyayı görünce başladık almaya. Neyse ben neyin gazına geldim hangi nostaljik, retrö, vintaş hayallere daldım bilmeksizin elimde bir buçuk litrelik Sensun'u buluverdim. Sepete at, bagaja koy, eve taşı derken bu içecek masamıza kadar geldi. Ne hayaller kurarak içtim, içtiğime pişman olup bir kaç gündür bitsin diye yine de ara ara içtim. Uzun zamandır içtiğim ağızda en kötü tadı bırakan gazoz bu olmalı, halbuki biz küçükken ilkokuldayken böyle değildi gibi bu işler, ya da bana öyle geliyor bilmiyorum pek hatırlayamıyorum maziyi. Hep Niğde Gazozu'nun aşırı iyiliğinden oluyor bunlar belki de.

Neyse bu iki alkolsüz ancak gazlı içeceğe giydirdikten sonra yazıma devam edeyim müsaadenizle. Sevdiğim insan Merve Hanım şehrimize teşrif etmiş bulundu geçtiğimiz günlerde. Kendisiyle hasret giderdik gerek duo, gerek bigband olarak geziler tertip ettik, edeceğiz de. İlk gün kendisini aldıktan sonra sahilden dönmeye karar vermiştim ve bir anda Pendik Marina'ya oturmaya karar verdik bir şeyler atıştırmak için. Şiddetle tavsiye ediyorum burayı, pek güzel, pek hoş, pek görülesi, pek ferah. Sonraki gün ise Meltem Hanım, Ilgın Hanım, Aslı Hanım ve Levent Bey'in de katılımıyla daha değişik rotalara vurduk kendimizi. Gülhane Parkı'na toplu olarak hayran kaldık, saklambaç oynadık, top oynadık, fotoğraflar çekindik. Akşam da çekişmeli bir Trivial maçı gerçekleşti. Meltem Hanım bizden de deli çıkarak "final sorusunda 6'da 6 bilinmeli" kuralını ortaya koydu, az daha oyun bitmiyordu ancak son anda bitti. Çekişmeli geçen bu oyunu kaybetsek de, geçen gün Scrabble'da yazdığım (hem de Ğ'yi harfin 3 katına denk getirerek) "kaşağı" kelimesinin gururuyla daha bir kaç hafta gezerim ben.



Lego'nun Facebook sayfasında yayınladığı Yüzüklerin Efendisi skeçlerini izleyip eğleniyorum bu günlerde, adamların film yeteneğini geçtim çok başarılı bir mizah anlayışları var, siz de izleyin vaktiniz olursa: 1, 2 ve 3. Şimdilik bu kadar ama devam ediyorlar bir kaç günde bir yeni bir bölümle. Onun dışında Klout'un olayını irdelemeye gayret ediyorum. Bir de bugün bir MT programının genel yetenek ve İngilizce sınavına girdim. Sınav dediğin nedir ki yapılır geçilir o ayrı ama hâlâ bu yaşta birilerine bir şeyler kanıtlamak için sınava tabi tutulmak biraz koyuyor bana sanırım. Kaderimizde bu da varmış, alnımızda ne yazıyorsa o. Alın yazısı demişken geçen gün filmleri CD'ye bastırmak üzere fotoğrafçıya uğradım ancak dükkanın kapısında "Tatil başladı." yazan bir tabela gördüm. Derin düşüncelere daldım bu konuda, ne zaman biter acaba tatil, şimdiden neredeyse 2 film var elimde. Hayırlısı.

Hah bir de unutmadan değinelim, Emir Yargın efendi, F**ker Discotheque adlı parçasının albüm versiyonu için yeniden düzenlediği klibini internet üzerinden yayınladı. Buraya tıklayıp izleyebileceğiniz eserin sansürsüz haline de buradan ulaşabilirsiniz.

Pazartesi, Temmuz 16, 2012

Wilhelm Conrad Röntgen


Yıllar sonra ilk kez bir şarkı üzerinde oturup düzenleme yaptık dün. Nağme Hanım'la bir videomuz olmaması gerçeği her aklımıza gelince bizi daha derinden yaralamaya başlamıştı. Bu acıya bir son vermek üzere dün buluştuk. Nağme Hanım ve ben aldık alet edevatımızı Umut Bey'in üssüne vardık. Levent Bey de çekimi gerçekleştirmek üzere kısa bir süre sonra bize katıldı, biz o arada şarkıyı kafamızdaki haline hemen hemen getirmiştik. Sonra pek güzel iki konuğumuz daha oldu, Toros Bey arandı ve kendisi kahonunu alıp kayda katılmak üzere üsse geldi, aynı esnada Şevket Bey de bize katıldı, böylece keyfimiz bir kat daha artmış oldu. Toros Bey kahon çalıp yardımcı vokal partilerini öğrenirken, Şevket Bey de ses kaydı konusundaki bilgilerini bizle paylaştı ve elimizdeki imkanları olabilecek en iyi şekilde kullandı. Sıcak sebebiyle -beni pek etkilemiyor tabi ama gençler az daha telef oluyordu- bol mola vererek aldığımız 5-6 kaydın sonunda bir tanesi içimize çok sindi. Bir kaç haftaya videoyu paylaşırız zaten. Hah yukarıda bahsetmeyi unutmuşum, yeniden düzenlediğimiz şarkı Cennet Bahçesi.


Kalan tüm vaktimizi çeşitli oyunlarla geçirdik diyebilirim. Scrabble mı dersiniz, İsim-Şehir mi, Trivial Pursuit mü, Kelime Anlamı Bilmece mi... Ayrıca şu üstteki fotoğrafta kendimi bulmam fotoğrafa 7. bakışta falan kolumu fark etmemle gerçekleşti. Ben o makine fotoğraf çekemez sanıyordum halbuki baya da çekiyormuş ahahah.

Pazar, Temmuz 08, 2012

Kadim Ağaç


Kendimi durduramıyorum, senelerdir ince ince aklımda bu türkü dönüyor arkadaş. Neden böyle oldu, nasıl oldu onu da hiç bilmiyorum. Sözleri de bilmiyorum, bir mırıldanayım diyorum, çok canlar yanıyor, adeta 9-14 yaş arasında mırıldandığımız yabancı şarkılarla aynı kadere sahip. "Vururlar seni" kısmına "vurdular seni" diye inanmışım misal Allah affetsin, çünkü you know only Allah can judge me. Aşık Mahzuni Şerif'in eseri olan bu türküyü, Hüseyin Turan da pek güzel okumuş, inanmazsanız buyurun buradan dinleyin. Şimdi yiğidi öldür hakkını yeme, ha dersen ki yiğidi niye öldürdün hiç bilmiyorum, hakkını niye yemedin onu da bilmiyorum ama böyle bir deyiş gerekti o cümlelerin ardına ben de durur muyum yazdım cevabı. Her şeyin hesabını size verecek halim yok bakınız yukarıda belirttiğim üzere only Allah can judge me, amin. Hatta ikinci videonun altında "yeterince iyi" şeklinde durumu çok net açıklayan bir yorum bile var.

Neyse geçtiğimiz günlerden sanırım Cuma'ydı, kulüp dostlarımızla lunaparka gittik, Bostancı'ya. Tadında bir başlangıç olsun diye Gondol'a binip başladık, güzel içsel kayışlar yaşadık. Ardından benim bir türlü araba yakalayamadığım bir Çarpışan Arabalar seansı oldu ve sonrasında kulüp klasiğimiz haline gelen Russian Mountains isimli şeye geçildi. Ben aklı başında biri olarak buna binmedim tabi. Çembersel bir şekilde dönen tırtıl gibi vagonlardan oluşuyor bu sistem, vagonları yukarıdan sarkan kollar merkeze bağlıyor ancak bir yerden sonra öyle bir hıza çıkıyor ki alet, gözle takip edemediğiniz gibi vagonlar merkez kaçla 90 dereceyi aşar şekilde yana kalkıyor ve sizi yatırıyor. Neyse buradan inenler ilk sendelemelerini yaşadı sanırım. Sonra azıcık dinlenelim temiz hava alalım diye lunaparkın denize doğru olan ucuna ilerledik, orada da bir çocuk çarpışan otosu var, hemen onun yanında 4 kişilik vagonları olan raylı yüksek bir yapı var.Çok sakin dursa da baya komik hareketleri var sizi yola fırlatacak gibi duran. Neslin Hanım kendini "arabalara uçuyoruz" dedikten sonra kapattı, Selva Hanım ve Elvan Hanım'la baya güldük biz. Ardından buna binen buna da biner diye beni çirkin bir şeye götürdüler. Street Fighter isimli bu alet eski lunaparkseverlerin ranger ya da kamikaze olarak belirlediği alete benzer nitelikte ama onun tek kollusu. Ama sizin bindiğiniz bu kolda dairesel bir oturma düzeni var, şu fotoğraftakine benziyor ancak dışa değil içe birbirine bakarak oturuyorsun ve hem o daire dönüyor hem o kol dönüyor falan amaaaan dedirtiyor insana. Selva Hanım'a ısrarlarından ötürü biraz bedduayı, argoyu bol tuttum havada savrulurken, beni salon çizgimden koparttı keza adrenalin. Bu araçtan inince zaten lunaparkta bir şeye daha binsem çok af edersiniz çıkartacağımı hissettim. Onun üzerine bu manyak güruhun bir kısmı daha kötüsüne de bindi, biz izleyip teyze/amca misali evhamlandığımızla kaldık zaten midemiz burkulmuş. Son iki biletimi taze bir asker olarak atışa harcamasam olmazdı, inek kazanamadım tabi keza onda on yapana veriyorlarmış ben ilk atışımı boşa sallamıştım bile çoktan bunu duyduğumda. Neyse 2 sekiz yapıp oradan uzaklaştım ayıcıksız, tavşansız, ineksiz. Oradan çıkıp "bastırsın" diye kokoreççiye gitmemiz de iyi oldu. Üzerinize afiyet bir çeyrek yuvarladım ki sanırım hayatımda yediğim 2. ya da 3. kokoreçti bu, bir yandan da midye dolmaya vurduk. Hemen bitişiğimde oturan Selva Hanım toynaklı çorba falan içiyordu o esnada. Neyse konuyla ilgili fotoğrafları facebook ve twitter üzerinden paylaşmıştık zaten geçtiğimiz günlerde. Aynı gün Can Bey'in bir projesiyle ilgili de güncellendik -Can Bey'in bizzat aydınlatması doğrultusunda- ve Duygu Hanım da ben de hepimizi heyecanlandıran bu projeyi sabırsızlıkla beklemeye başladık, siz de bekleyin iyisi mi.



Alttaki iki yazıda da göreceğiniz üzere, evde tek başıma elimden geldiğince biriken bestelerimi gitar ve vokal olmak üzere kaydetmeye karar verdim. Ters bir kronolojik sıra izliyorum, en güncelden başladım geriye doğru ilerliyorum. 9-10 şarkılık bu işi tamamlayınca onları indirilebilir şekilde topluca yayınlamayı da düşünüyorum. Büyük kısmını Emir Bey olarak çaldığımız ve kalanları da çok yakında çalacağımızdan şüphe duymadığım bu eserlerin en büyük problemlerinden birisi ancak konserlerde dinlenilebilir oluşuydu, bunu kırmak için yaptığımız şeyler arada bir video çekmekti. Belki bu ev kaydı albümüyle daha derli toplu bir hale gelir bu sesler (tek başıma icra etse de) ve bir dönüşüme açılır, bir yolculuğa çıkar. Bu esnada baştan belirteyim ki yankı sever ve samimiyet düşkünü çizgimden hiç mi hiç ödün vermeyeceğim. Ahahah.

Dün bir de şöyle çılgın bir olaya imza attık Fanta Gençlik Festivali kapsamında Tarkan konserine gidelim dedik. Aslında her şeyi annem başlattı. Sampi'den pide alınca Tarkan'a bilet veriyorlarmış diye aklıma girdi, sonra karnımızı doyurup elimizde 3 adet bilet bulduk. Kim gelir benle diye düşünürken Tuhaffiye Hanım geldi tabi ki aklıma. O da Elit Hanım'ı ayarladı başta lakin sonra oyuncu değişikliğine gidildi ve bomba gibi bir transfer olarak Egecan Bey'i kadromuza kattık. Tabi ki kendisine bu konserin halk konseri olduğundan, Tarkan'dan evvel Emre Aydın'ın çıkacağından, 150.000 civarında seyirci beklenildiğinden falan çok bahsetmedik. Neyse Egecan Bey detayların bir kısmını taksiden gördüğü billboard afişlerinden öğrendi. Santral'e vardığımızda girdiğimiz savaşın büyüklüğünü ancak idrak edebildik. Ne akla hizmet böyle bir etkinlik için Santral seçilmişti onu hâlâ anlamış değiliz. İkincisi nasıl bir kafa böyle bir kalabalığı tek kapıdan içeri alırız diye düşünür ve hatta basın ve VIP kapısını da aynı yere koyar onu da anlayamadık. Neyse Egecan Bey'in önderliğinde içeri girmek için 2 saate yakın savaş verdik, Tuhaffiye Hanım ve benim motivasyonlarımız düşünce bizi tekrardan ateşledi ama olmadı. "Olmuyor olmuyor istesem de" dedikleri gibi şarkılarda. Biz de bir yorgunluk sigarası içip bölgeyi terk ettik, Egecan Bey'in aynı güçlü motivasyonu belediye otobüsünde de düşmedi. Sonrasında dostlarla buluşuldu, gece Trivial Pursuit oynayarak devam etti. Her şeyin ve herkesin ardından son oyun Egecan Bey, Levent Bey ve benim aramda geçti, oyunun çekişmesini yansıtmak için şu fotoğrafı paylaşmayı uygun görüyorum hemen aşağıda. Egecan Bey kazandı ama herkes güzel saçmaladı, güzel şeyler bildi falan müthiş bir oyundu. Pek keyifli geçen bir geceydi diyebilirim, yine ülkemizi kurtarmaya harcadık enerjimizin çoğunu ki bu enerjinin ufak bir kısmını kendimize harcasaydık ne sonuçlar alırdık acep. Hep olur böyle buluşmalar toplanmalar umarım da bunun zevkini unutmayız asla. O zaman biz daha çorçocukken denilecekleri demiş ağabeylerimize bırakıyoruz sözü, Brezilya bu arkadaş, Latin Amerika ruhu olmaya görsün insanın içinde. Önce sözlerden bir kuple:

"disorder unleashed
starting to burn
starting to lynch
silence means death
stand on your feet
inner fear
you worst enemy"

Sepultra'dan geliyor eserimiz, ismiyle çok yaşayasıca şarkı: Refuse/Resist. Bu şarkıyı komik bir referansla aklıma geri sokan Melis Hanım'a da teşekkürlerimi borç bilirim.


Son olarak Sepultra demişken, geçen gün berbere gittim saçlarımı azıcık düzeltsin diye. Hatta mahallemin esnafı kazansın diye yıllardır gittiğim berberimi terk edip kendi sokağımdaki bilmediğim bir dükkana gittim. Tabi ağabeyin eski berbere devamlılığının verdiği bir gönül rahatlığı da vardı yoksa vicdan azabı büyür dururdu içimde. Neyse gayet havalı bir şekilde gerekmedikçe hiç konuşmayarak tıraşımı oldum. En son berber, bıyıklarımın ucunu bir burdu yüzümü falan temizledikten sonra. Ben böyle enteresan bir his yaşamadım arkadaş, içimden şehirler geçti resmen. Siz siz olun kimseye bıyığınızı burdurtmayın, buna hamle eden olursa da ona bağırarak bu şarkıyı söyleyin ve klipteki grup elemanları gibi kendinizi yerden yere atın, şaşıracaktır, hey gidi vay. Bu da bu yazının sonunda verdiğim hayat dersi olsun. Esenlikler.