Perşembe, Mayıs 17, 2018

1. Akra Caz Festivali Veya Başka Bir Deyişle Şehirde Caz Var!


Antalya'ya tekrar yerleşeli tam bir yıl oldu. (Bu da güzel konuymuş, bununla ilgili de ayrıca yazarım.) Bu geride bıraktığımız bir yıl boyunca buradaki bazı yazılara da yansıttığım üzere Merve ile elimizden geldiğince farklı farklı mekanlarda pek çok konsere gitmeye gayret ettik. Buradaki en büyük amacımız da kendimize gönül rahatlığıyla müdavimi olacağımız, oradaki her etkinliğe endişe duymadan gideceğimiz mekanlar tespit etmekti.


Gelin görün ki, birkaç tane istisnai durumu bir yana koyarak söylüyorum, her gittiğimiz konserden hüsranla döndük. Keyfimiz yerine gelsin hayalleriyle evden çıktık; sinirimiz burnumuzda, kavga etmeye yer arayarak eve geri girdik. Kimi zaman mekanların basıklığı, kimi zaman ses sisteminin kötülüğü, çoğu zaman seyircilerin müzik dinleme adabından bihaber oluşu, kimi zaman saatlerce ayakta bekletilmek gibi tadımızı kaçıran nice sebep oldu. Artık tanıdıklarımızın konserleri değilse veya konser bugüne kadar gitmediğimiz (henüz bir şans verebileceğimiz) bir mekanda olmuyorsa, konsere gitmez olmuştuk son aylarda. Sevdiğimiz veya merak ettiğimiz müzisyenler Antalya'ya gelmeye devam ediyor ama biz konserlerin yapılacağı mekanları öğrendikçe dinlemeye gitmeme kararı alıyorduk.


Sonra geçtiğimiz ay sanırım bir anda Akra Caz Festivali'nin tanıtımlarıyla karşılaşmaya başladım. Festivalde sahne alacak müzisyenlerin isimleri Merve'yi de beni de hayli heyecanlandırdı, Merve'nin o tarihlere denk gelen doğum gününü de fırsat bilip bir çılgınlık yapıp henüz olmamış çocuğumuzun rızkını yatırdık kombineye. İkimizde de bir gerginlik var ama "ya bu da iyi bir etkinlik olmazsa", "ya yine sinirlerimizin bozulduğuyla kalırsak" diye. Bir de milyon dolar yatırdık biletlere, sürekli dua ediyoruz, ne olur güzel olsun diye. Buradan sonrasını önce genel etkinliğe dair yorumlarımı sıralayıp ardından konser konser anlatacağım.


2 Mayıs Çarşamba günü oldu, Merve ile heyecanımız ve gerginliğimiz elle tutulur boyuttaydı, neyse otele geldik. Her virajda karşımıza çıkan mavi tişörtlü ve yapmacık değil, gerçekten güler yüzlü görevliler bizi otelin yanından arkadaki etkinlik alanına yönlendirdiler. Otelin bahçesinde ve etkinlik alanına giden yolun kenarında da "Şehirde Caz Var" tabelaları bir başka yönlendirme görevi görüyordu. Zaten Akra'nın arkasına dönünce şehrin en güzel manzaralarından biri önünüze seriliyor. Bey Dağları, Antalya Körfezi, kocaman güzel bir Türk Bayrağı, biraz daha yola devam edince de etkinlik alanının girişine geliyorsunuz. Girişin sağında hayli muntazam bir bilet, davetli, basın bölümü, yine girişte kalabalığın birikmesini engelleyecek sayıda şerit ve güler yüzlü kontrol görevlisi ile içeriye girdik. Alanın düzeninden de bahsedeyim çünkü gelişi güzel çimlere dikilsinler veya armutlara yayılsınlar tarzı bir açık hava festivalinden çok daha hoş, biraz daha misafirleri otelci gözüyle ağırlamaya yönelik bir düzenleme ile karşılaştık.


Sahne sırtını Erdal İnönü Parkı tarafına vermiş, arkasında palmiye ve hurma ağaçları var, konser alanında da birkaç tane var bu güzel insana tatilde hissi veren ağaçlardan. Sahnedeki müzisyenler hem dağ, hem deniz, hem de gün batımı manzarasını tam olarak görebilecek bir açıdalar. Bu da çok güzel, önceden de belirttiğim gibi Antalya'ya konuk olan onlar, biz değiliz. Sadece seyircinin konforu ve keyfini düşünen pek çok organizasyon umarım bu örnekten ders çıkartır kendine. Sahneye doğru diklemesine uzanan, uzun hafif S kıvrımlı masalar var sahne önünde iki sıra kadar. Bu masalar hem elinizdeki eşyaları, hem de aldığınız içecekleri koymanız için müthiş, ayrıca aynı etkinliğe gelen onlarca insanla da samimi bir aile ortamına sokuyor sizi, aynı masayı paylaşıveriyorsunuz. Bu arada her etkinliğin girişinde bir içecek kuponu veriyorlar, ayrıca su olsun, kuruyemiş olsun bunlar ikrâm. Yine otelcilik deneyimi ya da kaliteli organizasyonculuk hareketleri bunlar hep. Uzun masa sıralarında sonra ufak stantlar var, ondan sonra da ihtiyar veya hasta konuklar için oturma alanları düşünülmüş ki bizim de işimize yaradı burası bir gece. Sahne de güzel, boyutları tam ideal. Ne sanatçılar minicik kalacak, ne de sıkış tepiş olacaklar, sahne önüne güzel çiçekler konulmuş. Barlar, karınca gibi yorulmaksızın masaların arasında gezen ve sürekli etrafı toplayan görevliler, aydınlatmalar, masalardaki broşürler, her detay gerçekten titizce düşünülmüş. Sahne ışıkları ve sesler de ayrıca çok çok iyiydi. Hiçbir konserde sesle ilgili bir bulanıklık, karmaşa, uğultu, kısıklık, açıklık yaşamadık. Etkinliğin bence kalitesini en çok artıran kısmı da bu ses güzelliğini yakalamaları ve sürdürmeleriydi. Genel bilgilendirmeyi yapabildiysem şimdi de tek tek konserlere geçmek isterim.



Ne diyorduk 2 Mayıs Çarşamba, mekana girişimizi yaptık, konserleri beklemeye başladık. İlk olarak saat 20.05'te Akra Jazz Band sahneye çıktı. (Bu arada bu dakiklik etkinlik boyu devam etti, muzzam bir detay daha!) Antalya'da yaşayan müzisyenlerden oluşan bu ekip Akra'da düzenli olarak da sahne alıyor sanırım. Akra Jazz Band sahneye çıkmakla kalmadı, adeta altmışların yetmişlerin Amerikan cazcılarını andıran büyük trompetçi İmer Demirer ve Motel ATM albümünü çevire çevire dinlediğim saksafoncu Serhan Erkol'u da sahnelerine konuk etti. Altı yedi şarkı çaldılar, içinde Serhan Erkol'un albümünden de bir şeyler vardı, klasiklerden de. Gerçekten böyle dolu dolu güzel güzel caz duymak kulaklarımıza ve ruhumuza o kadar iyi geldi ki. Bir de acaba ses nasıl olacak, her şey yolunda olacak mı gerginliğimiz vardı dediğim gibi. Bu gerginlik ilk şarkının ardından "her şey çok güzel" olacak rahatlığına bıraktı yerini. Akra Jazz Band'i de isim isim sunmak ve festivali caza yakışır şekilde başlatmalarından ötürü kendilerini bir kez de buradan tebrik etmek isterim. Grup trombonda Ozan Çelikel, gitarda Çağlayan Yıldız, piyanoda Thomas Lewicki, basta Barış Kıratlı ve davulda Burak Yavaş'tan oluşuyor. İlk konserin ardından sahneye Yekta Kopan çıktı ve festivalin açılış konuşmasını yaptı. Kendisini zaten Motto Müzik ve Noktalı Virgül'den ötürü çok severiz ailece, bir de tam olarak aklımızdan geçenleri ifade etti. Bu etkinliğin Antalya, İstanbul değil dünya standartlarında iyi bir etkinlik olduğunu söyledi ve bu gecenin 20-25 sene sonra dönüp "biz bu festivalin başlangıç gecesinde oradaydık" denilecek bir gece olduğuna inandığını belirtti.



Kısa bir sahne toparlanması ve yeniden kurulum arasından sonra sahnede önce ekibi, ardından Yasmin Levy belirdi. Uzun yıllardır canlı olarak dinlemeyi en çok istediğim isimlerden biridir kendisi, İstanbul'da bir ya da iki defa teğet geçmiştim konserlerini. Benim için de, yıllardır bolca dinlettiğim Merve için de büyüleyici bir deneyimdi kendisini sahnede izlemek ve dinlemek. Çok karizmatik bir insan, icrâ ettiği müzik ve icrâ ediş tarzı zaten şahane. Sahnede Levy'ye vurmalılarda Ishay Amir, gitarda Yechiel Hasson, üflemelilerde Amir Shazar, tuşlularda Nadav Biton, davulda Matanel Ephrat ve elektrik gitarda Adam Ben Amitai eşlik etti. Bilemiyorum, ömrüm boyunca en büyülenmiş olarak dinlediğim konserlerden birini yaşadım sanırım. Sona doğru Levy'nin bizlere "haydi artık gidin uyuyun" demesini ayrıca takdir ettim, konserin bitiminde alkışlara iknâ olup bize bir iki şarkı daha lütfetmesini de. İlk gün böyle şahane geçti ve bizi sonraki günlere karşı daha da heyecanlandırdı.



4 Mayıs Cuma akşamı ise Antalya'da dinlemenin bayağı inanılmaz olduğu bir başka ekip vardı karşımızda: Electro Deluxe! Bu konserde Merve'nin annesi ve babasının yanı sıra pek çok lise arkadaşımız da bizleydi, hatta Ebru da zaman zaman bize katıldı. Tek kelimeyle muhteşem bir konserdi! Canavar gibi müzik, canavar gibi enerji, yakışıklı abimiz James Copley bir de üstüne tıraş da olmuş mu, muazzam geceydi vallahi. Bir de konsere favori şarkımız K.O. ile girdiler, bizi içten fethettiler. Klasik bir Fransız olarak konserin bir yerinden sonra "sahnenin önü hep erkek dolu, biraz da kadınlar buraya gelsin" anonsunu da geçti yakışıklı abimiz. Hoş bunu deyip onca kadını sahnenin önüne doldurmasa bile, kadınlı erkekli hepimiz kendisine vurulmuştuk hâli hazırda. Konser sonrası fotoğraf çektirmek için sahnenin yanına gelen ekibi de kaçırmadık, liseli dostlar ve Ebru ile etraflarını sardık. Funk'ı hücrelerimizde hissettiren ve "canlı müziğe inanın" diyen bu canavar ekibi isim isim de yazmak isterim. Solist James Abimiz ile birlikte, Electro Deluxe saksafonda Thomas Faure, basta Jeremie Coke, klavyede Gael Cadoux, davulda Arnaud Renaville, trompette Vincent Payen ve trombonda Bertrand Luzignant'tan oluşuyor. Evet ikinci gecenin sonunda tam anlamıyla bir "ikide iki" yaşıyorduk ve Antalya'daki konserler için "evet sonunda şeytanın bacağını kırdık" diye bağırıp birbirimize sarılıyorduk Merve ile. Gözlerimizden mutluluk gözyaşları süzülüyordu. Hayır süzülmüyordu, burayı abarttım.



5 Mayıs akşamı biz bir düğüne gittik, biletlerimizi Merve'nin annesi ve babasına emanet ettik onlar da Çıplak Ayaklı Diva olarak da bilinen Cesaria Évora'ya saygı için kurulan ve divayla birlikte çalışan müzisyenlerden oluşan Cesaria Évora Tribute grubunu dinleyip bize aktardılar. Güzel bir konser olduğunu vurguladılar, böylece etkinliğin en Latinli gecesini kaçırmış olduk, umarım kendilerine başka bir zamanda, başka bir yerde denk gelir, kendimizi affettiririz. Festivaldeki tek firemiz (fayır) bu geceydi. Ah durun, bir diğer firemiz de 3 Mayıs akşamüzeri Yekta Kopan'ın moderatörlüğünde gerçekleşen Şehir, Caz, Festival söyleşisiydi. İKSV Genel Müdürü Görgün Taner, caz sanatçısı Şenay Lambaoğlu ve tiyatrocu Selçuk Yöntem'in eminim pek keyifli geçen sohbetlerine işle ilgili bir saçmalıktan ötürü gidemedik.



Derken sonraki haftanın Çarşamba akşamı geldi çattı yani 9 Mayıs. "Merve ne olur erken gidelim, tıklım tıklım olur!" diye yalvarmamla normalden biraz daha erken gittiğimiz konser Fazıl Say konseriydi. İyi ki de öyle yapmışız. İlk olarak sahneye Fazıl Say çıktı ve Türkiye'nin en güzel sesli kadınlarından biri olan Serenad Bağcan ile birlikte İlk Şarkılar'dan eserler seslendirdiler. İki ayrı devi, hatta hayal kahramanı gibi insanı sahnede görmek muazzamdı. Fazıl Say'ın birbirinden büyük Türk şairlerinin eserlerini bestelemesi ve bunları şarkı formatında insanlara sunmasındaki idealizm beni hep etkiliyor ve etkileyecek belli ki. Son şarkıdan önce Serenad Bağcan birkaç kelam ederken dünyanın en havalı böcekten korkuşunu yaşadı, tam bir operacı sesi çıkartarak. Böcek de büyük korkmuştur eminim, Serenad Hanım da tüm dinleyenler de koptu, unutulmaz bir an oldu hepimiz için, umarım kaydı da vardır. Ardından Fazıl Say tek başına bazı klasik eserlerin caz düzenlemelerini çaldı, sonrasında sahneyi son projesini seslendirmek üzere Ece Dağıstan, Güvenç Dağüstün, Hakan Güngör, Volkan Hürsever, Gürtuğ Gök, Derya Türkan ve Ediz Hafızoğlu'na bıraktı. İkinci kısım yani Güz Şarkıları faslı da böylece başladı ve müthiş bir etkileyicilikle sürüp bitti. Antalya Fazıl Say'ı hayli özlemiş, bunu bitmeyen alkışlardan kolaylıkla anlayabilirdiniz. Bir gece daha şahane geçmişti.



11 Mayıs Cuma gecesine geldiğimizde sevdiğimiz ve bolca dinlediğimiz iki ayrı ekip vardı sahnede. Önce Elif Çağlar Quartet sahne aldı. Elif Çağlar'a sahnesinde, piyanoda Çağrı Sertel, kontrbasta Volkan Hürsever ve davulda Ediz Hafızoğlu eşlik ediyordu. Kesinlikle muazzam bir caz solisti Elif Çağlar, bir de üzerine dünyanın en sevimli insanlarından biri, şarkılarının ve düzenlemelerinin kalitesi ise bambaşka bir seviyede. Çok keyifli bir konser yaşattı dinleyicilerine, iyi ki kendisini Antalya'da böyle güzel bir sahnede ağırlayabildik. Ardından Ediz Hafızoğlu'nun Nazdrave & Friends projesi sahneye çıktı. Ediz Hafızoğlu'na sahnede birbirinden iyi müzisyenler eşlik ediyordu. Barış Doğukan Yazıcı'nın trompette, Engin Recepoğulları ve Serhan Erkol'un saksafonda, Ercüment Orkut'un tuşlularda, Cem Tuncer'in elektrik gitarda ve Orhan Deniz'in basta olduğu ekibi yer yer Ülkü Aybala Sunat ve Jülide Özçelik güzel sesleri ve şarkılarıyla taçlandırdılar. Kulağımızın yine caza, daha doğrusu güzel müziğe doyduğu bir gece oldu. Üstelik Türk müzisyenlerden oluşan böyle canavar ekipler beni ayrıca heyecanlandırıyor, dünya standardında işler yapabildiğimize kanıt niteliğinde. Nazdrave'yi oturarak dinleyebildik, günlerdir ayakta dikilmenin verdiği bel ağrılarımız sağ olsun ama oturma yerleri de hem güzel hem sahneyi gören açıdaydı neyse ki! İşte bunlar hep "yaşlılıque".



Derken geldik son geceye yani 12 Mayıs Cumartesi gecesine. Bu kez Ayşe bizle birlikteydi, önce Akra Jazz Band sahneye çıktı tekrar, bu kez üstat Neşet Ruacan'ı konuk ettiler sahnelerinde, yine hayli güzeldi konserleri. Ardından festivalin son konseri yani Dany Brillant konseri başladı. Bu Fransızlarda ayrı bir hava var gerçekten de, o kadar yüksek bir sahne enerjisi vardı ki adamın anlatamam. Biraz daha Akdeniz apaçisi tarzındaydı tabii abimiz, şarkıları da aynı çizgide kıpır kıpır. Sonra salsa yapmak üzere sahneye bir kadın dinleyici davet etti, adeta kareografi hazırlamışçasına sahneye çıkan bir abla izleyen herkesi büyüledi. Zaten iş ondan sonra koptu, bizim zampara Dany (Türkçe bilmiyor ya ne desem olur artık) her şarkıda sahneye 5-10 tane daha kadın dinleyici davet edip hepsiyle dans etti, ortamı iyice ateşledi. Yerimizde hiç duramadığımız bu şahane konserle festivali bitirdik hasılı kelam.



Özetle Akra Caz Festivali'nin ilki yani başlangıcı her yönüyle muazzam geçti. Bir Antalyalı olarak bu tip organizasyonlarda kendimi ev sahibi gibi hissediyorum genelde ve ilk kez konuk edilen müzisyenlere karşı kendimi mahcup hissetmedim, aksine etkinliğin kalitesinden gurur duydum. Bu işte emeği geçen herkese ve sahnede edilen teşekkürlerden duyduğumuz kadarıyla bu etkinliğin mimarı Kadir Dursun'a, güzel kentimize bu denli vizyonlu bir iş kattıkları için minnettarım. Akra zaten yaptığı birbirinden inanılmaz etkinliklerle bana sorarsanız bir otel gibi değil, şehrin en aktif kültür sanat kurumu gibi çalışıyor, nazar değmesin, çok vizyonlu işlere imza atıyorlar. Seneye Haziran'daki festivale biletler satışa sunulduğu an yine kombine almakla kalmayıp tanıdığım Antalyalı olsun olmasın herkesi bu etkinliğe gelmeye ikna edeceğim. Seneye beklediğim sanatçılar arasında Sade ve Haris Alexiou da var; tamam belki çok cazcı isimler değiller ama beklentim arşa çıkmış durumda. Bir de Kültür Bakanı olduğum zaman bu tip vizyonlu etkinliklere Turizm Bakanlığını da ikna ederek dev bütçeler ayıracağım, bunu da buraya not etmiş olayım.

Pazar, Mayıs 13, 2018

Tesadüfler Ne Büyüktüler, Ne Kadar Basit Göründüler *


* Aceleci ve meraklı okurlar için bir bilgilendirme yapayım, yıldızın açıklamasını yazının sonuna bırakacağım.

---

Bazı olaylar oluyor, bazı haberler geliyor, bazı şeyler görüyor ve sorguluyorum; her şey nasıl da bu kadar birbiriyle bağlantılı diye.

Ömrümün ciddi bir bölümünde şu soruyu kendime sordum, bu hayatta yaşadıklarımızdan veya olan olaylardan ne kadar sorumluyuz veya başka bir deyişle yaptığımız şeyler olayların akışını etkileyebilir mi?

Tabii bunlar binlerce hatta on binlerce yıllık sorular, cevabını kimsenin tam olarak veremediği ve herkesin zamanla kendine yakın bir açıklamanın arkasında pozisyon aldığı konular. Kimi zaman (hepimizin de ara ara hissettiği gibi) ne yaparsam yapayım yaşanılanları değiştiremiyormuşum hissi içinde kalıyorum, kimi zaman da tam aksine yahu yaptığım en ufak hareket bile ne kadar kritik ve ne kadar çok şeye sebep oluyor diye düşünüyorum. Bu iki düşünceden herhangi biri henüz diğerine karşı kesin bir zafer kazanmadı yine de...

Belki de tüm yaşanılan olayları geçmişe doğru düşünüp garip bağlantılar kurmayı sevmemden oluyordur her şey veya kendimi dünyanın merkeziymiş gibi değerlendirme tarzımdan. Yine de kendimi pek çok olayda, ilişkide, hikâyede farkında olarak veya olmayarak bir rol almışım gibi buluveriyorum işte. Bu roller iyi mi kötü mü, önceden iyiydi de sonra mı kötüleşti, önceden anlamsızdı da yarın mı anlama bürünecek, işte bu sorular içimi kemirmeye daima devam edecek sanırım.

Misal bir insanı başka bir insan ile tanıştırmak hem çok güzel hem çok tehlikeli aynı zamanda. O tanışmadan doğan ilişki, o iki kişinin birbirine tanıştırabileceği bilinmez sayıdaki başka insanlar, o ilişkilerin yaratabileceği etkiler falan derken bir anda kendinizi Hitler'in doğumuna sebep olmuş da bulabilirsiniz, Sezen Aksu'nun müziğe başlamasına ilham vermiş de...


Bu düşünme tarzı aklıma hep Bilbo'nun ve Frodo'nun yola ve yolculuğa bakış açısını getirir. Yola çıkmak tehlikeli iştir der Bilbo. Misal kapınızın önündeki patika ile Yalnız Dağ'a giden yol aynı nehrin kolları gibidir tarzı bir benzetme yaparlar kitapta. Eğer dikkatli olmazsanız su sizi hiç beklemediğiniz bir yere sürükleyebilir, tüm o kılcal damarlar birleşip bir büyük nehre dökülecektir illa ki.

İşte o yol ayrımlarının köşesindeki bu yana gidin tabelası gibi hissediyorum kendimi bazen; üzerimde garip bir sorumlulukla acaba bu yönlendirme iyi mi oldu diye düşünüp duran...


** Başlık açıklaması: Sevgili Vera'nın Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından esinlenen ve aynı ismi taşıyan çok güzel bir şarkısı var, başlığımız da o şarkının nakaratının giriş sözlerinden. Vaktiyle beraber bir kayıt yapmıştık kendileriyle yukarıda göreceğiniz üzere, hatalarıyla sevaplarıyla güzel bir anı oldu, albümlü hâline ise buradan ulaşabilirsiniz.