Pazar, Aralık 30, 2012

Kulak Ağrısı


Kulak ağrısı ne kadar berbat bir şey arkadaş. 2 hafta sonumu yedi şu kulağımdaki poblemler. Geçen hafta bir anda tıkanmasıyla gündeme oturan sol kulağım, açılmasının ardından gitgide artan bir ağrıyla Cuma akşamı dayanılmaz bir hal aldı. Fedakâr Merve Hanımcığım koşup nöbetçi eczane bulmasaydı kendimi vuracaktım Nişantaşı'nın ortasında. Dün sabahın köründe doktora gittim, yaklaşık 3 günün sonunda ancak bugün ilk kez azalma göstermeye başladı ağrım. Gerçekten tıp bilimine inanılmaz şaşırıyorum bu tip durumlarda. 10.000 sene önce neredeyse hâlâ oradalar ya adamlar arkadaş. Bilgisayarla, teknolojiyle kaydedilen ilerlemeyi kast etmiyorum. Yani 2012 yılında sen hâlâ 5 dakikada benim ağrımı kesemiyorsan ya da grip/nezle gibi hastalara "yatarak 7 gün ayakta 1 hafta" gibi geyikler yapıyorsan yazıklar olsun geldiğin noktaya. Bari alternatif tıp diye kendinden ayırdığın ve inanmadığın o yöntemlere bir göz at ne bileyim uyuşturucu ver, placebo uygula bir şeyler yap. Neyse sinirim geçmedi hâlâ. Bir kaç yüzyıl daha da geçmez. Tüm kulak ağrılarıma rağmen Merve Hanımcığım, Finlandiya'dan katılan dostumuz Ayşe Hanım ve eşi Yiğit Bey ile keyifli bir yemek yedik Nişantaşı'nda. Semtimiz çılgın atıyordu, belediyenin düzenlediği bir açık hava partisine şahit olduk, fena da çalmıyordu dj'ler, zaten her taraf süslenmiş, insanlar da gayet eğleniyor ve fotoğraf çekiniyorlardı, güzel ve enteresan bir yer Nişantaşı gerçekten de.

Hafta sonumu kulak ağrım ve hava muhalefeti sebebiyle evde youtube'dan video'lar izleyerek ve bol bol Regina Spektor dinleyerek geçirdim. En sevdiğim müzisyenler listesinin her daim en üstlerindedir bu ablamız. Müthiş bir söz yazarı ve bestecidir, kendisinden önceki yazılarımda da bolca bahsetmişimdir hatta favori şarkılarımdan oluşan bir paragraf bile yazmıştım sanırım tam şu yazının üçüncü paragrafında. Öncelikle Regina Hanım kendi facebook ve twitter hesaplarından bir video paylaştı geçenlerde. Machine parçasının cover'ı. şarkının orjinali de müthiştir ama cover'ı gerçekten de efsanevi, işte bunu izlememle hafta sonumu youtube'da geçirmeye başlamam bir oldu. Bu müthiş cover'ı buradan dinleyin lütfen! Tabi ki yine mükemmel sözler, müthiş bir müzik, kısacası bir müzikal deha! Sonrasında "The Live Room" adlı bir programda söylediklei 5 şarkıya denk geldim. Öyle güzel ki. Hepsini sırayla buradan dinleyebilirsiniz. En son olarak da şu video'yu paylaşıyorum. Bir konserinde "Ballad of a lovable dictator" olarak adlandırmış, hatta dictator kelimesini seyircilere sorup buluyor çok tatlı. Ahahah. Gerçekten bir değil bir kaç maaş bile gömülebilir bu kadının bir konserine, o gelmezse ben gideceğim en sonunda.

Sonra vaktiyle Nil İpek Hanım'ın gösterdiği 2 adet Kimbra video'su vardı. Onlara bir bulayım da dinleyeyim dedim. Hatta Kimbra konserinden sonra izlemiştim ben bu video'ları da öncesinde izlesem herhalde giderdim konserine ne olursa olsun diye düşünmüştüm. İkisi de ayrı kategorilerde aşırı etkileyici video'lar sınıfına giriyor. Birincisi ne güzel şarkı yazmış ne kadar güzel çalıp söylemişler dedirten akustik kategorisi: Wandering Limbs. Sam Lawrence adlı Ozan Beyvari bir arkadaşımızla söylüyorlar bu video'da. İkinci kategorimiz ise ablamızın müzikal dehasına hayran bıraktıran kategori, biraz el çabukluğu, biraz büyücülük, biraz da analitik düşünce diyelim: Settle Down. Bakmayın ilk 456 dakika çalmadıklarına, ekip de muhteşem! 

Bu arada Nil İpek Hanım'ın makinesiyle Merve Hanımcığım tarafından çekilmiş bir Taşoda fotoğrafı da Emir Bey sayfasının kapak fotoğrafı olmaya hak kazandı. Emeği geçen herkese sonsuz sevgiler. Murat Bey'in şu video'suna denk geldim hafta sonu yine, pek güzel hem şarkı, hem video hem de sevdiğimiz bir sesi yıllar sonra tekrar dinlemek. Bir de Ahmet Bey'in paylaşımı üzerine şöyle bir şarkıya denk geldim, gerçekten baya etkileyici, vaktiniz olunca muhakkak dinleyin.

Bu arada son sözüm sözlük yazarı eşe dosta bir sitem mahiyetinde. Arkadaş geçen bir vesileyle Emir Bey adına ve kendi adıma yazılmış bir kaç entry'ye denk geldim. 2 sene önce öldüğümüz ya da müziği bıraktığımız düşünülebilir kolaylıkla. O kadar facebook sayfamız var, Mavi Büyücüler blog'umuz var, soundcloud hesabımız var ama ne yazık ki sözlükteki verilen bilgilerde bunların pek izi yok, yazılar eski tarihli olduğu için. Ben demiyorum ki oturun Emir Yargın Efendi'ninki gibi bir wiki sayfası döşeyin ama yine de arayanı yönlendirmek sevaptır. Ahahahaha.

Son olarak. Fazla link göz çıkartmaz.

Çarşamba, Aralık 26, 2012

Importance of metrobüsing in a corporate life.


Evet efendiler yine birikti yazılacak konular. Öncelikle hafta sonundan başlayalım. Dut Şerbeti adlı bir oyuna gittik annemle. Oyunun yazarı ve yönetmeni Sertaç (Ayvaz) Bey bizi karşıladı, annemle arkadaşlar. Ayak üstü biraz sohbet ettik, ardından oyuna girdik. Tiyatro konusunda biraz cahil bir insanım ancak modern bir düzenleme vardı salonda. Yani seyirciyi oyunun içine alan cinsten ki zaten giriş ve çıkış sahneleri de seyirciyi fiziki olarak oyuna dahil edecek şekilde tasarlanmış. Kadına şiddet ve bunun aile ve uzun vadede oluşacak olası aile(ler) üzerine etkilerini işliyordu oyun. Tiyatronun her gittiğimde tekrar hatırladığım -ya da yeniden fark ettiğim diyelim- çarpıcılığını yaşadım yine. Televizyonda, filmleri, dizileri, haberleri izlerken ya da gazeteleri, kitapları okurken asla hissedemeyeceğiniz -hissizleştirildiğimiz- bir gerilim yaşatabiliyor size. Annem de ben de etkilendik ve daraldık izlerken ki sanırım bir dramın amacı da bu olsa gerek. Aralık gösterimleri bitti ancak broşürde yazdığına göre Ocak'ın 9, 18, 25 ve 26'sında saat 20:30'da Tiyatro Açıkça'da gösterimleri devam edecek. Bu tiyatro da hemen Rexx Sineması'nın hizasındaki Burger King'in karşısındaki pasaj/apartman karışımı yapının içine girince bir kat aşağıda. Vaktiniz olursa bahsi geçen tarihlerde bu tek perdelik dramla değerlendirebilirsiniz değerli vaktinizi. Bu ay tiyatrodan yana şansımız yaver gidiyor, SBR'nin oyunu Annemin Cinayet Listesi ile yüksek bir hızda başlamıştı ay başında maceramız hatırlayacağınız üzere.

Bu arada hafta başında işe başladım! Ancak bununla ilgili gelişmeleri bir kaç paragraf altta daha detaylı anlatacağım.

Pazartesi akşamı yani ilk mesaimin ardından işten çıkıp Enis Ağabey'le buluştuk Mecidiyeköy'de ve okula doğru yola koyulduk, bizle eş zamanlı olarak annem de Beşiktaş'tan okula doğru hareket etmişti. Kapıda buluştuk ve aşağıya indik. Konsere yetişmiştik! Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü'nün (BÜTMK) kış dönemi koro konseri olan Mahur Beste'ydi yetiştiğimiz konser. Bir korist ve solist olarak yetişmem ayrıca iyi oldu tabi. Pek keyifli geçti konserimiz, sahnede görmekten mutlu olduğumuz koronun genç yüzlerinin yanı sıra sahnede göremediğimize ve birlikte olamadığımıza üzüldüğümüz dostlarımız da oldu. Faruk Hoca yine olanca tatlılığıyla seyirciler arasındaydı. Neyse solomu da kazasız belasız atlattım. BTS kod adlı Albert Long Hall'dan da her daim etkileneceğim sanırım. Sizle konser repertuvarımızdan çok beğendiğim iki şarkıyı paylaşmak istiyorum. İlk eserimiz bir Dede Efendi bestesi. "Ah yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü." diye başlayan pek hoş sözler ise Şeyh Gâlip'e ait. "Kimi terk-i nâm ü şâne kimi itibâre düştü." diyerek de hayli (highly) vurucu bir bitiriş yapmış. Buyurun buradan dinleyelim. İkinci muhteşem eserimiz ise Hacı Arif Bey imzalı:

"Gösterip ağyâre lûtfun bizlere bigânesin
Bivefa görmek ne müşkül âşıka cânanesin
Böyle üzmek şânına lâyık mıdır divânesin
Bivefa amma cihanda sevdiğim bir tanesin."

Her şeyi geçtim (Şebnem Hanım da hak verecektir) sırf şu üçüncü satır için dinlenir bu eser, buyurun siz de dinleyin. Bu arada konserde favori solistim yine Rıdvan Bey'di. Okuduğu eserin ismini bir türlü kaydedemediğim için paylaşamayacağım ama ne güzel bir icradır o arkadaş, denecek söz bırakmadı bizde.


Sonraki gün, yani salı günü, yani bir diğer deyişle dün, tempomdan hiç ödün vermeyerek mesai çıkışı sırtımda gitarımla yine Mecidiyeköy'de önce Merve Hanım ardından da Nil İpek Hanım'la buluşup bir başka konser vesilesiyle tekrar okula geçtim. Bu sefer de Boğaziçi Üniversitesi Müzik Kulübü'nün (BÜMK) Taşoda Kış Konserleri'ydi yetişmeye çalıştığımız. Yetiştik. Biraz ayrı bir dünyadan geliyormuşçasına sıra bize gelince sahneye kurulduk ve başladık çalmaya. Ayrı dünyamızın sebebi öncelikle Nil İpek Hanım ve benim kurumsal kostümlerimizdi, bir diğer sebep herkesin kalabalık çıktığı ve genelde ayakta çaldıkları bir sahneye 2 kişi sandalye çekip oturmamızdı, son sebep ise fazlaca sakince bir müzik yapmamızdı. Organizasyon pek güzeldi, bize de çok kibar davrandılar. Gönüllerimizin en birinci seyircisi Merve Hanım vardı önde, bir kaç tanıdığımız dostumuz da ön sıralarda yer aldı, onun dışında salonun farklı köşelerine dağılmış yine bir kaç avuç insan vardı sanırım "ne yapıyor bu yaşlılar" diye bize bakan. Neyse biz mutlu mutlu ve sakin sakin şarkılarımızı çaldık ve indik. Ne kadar özlemişim GKM'yi ve Kış Taşodası'nı. Salon konserlerine her zaman hayranım. Nil İpek hanım da pek memnundu seslerden ve ortamdan zannımca. Böylece 2. kez maksimum akustik Emir Bey performansımızı sergilemiş olduk ki daha devamı gelecek bunun bence. Tanıdık ve tanımadık bir kaç zarif geri dönüş de aldık, mutlu olmamıza yeter bunlar bir kaç hafta bence.

Gelelim iş dünyasına. Evet efendim granit alanında öncü bir firmamız benim onları iyi yöneteceğimi düşünmüş olmalılar ki beni işe aldılar. Şirket yönetmek zor iş çok yoğunum 3 gündür, bakmayın konserlere çıktığıma falan. Şaka bir yana MT (Management Trainee) ya da yönetici adaylığı ilanına başvurduğum firmamızda satış departmanında işe başladım. (Kariyer.net çalışıyormuş bu arada gerçekten şaka gibi.) Sanırım şirketin ilk MT'si benim. Ben dahil herkeste bunun bir şaşkınlığı ve heyecanı var. Oryantasyon kısmındayız şimdilik, farklı departmanlardan "işler nasıl yürür, biz ne yaparız" temalı eğitimler alıyorum, bilgisayarım da oldu ancak daha kendi departmanıma yerleşmedim. Bilgisayar demişken bugün 2-3 dakikamı Windows 8'de "Başlat" menüsünü arayarak geçirdim, tam olarak bulduğum da söylenemez ama ona yakın bir şeyler buldum. İlk izlenimim aşırı hızlı açılıp kapanan bir işletim sistemi olduğu yönünde, adamlar iPad'e bağlamışlar maşallah. Neyse üçüncü günümü de geride bıraktım ancak mesaim haftada 6 gün, bu yüzden bu hafta için çoğu gitti azı kaldı diyemiyorum henüz. Tabi şirket yönetmek zor ne yapalım. Ahahaha. Belitmeden geçemeyeceğim, Ilgın Hanım'ın Londra'dan 17 Kasım'da gönderdiği ve çoktan umudumuzu kestiğimiz "bu kart şansını döndürsün" temalı kartı tam işe başladığım gün yani yaklaşık 35 günün sonunda elime ulaştı. Kalbi temiz bence Ilgın Hanım'ın ondan hep. Bu arada metrobüs strikesback.

Not: Serkan bey bunu okuyorsanız yardımınıza ihtiyaç duydum, Gandalf'ın Frodo'dan ayrılırken (Yüzük Kardeşliği'nin en başlarında) kurduğu bir cümle vardı "beni en beklenmedik anlarda bekle" temalı bir cümle, neydi onun İngilizcesi? Kitabı karıştırmaya üşendim bilgisayardan kalkıp. Başka Orta Dünya töresine hakim birisi varsa o da cevap verebilir buna.

Cuma, Aralık 21, 2012

Herkesin Kıyameti Kendine


Efendim geçtiğimiz günleri hastalıklı geçirdiğim yetmiyormuş gibi bir de geçtiğimiz gün koro provası sırasında teklemeye başlayan sol kulağım, provayı takiben yediğimiz yemek sırasında tıkandı. Ne çirkin ne tahammül edilmez bir his öyle o arkadaş. Dünya mono dinlemeye gelmiyormuş alışmışız hep stereo'ya. Böyle kulaklığımın teki bozulmuş ya da 2+1'im 1+1'e düşmüş gibi boynum büküldü gerçekten de. Bir de iç ses oranları değişti sol taraf tıkanınca monitörü de %40 kadar yükseltmiş olduk, dışarıyı duyamamak bir yana kendi sesimden de tiksindim. Neyse bugün gittik doktora açtırdık çok şükür parası neyse verdik. Parası neyse verdik diyorum keza uzun zamandır işsiz gezdiğimden kelli artık beni evladı sayan bir devlet yok yani sosyal güvencesizlik yaşıyorum, neyse bir kaç güne geçer.

Şimdi üstteki paragrafın içinden açacağım 2 konu var. Birincisi koro provası dedim. Neyi prova ediyoruz hiç merak etmiyorsunuz eminim ki ancak ben yine de belirteyim: 24 Aralık Pazartesi akşamı saat 19:30'da Albert Long Hall'da gerçekleşecek olan BÜTMK (Boğaziçi Üniversitesi Türk Müziği Kulübü) dönem sonu koro konserine hazırlanıyoruz. Mahur Beste adlı bu hoş konsere klasik müzik seven herkesi bekleriz. Dilim dönerse hatta bir eser de ben söylerim sizlere hazır oralara kadar gelmişken.

En üst paragraftan bir diğer cımbızlayacağımız öğe ise paragrafın son cümlesindeki bir kaç güne geçer kısmı. Bir aksilik olmazsa ben de yetişkinlik görevlerinin en önemlisi en kutsalı olan düzenli çalışma hayatına adım atacağım önümüzdeki hafta. Yarın -yani artık bugün- evraklarımı teslim etmem lazım tabi. Herkesin 21 Aralık'ı kendine demek ki Maya kardeşler. Yok yok o kadar karamsar değilim, her zaman dediğim şeyleri söylüyorum kendime tekrar tekrar, umarım hayırlı olur ve iyi insanlara denk gelirim. Bu tür bilinmez durumlara yıllardır tam olarak şöyle bakıyorum:


Gelelim son paragrafa. Merve Hanımcığımla vardık Hobbit'i izledik. Bana kalırsa Yüzüklerin Efendisi'ne oranla daha iyi bir uyarlama, üstelik biraz daha masalsı bir eser olduğu için ufak tefek yönetmen ya da senarist yorumlarını daha rahat kaldırıyor. Tabi her şeyin de bir sınırı var ama o dağdan kopup birbirine kafa atan, sille tokat girişen yaratıklar neydi öyle arkadaş. Haydi öyle saçma sapan karakterler yarattın, daha güzel dövüştüremedin mi? Laleli esnafı gibi, sarı dolmuşçu gibi kafa atıp aparkat falan çekmeler. Neyse tam onu affediyordum ki bir Necromancer yapmışlar, sırf o yüzden affedemedim. Ben paint'te spreyle daha iyisini yaparım, koskoca Sauron'a yapılacak hareket değil şu. Bir de Boz Radagast'ı ötekileştirme ve basitleştirme var. Tamam bunun kitabımızda da yeri var, haydi masalsı anlatım daha sevimli olur diye yapıyorsunuz onu da anlıyorum ama yine de belirtmeden geçemeyeceğim bu durum benim gücüme gidiyor. Zaten 5 büyücü var, ikisi gitmiş belasını mı bulmuş mevlasını mı belli değil, biri sinsinin önde gideni bayrak tutanı, öbürü ateşle oynuyor, Radagast da hayvanlarla anlaşıyor farklı bir kafa yaşıyor. Onu hor görmeyelim, ona sahip çıkalım. Şurada teke tek kalsan tek kelimesiyle feleğini şaşırtır yemin ederim. Hürmet gösterin azıcık büyücülere. Neyse sinirlendim yine ama yanlış anlaşılmasın film güzel film, gerçi ben senede ortalama 1 filme giden biri olarak çok sözü dinlenmeye değer olmayabilirim hüküm verme konusunda ama olsun. Bir de şu şarkı beni izlerken de sonrasında da çok derinden etkiledi, siz de dinleyin pek bir spoiler'lık yanı yok: Misty Mountains.

Yeni bir dünyada yahut yeni bir düzende görüşmek dileğiyle!

Cuma, Aralık 07, 2012

Neyin Yoğunluğunu Yaşıyorsam


Son 2-3 haftadır daha cumartesi pazar gününden önümdeki haftanın tüm günlerine en az bir program geliyor ve ecnebilerin "full throttle" bizimse "tam gaz" yahut "yardırmaca" tabir ettiğimiz yoğunluk seviyesine ulaşıveriyorum. Çok kısa yazacak vaktim var yahu olacak iş değil! Nokta nokta yazıyorum o yüzden:

. 7 Aralık Cuma, yani artık bugün oluyor, akşam saat 21:30'da Nil İpek Hanım'la beraber 60m2'de sahne alacağız. Kendi şarkılarımızı ve sevdiğimiz bazı şarkıları söyleyeceğiz, samimi bir etkinlik olacak gibi, bekleriz. Detaylara şuradan ve buradan ulaşabilirsiniz.


. Bir diğer Emir Bey haberimiz ise şudur ki, bugün yaptığımız provanın sonunda haydi bir şeyler kaydedelim dedik, Buğulu Camlar'ı kaydettik Nil İpek Hanım'la. Kendisi zarif sesiyle bana eşlik etti sağolsun, çok daha önemlisi bu şarkıyı beğenerek bana mânen eşlik etti ki bundan daha değerli bir katkı olamaz zaten. Bu yeni kaydı da ister bu paragrafın altındaki oynat tuşuna basarak, ister buraya tıklayarak dinleyebilirsiniz.


. Bir diğer keyifli haber SBR'nin yeni oyunu "Annemin Cinayet Listesi"nin 11 Aralık Salı günü ilk gösterimini yapacak olması. Bunu neden yazıyorum peki? Çünkü bu keyifli oyunun içinde geçen 3-4 keyifli parça benim elimden çıktı, bir başka yazıda genişçe bahsedebileceğim komik ve keyifli tesadüfler sonucu olaylar gelişti ve şu an Salı gününü iple çekiyorum. Etkinliğin detaylarına buradan ulaşabilir, buradan bilet edinebilir, buradan da SBR nedir diye göz atabilirsiniz.

. Merve Hanım'ın evinde tasarladığımız çağdaş kanepelerden, yıllar sonra görüştüğümüz Melike Hanım ve Bahadır Ağabey çiftinden, Canberk Bey'le Yiğit Bey'in evinde geçirdiğimiz pek keyifli kayıt sürecinden ve artık sayısı milyonları bulan mülakatlarımdan bahsetmeyeceğim bile.

. Ancak bahsetmeden geçemeyeceğim bir şey oldu ki dün gece Nil İpek Hanım'la yine bir müzisyene hayran olduk. İsmi Selim Saraçoğlu, yaptığı açıklamalardan anladığımız kadarıyla sanal dünyada pek yer almıyor, ancak çok zamandır canlı dinlediğim en güzel şarkılardı. Etkileyici bir besteci, gitarist ve solist. 25'inde Dunia'da çıkacakmış hemen notlarımızı aldık.

. Bir de şu tıraş köpüğü ne iğrenç şey, ne zaman sıksam yüzüme o koku beni Topçu Füze Okulu'nun tuvaletlerine götürüyor, geçen sene Aralık ortası, acemilik, soğuk. Aman!

. Son olarak Ilgın Hanım kart atmış ama gelmedi, neyse ki kendisi çok öngörülü bir insan, kartın fotoğrafını çekmiş, yolladı. Değişik değişik insanlarız sonuçta hepimiz.

Salı, Kasım 27, 2012

Gerilla Konser No.5 (24 Kasım 2012)


Yazılacak mevzular öyle bir birikim içine girdiler ki nereden başlayacağımı bilememekten yazmaya korktum. Hah buldum nereden başlayacağımı. Çevremdeki herkes görsün diye uğraştım ve tanıdıklarımdan pek görmeyenin kalmadığını düşünüyorum ama yine ve son kez olarak son müzikli video'muzdan bahsedeceğim. Acemilikte Polatlı soğuğunda güneş ve ayın verdiği ilhamla yazılan sözler, Nil İpek Hanım'ca yapılan ve seslendirilen pek zarif bir beste, Canberk Bey'in bize bas sesleriyle eşlik etmesi ve parçayı bir solo ile taçlandırması, Emir Yargın Efendi'nin de bu performansı görüntüleyip, görüntüleri düzenlemesi ve Merve Hanımcığım, Gültuğ Hanım ve Ciara Hanımların bizlere verdiği maddi manevi destek ile ortaya böyle bir eser çıktı. Konuyla ilgili Leydi Indis'in hazırladığı müthiş görsel de bir alt paragrafın altında yer almaktadır.




Gelelim bugünün bir diğer eğlencesine. Malum facebook üzerinden bir deklarasyon patlaması yaşıyoruz şu günlerde. Kendimi tuttum tuttum ama bugün ben de hislerimi deklare ettim önce yabancı dilimle sonra da ana dilimle. Bunu yapmadan önce de bir süre düşünüp şöyle bir karara vardım. Hani biz vatandaş olarak bir kanunu bilmesek bile o kanun resmi gazetede yayınlanmışsa yani yürürlüğe girmişse "Ben bilmiyordum arkadaş bana ne!" deme hakkına sahip değiliz ya; istedim ki Mark Bey de bir gün adalet huzurunda karşıma çıkarsa ona diyeyim ki: "Ne oldu hacı, hani her şeyi görüyordunuz, benim dediğimi niye görmezden geldiniz?" Sonrasında tabi herkes haklı olarak yüklendi, arkadaş öyle iletiyle iş olur mu, bunun kullanıcı şartnamesi vardı, orada neredeydiniz falan diye. Hasılı kelam ben gerek Türkçe, gerek İngilizce yazdığım bu iletilerin altına gelen birbirinden inanılmaz eğlenceli yorumlar için tüm eşime dostuma teşekkür ederim, tüm günüm güzel geçti bu sohbetle muhabbetle.



Günün kalanında da bir şarkı yaptım, sipariş üzerine, Salih Bey ve arkadaşlarının oyunları için. Çok zamandır bu kadar eğlenmemiştim müzikal bir üretim esnasında. En son Mülakat bu denli keyifli geçmişti ki orada 3 kişiydik. O video da 15 bin değil 150 bin izlenme hak ediyordu gerçi ya neyse, hak hukuk dağıtmakta aceleci olmayalım. Daha üretilecek yaklaşık 2 şarkı var, yarın öbür gün de onları bitirirsem geriye bir tek prova etmek ve icra etmek kalıyor. Göreceğiz.

Canberk Bey'den haberdar olduğumuz bir diğer güzel iş ise Genç Osman Bey'in yeni albümü, klibi ve lansman konseri. Kendisi Türkçe müzik piyasasında özlediğimiz seslerdendi, fırsat yaratıp da konserine de gidebilirsek ne de güzel olur. Sezen Aksu albümleri konusunu yine ileriye bırakacağım, belki bundan sonra her yazıda bir albüme değinebilirim, siz bu esnada bu eseri dinleyin, bu civarların pek çok dev ismi var bu kayıtta. Bir de yine tabi ki her zamanki kadar sıra dışı bir iş görüşmem daha oldu ama sanırım bu sıra dışılıklara alıştım artık.



Son olarak geçtiğimi hafta sonu evimizde uzun zamandır hayal ettiğim(iz) bir organizasyonu gerçekleştirdik. Annemin de teşvik ve destekleriyle; annem, Füsun Teyze, Züriye Teyze, Münevver Teyze, ağabeyim ve Merve Hanımcığımdan oluşan bir seyirci kadrosuna; ben, Nağme Hanım, Nil İpek Hanım ve Enis Ağabey olarak bir dinleti yaptık. Böylelikle çok uzun zamandır es geçtiğimiz ev konseri ya da gerilla konser geleneğimizi de sürdürmüş olduk, çok güzel oldu!

Çarşamba, Kasım 21, 2012

Resimsiz Yazı Korkutur Bilirim


Bu hafta da yine çok afedersiniz ata binmiş dört nala koşturuyorcasına başladı. Arkadaş pazartesi ve salı çok dolu geçiyorsa o haftadan korkacaksın zaten ve düşüneceksin bunun çarşambası cuması nasıl geçer kim bilir diye. Neyse dün annemle biraz trafikle savaşmanın ardından akşam Kadıköy'e geçtim ve Merve Hanım'la buluştuk. Ardından da Salih Bey, İmer Hanım, Hüseyin Bey ve Güneş Hanım'la tanıştık. Kendilerine yapacakları tiyatroda yaklaşık 10 dakikalık müzikal bir yardımda bulunacağım, gayet keyifli olacak gibi duruyor bakalım Cuma tekrar görüşeceğiz o zaman biraz daha netleşecek yapılacaklar. Keyifli vakit geçirdik komik video'lardan laf açıldı tabi ki bir noktada ve hepimizin düşene gülen kötü insanlar olduğumuz anlaşıldı. Oradan ayrıldıktan sonra Merve Hanım'la da bir çay içtik keza görüşememiştik kaç zamandır, iyi oldu, isabet oldu. Bugün ise okulda koroya gitmeyi, ardından da gece Peyote'de Ars Longa'yı dinlemeyi planlıyorum bir aksilik olmazsa. Ne ara ipin ucunu kaçırdım bilmiyorum ama şu an grubun içinde 3 tane pek sevdiğim insan olmuş durumda, gruba sızılmış anlayacağınız. Planlarda bir patlayım olmazsa yarın da Yiğit Bey'de Nil İpek Hanım'la beraber Toz'un vokallerini halledip, ardından bize geçip cumartesi günkü olası ev konserimize çalışmak istiyoruz. Bu arada konudan bağımsız ama Çamlıca gerçekten ne kadar da İstanbul'un en güzel manzaralarının toplamına sahip bir yer öyle. Her tür havada gitmek lazım ama sisli ve puslu havada çok etkileyici oluyor. Abdülmecit Efendi'nin Tevfik Fikret'in şiirinden esinlenerek yaptığı tablonun panaromik olanına bakıyor gibi hissediyor insan, var ile yok arasında bir şehir. Bu kültür sanattan dolup taşan ve ne kadar da entelektüel olduğumu gösteren cümleden sonra tekrar normal yazıma devem edebilirim. Cuma tiyatro ziyareti, Cumartesi olası ev konseri falan derken ettik mi sana Pazar'ı? Bakalım her şey yolunda gitsin de hızlı gitmesinde bir problem yok bana kalırsa. Bu arada Kınalıada'da çektiğimiz esas video da elime geçti, şu an youtube'a yüklenmekle meşgul. Mavi Büyücüler'den yayına girer herhalde bugün. Nil İpek Hanım'ın solo bir çalışması olan ilk video'yu (Kınalıada) zaten yayınlamıştık evvelden, bunda biraz daha kalabalık bir ekibiz, bir de karga var ki dillere destan, neyse. Son olarak diyeceğim o ki bu blog'u okuyun muhakkak, zaten okuyorsunuzdur gerçi de. Çünkü güzel müziğin nasıl reklama ihtiyacı bir noktada olmuyor ve o kendiliğinden dinleyicisini buluyorsa, güzel yazı da eğer okumayı seviyorsanız karşınıza çıkıveriyor. Melis Hanım'la benzer şeyleri ağırlıklı olarak düşündüğümüz bir dönemdeyiz şu sıralar, çok benzer kafalara sahip insanlarız ki zaten problem de burada sanırım. Hepimiz sadrazamız bence ama sona bıraktığımız soru sayısı ve zorluğu fazla bu testte ve az vaktimiz kaldı sanırım çözmek için, Birey'in matematikleri gibi falan. (Birey miydi o zor olan soru bankaları? Her neyse öyle kalmış aklımda, 7-8 senede aklımda kaldığına şükretsin.) Yine de çözmek bizim işimiz değil mi? Son olarak (son olarak x2) değineceğim konu şu ki Sezen Aksu diskografisinin sonlarına gelmek üzereyim, last.fm'de sanırım tavan yaptı Sezen Aksu sevgim. Vaat ettiğim üzere detaylı bir yazı yazacağım bu konuda ancak 88-89 senesinde çıkan iki albüm (Sezen Aksu '88 ve Sezen Aksu Söylüyor) fazlaca efsanevi, bir de şu Bahane Remixes (2005) gibi beni yoran ve yavaşlatan şeyler olmasa arada pek iyi olacak. Size ufak bir hediye şimdilik oyalanasınız diye. Yakında tekrar görüşmek üzere!

Çarşamba, Kasım 14, 2012

İstifa


İki gündür güzel tempolarda yaşıyorum, bu hafta tamamen böyle geçecek gibi görünüyor. Sabah uyandım evde temizlik başlamıştı, ben de toparlandıktan ve günlük CV gönderme mesaimi bitirdikten sonra günün kalanını evde mülteci gibi geçirmemek için karşıya doğru yola çıktım. Ulvi bir amacım vardı. Evdeki yılların getirdiği fotoğraf birikiminden annemin yaptığı ve benim de bir şeyler eklediğim kalabalık bir seçkiyi taratmak. Bu konuda tabi ki elektronik her türlü konuda yaptığımız gibi Yusuf Ağabey'in kapısını çaldık. O da bir gün topla hepsini gel demişti, o günün geldiğini hissetmiş olmalıyım ki seçkiyi alıp çıktım evden. Karaköy'den yukarı çıkmayı gözüm kesmedi, Kabataş'a gidip fünik ile çıkıp, yokuş aşağı Cihangir'den inmeye karar verdim Bilbul Genel Merkez Binası'na. Amca oğlu kalıbını hep komik bulsam da Yusuf Ağabey benim gerçekten de amca oğlum olur. Amca oğlu birleşik mi yazılır acaba? Her neyse, beni karşısındaki masaya oturtup, tarayıcıyı nasıl kullanacağımı gösterdikten sonra ikimiz de işlerimize koyulduk. Arada tabi sohbete devam ettik bolca, ben belli aralıklarla fotoğraflar göstererek kendisini taciz ettim. Yaklaşık 3 saat sonunda birlikte ofisten çıktık, Cihangir'den Galatasaray'a doğru yürüdük, ben oralarda Dilara Hanım'la buluştum, Yusuf Ağabey de yaklaşık 2 saat sonra dönmek üzere evine doğru yola çıktı. Biz de Dilara Hanım'la hayalimizdeki mevzular üzerine konuştuk, az da olsa düşünsel bir yol kat ettik, Yusuf Ağabey buluşmamızın sonuna doğru bize katıldı, aynı gün ikinci kez evdeki ileri alınmayan saatin azizliğine uğramış ve geç kaldığını sanarak erken çıkmış. Kendisi de bize teknik konular ve planlama kısmında fikirlerini anlattı, yol gösterdi. Tam kalkmıştık ki benden habersiz toplanmaya utanmayan başta Egecan Bey ardından Ayça Hanım, Levent Bey ve Asena Hanım'dan müteşekkil bir grupla karşılaştım. Kendilerine bir miktar tavır yaptıktan sonra evvela onlarla ardından da bireysel adımlarımızı atmak üzere sözleştiğimiz Dilara Hanım'la ayrıldık. Yusuf Ağabey bunca yardım ettiği yetmiyormuş gibi bir de beni eve bırakmayı teklif etmişti. Sohbet ede ede keyifli ve trafiksizce geçtik eve, bir çay kahve içtik hep beraber. Neticede kendisinin yolu pek uzundu ayrıldı. Çok keyifli bir günü geride bırakmış olduk böylece.



Antalya'daki evimizin balkonu tahminen 99 ya da 2000.

Bugün de bir başka keyifli geçti, dün gece konsey için İstanbul'a gelen Kaan Başkan -ki kendisinin askerlik konusunda üzerimde hizmeti büyüktür- bizde kalmıştı. Kalktık kahvaltı ettik sohbet muhabbet o esnada telefonumu açınca Melis Hanım'dan bir mesaj gördüm, aradım bize geleceğini söyledi, şaşırdım ama gelince anlatırım dedi. Onun da gelmesiyle keyfimiz bir birim daha arttı. Kendisi dün girdiğini düşündüğümüz işten bugün de istifa etmiş. İşe kabul edildiğini öğrendiği gün de birlikteydik, o an o kadar üzgün, dalgın ve keyifsizken, işten vazgeçtiği anda bu denli mutlu olması, doğru karar verdiği hakkında hepimizi hemfikir bıraktı. Sonra Kaan Başkan "ben Maslak'a gideceğim, insanlar daha mutlu olsun istiyorum" diye tutturunca zorla güzellik olmaz deyip onu serbest bıraktık ve annem, ben Melis Hanım üçümüz sohbete devam ettik. O kadar çok saçma kelime hatası yapıp, o kadar çok güldük ki, annemle Melis Hanım bir ara karşılıklı gülme krizine girdi balkonda. Bir şeyler atıştırdıktan sonra hep beraber çıktık, Suadiye'ye doğru otobüse bindik. Annem üniversite dostlarıyla buluştu -ki ben sadece Ayşen Teyze'yi görebildim, Leyla Teyze ve Züriye Teyze henüz yoklardı- biz de Melis Hanım'la biraz yürüyüş yapıp kafa dağıtalım dedik. Caddebostan'a kadar Cadde'den yürüdük. Oradan sahile indik. Güneş yeni batmıştı hava pembeydi, bu sahneye alışığım ama denizi hiç bu kadar pembe görmemiştim. Adeta bir fantastik film sahnesiydi. Uzunca etrafa hayran kalıp Suadiye'den Kalamış'a kadar deniz gören tüm evlere hayranlıkla baktık. Hayallerimizden, gerçeklerden ve gelecekten konuştuk bir miktar. O evlerden birinin kapısını çalıp açan insana "çoh iyi yea helal olsun vallahi bravo" demek istedik ama neyse ki yapmadık. Eve döndük, ardımızdan annem geldi, sonra da ağabey ve Kaan Başkan. Hep beraber Melis Hanım'ın istifasını kutlamak üzere -üzerinize afiyet- mantı yedik. Birer de çay içtik, sonrasında Melis Hanım evine, Kaan Başkan da yurduna dönecekti; ağabey ikisini de bir yerlere bıraktı. Bu hikaye de böylece bitti.

Gelelim diğer başlıklarımıza, bu aralar yolda belde sağda solda radyoda televizyonda denk gelince nadir sevindiren şarkılardan biri, Sezen Aksu'dan geliyor, Vay. Video'nun atlında en üstte yer alan yorumda yazılanlara birebir katılıyorum. Yusuf Ağabey de kendime kopyalamam için 21 albümlük bir Sezen Aksu intihar seti verdi bana, onu ayrıca yazacağım sağ kalabilirsem.

Ceylân Ertem'in yeni albümünün ikinci klibi de geldi sanırım. Annem Duysa Üzülüyor'a çekilmiş, güzel şarkı, klibin de pek olayı yok ama ben severek izledim neden tam anlamadım. Güzel müzikler yapılıyor evet bu da kanıtlarımızdan biri olsun.

Bir de ilk paragrafta bahsettiğim taranan çok sayıda fotoğrafla facebook'ta yeni bir albüm yapacağım, hatta ilk fotoğrafını koydum bile bugün ancak bir anda topluca yüklemek zor olacak, o yüzden günde bir fotoğraf koyarak albümü büyütmeyi planlıyorum bakalım nasıl olacak göreceğiz. Merak edenler buradan buyursun.

Bir de "ofisboy" diye bir iş tanımı var ya, bence o kelime anadilin İngilizce olduğu bir ülkede değil de bizimki gibi yan dilin İngilizce olduğu bir ülkede ortaya çıkmış. Ofiste çalışan ergenden az hallice bir genç az İngilizce'yle bugün meslek adı olarak duyduğumuz o tanımı vaktiyle kendine msn nick'i olarak falan yazmış bence, sonra da o nickname bir meslek adına dönüşmüş, tümevarmış, Selpak örneğindeki gibi. Bu da benim teorim evet.

Cumartesi, Ekim 27, 2012

Yollar Benim Umudumdur


Egecan Bey ve Levent Bey'le Moda'daydık dün gece. Böyle elit bir giriş yaptıktan sonra ne desem gider, şarap içtik desem de inanırsınız, şömine yaktık desem de, suşiler sel oldu desem de... Bunların hiçbiri olmadı tabi, çaylar kahveler içildi, tesadüflerden müteşekkil hayatlarımızdan bahis açıldı, ailelerimiz, biz, tanıdıklarımız, nice şeyler konuşuldu. Eli kalem tutan herkes bence bir gün bir şekilde kendi hayatını yazmalı, başlayabildiği, ulaşabildiği en eski noktalardan başlayarak hem de.

Kafamda, dilimde sürekli Kar Taneleri şarkısı dönüyor bu aralar. Gerekli adımları atmaya başladım ama bu konuda, yakında bana bu şarkıyı öğreten, bu şarkıyı en çok dinlediğim ve en güzel söylediğini düşündüğüm insanlarla bir şeyler yapabiliriz, beklemede kalın.

Onun dışında da bazı bazı artık içimde, aklımda bir külfet olmaya başlayan şarkılardan bir şekilde -umuyorum ki güzel bir şekilde- kurtulmanın yollarını buldum sayılır. Canberk Bey'in dillendirdiği ve ona da bir başka hikayeden gelen bir öğüt üzerine bugüne dek yaptığım şeyleri bir şekilde kaydedeceğim ve böylece onlar benden bir nevi çıkmış olacak, ben de rahatlamış olarak yeni işlere yelken açabileceğim bu sayede. Yani diyeceğim o ki bir gün karşınıza yeni kaliteli kayıtlar, düzenlemeler, EP'ler ve hatta bir albümle çıkarsam şaşırmayın. Ha bu dediğim 3 ayda mı olur 3 yılda mı onu bilemiyorum, klasik "su yolunu bulur" mantığı.

* Moda Caddesi'nde bizi müthiş güldüren afiş müdahalesi.

Senelerdir benzer ruh halleri içinde birilerine ya da bir şeylere özlem duyan biri olarak "özledim hem de çok özledim, ezberledim beklemeyi, yollar benim umudumdur, yolları kapatmayın" gibi sözlere sahip bir şarkı nasıl olur da ağzıma dolanmaz ki zaten. Şarkıyı yapan Kayahan Bey'e, yumuşacık okuyan Nilüfer Hanım'a -bana bu şarkıyı hatırlatıp, söyleyen ve fark etmeden öğreten dostlara sonra ayrıca teşekkür edeceğim- ve tabi ki hemen hemen her sevdiğimiz şarkının altında, her güzel müzikte, her büyüleyici işte farklı farklı isimlerin yanında parmağı bulunan Onno Tunç Bey'e sonsuz teşekkürler! Yeniden böyle insanların ortaya çıkmasını o kadar istiyorum ki!

Bu arada Orhan Gencebay ile Bir Ömür isimli albüm hakkında bir şeyler yazmak istiyorum ama zehir zemberek bir yazı olmasın diye albümü biraz daha dinleyip alışmayı bekliyorum. Hiçbir şey bilmeden ve yapmadan oturduğu yerden ahkam kesen insan imajı çizmek istemiyorum keza, öyle olsam da.

Levent Bey şöyle bir paylaşım yapmış annem ve bana, baştan sona mest olarak izledim, siz de bir göz ve kulak atın derim.

Bir de Nil İpek Hanım ve Alper Bey beklemediğiniz anda size gelebilir, kapıyı aralık tutun.

Buraya ve buraya da kulak kabartalım, safları sıklaştıralım, iyi bayramlar, evet demesem olmazdı.

Salı, Ekim 23, 2012

Kınalıada


Geçtiğimiz Cuma müthiş bir ekiple Kınalıada yollarına düştük. Emir Efendi, Gültuğ Hanım, Ciara Hanım, Nil İpek Hanım ve Canberk Bey'in Kabataş'tan başladığı bu yolculuğa Merve Hanım'cığım ve ben Bostancı'dan başlamayı tercih ettik. Neticede Avrupa yolcularımızı Kınalıada'da karşılamak bize düştü. Ada pek güzel, kendi kışlık halkı dışında pek kimsecikler kalmamış etrafta, fayton zaten yok, bisiklete binip üstümüze süren de olmadı. Gerçekten modern mimarideki sahil camisinin yanında içilen bir sabah çayının ardından biraz yokuş tırmanıp keşif yaptıktan sonra ilk video'muzu çekmeye koyulduk. Son iki konserde çaldığımız ancak henüz kaydı olmayan bir parçaydı bu. İsmini sanırım Polatlı koymaya karar verdik Nil İpek Hanım'la. Polatlı'nın geceli gündüzlü soğuğuna ithaf ederek yazdığım bu sözleri Nil İpek Hanım bestelemişti. Canberk Bey'in de katkılarıyla tekrardan bir hızlıca düzenleyip icrâ ettik. Emir Efendi de çekimlerimizi gerçekleştirdi. Merve Hanım'cığım, Gültuğ Hanım ve Ciara Hanım yer yer merdivenlerde güneşlendiler, yer yer bize yardımcı oldular. Bayramda ya da bayramdan sonra hazır eder yayınlarız sanırım Polatlı'yı.


Günün devamında çok affedersiniz lahmacuna mı vurmadık, çaylar mı içmedik, üşümedik mi derken bir ara bir baktık Nil İpek Hanım celallenmiş ve elimizden gitarı alıp şarkı söylemeye koyulmuş. İyi de yapmış keza ortaya pek sevimli, pek havalı ve bir o kadar "yeah so indie" dedirtecek bir video çıktı. Yine Emir Efendi'nin yönetmenliğinde gerçekleşti bu çekim. Nil İpek Hanım'ın ağzından şarkının ortaya çıkış hikayesine tam olarak buradan ulaşabilirsiniz. Video da yazının altında mevcut. Yok illa youtube bağlantısı isteriz, biz paylaşacağız o video'yu derseniz de buyurun buradan Kınalı'ya ulaşın. Yakın bir zamanda, o gün Nil İpek Hanım, Emir Efendi ve Gültuğ Hanım'ın çektikleri fotoğrafları adeta kendim çekmişçesine paylaşacağım. Sonra da kendi fotoğraflarıma gelecek sıra, umarım o gün denediğim teyzemden bana geçme Beroquick marka yeni/eski makinem güzel sonuç vermiştir. Tam bunları yazarken tesadüfen müzik çalarda bu şarkının çalması da müthiş oldu.

Ayça Hanım'ın blog'unu 2 yazı evvel duyurmuştum sanırım. Kendisi sponsor aramakta. Bu müthiş ve gerçekleştireceğinden kimsenin şüphe etmediği projeden siz de haberdar olun. Sponsorluk konusunda bir yardımınız dokunur belki, en azından örnek alırsınız, olmaz öyle şey dememeyi öğrenirsiniz. Daha yola çıkmadan yazılar paylaşmaya başladı bile.

Benim Finlandiya'da bir ailem var, 2008 yazında bir süre yanlarında kaldığım. İşte Finlandiyalı anne aradı geçen gece ve anneanne olduğu müjdesini verdi. Kızı Janni Hanım pek sevimli bir kız dünyaya getirmiş. En az bu güzel haber kadar hemen beni aramalarına da sevindim açıkçası. Kadın almış eline telefonu akrabalarına haber verirken beni de aramış. Düşünün 4 sene oldu ve arada hiç yüzyüze görüşemedik ne yazık ki, yine de her fırsatta bana aileden olduğumu hissettiriyorlar!


Cem Özel Bey'den blog'da bir ara bahsetmiştim sanırım, "güzel müzikler yapan insanlar hâlâ var" cümlesiyle beraber. Neyse dün ya da önceki bir gün BalconyTV video'larını izledim., sevdiğimiz müzisyenler Toros Bey ve Mahmut Bey eşlik ediyor kendisine yine, benim gittiğim akustik konserde de olduğu gibi. Pek güzel olmuş performansları siz de izleyin, hatta albümü de TTNet'te bulabilirsiniz. Bu arada TTNet'ten para alıyormuşçasına her yazıda bahsetmem biraz garip hakikaten, ancak gelin görün ki güzel bir hizmet veriyorlar.

Bir övgü de TRT Nağme'ye gelecek benden. Arkadaş muhteşem şarkılar çalıyorlar çoğu zaman. Bir radyonun çokça güzel şarkı çalması zaten zor ama adamlar/kadınlar başarmış. Lemi Atlı'lar, Hacı Arif'ler , çeşit çeşit Dede'ler ve daha nice nice zarif klasik melodiler havalarda uçuşuyor evin içinde. Bravo vallahi bizim kulüp (BÜTMK) ve tüm Türkiye'de -ya da gerçekçi olursak tüm İstanbul'da- bir kaç avucu geçmeyecek sayıda insanın öğrenmeye ve öğretmeye çalıştığı bu gerçekten kaliteli eserleri ısrarla yayınladığınız için. Son olarak Türk Müziği demişken, klasik üslup, kaliteli icrâ gibi laflar ortaya dökülmüşken, Yaprak Hanım'ın şu icrâsını da dinlemenizi tavsiye ederim.

Fotonot: İlk fotoğrafta kız arkadaşım olarak başladığı kariyerine ikinci fotoğrafta Emir Bey'in menajeri olarak devam eden Merve Hanım'a çıktığı bu yolda başarılar dileriz.

Perşembe, Ekim 18, 2012

Fotoğraflar Albümler


Son bir kaç gün içinde facebook hesabı üzerinden evvelden oluşturulmuş albümlere yüklemeler yaptım, etrafa fotoğraflar saçtım. Bunların ilki 2 önceki yazıda bahsi geçen Nil İpek Hanım'ın hazırladığı afişleri Emir Bey sayfasına yüklemek oldu. Buradan göz atılabilir. Ardından son konserimizden bir kaç kareyi paylaştım yine Emir Bey sayfasında yer alan İcrâ isimli albümün içinde. Ardından müzikal paylaşımlar yetmemişçesine konserden artan diğer fotoğrafları da tam şurada paylaştım. Son olarak da Yashica'mın son ürünlerini ilgili albüme eklemek suretiyle paylaştım. Vaktiniz olursa buyurun gezin, hepsi halka açık paylaşımlar.

Fotoğraf hususunda bir diğer heyecan verici gelişme de teyzemin bir süre evvel bana verdiği bir başka benden yaşlıca makineye bugün film taktırmamla vuku buldu. Pamuk Ticaret'in efsanevi ismi, Sirkeci'nin Al Pacino'su Şahabettin Bey makinenin bir problemi olmadığını belirtti -poz sayacı hariç- ben de ilk filmimle çekimlere başladım. Makinemiz markası Beroquick, modeli KB 135. Sie ist aus Berlin, Deutschland. Hatta 5-10 dakika evvel az ışıkta annemin üzerinde ve ışıksız ortamda 2 adet de flaşlı poz çekmeyi denedim. Yashica'ya göre en farklı olan yanı mesafe ayarını göz kararı yapmanız. Bakalım, sanırım bayram sonrasında ilk iş bu filmi yıkatmak olacak. İnternette yaptığım hızlı bir araştırma sonucunda hangisinin daha yaşlı olduğunun gerçekten anlayamadım. İki model de 70'lerde çıkmış.


Her neyse, bir de şu Kamu Haber diye bir tarifesine üye olmuştum bir vakit Turkcell'in, neden oldum hiç bir fikrim yok hâlâ aradan geçen bunca aydan ve her öğlen gelen mesajlardan sonra. Neyse neticede şunu anladım ki kamu sektörü uzmana uzman yardımcısına doyamadı arkadaş, her gün bilmem neresi uzman ve uzman yardımcısı alacak. Bir konuda uzman olamadık bari yardımcısı mı olsaydık ne.

Bu esnada hayatta hoş gelişmeler de olmuyor değil, aynı gün içinde bazen hem müthiş bir insanla kahve içebiliyor, hem Merve Hanım'ın ata binebilme ihtimalini seviyor, hem de musîkişinas bir dosttan Hacı Arif Bey'in en sevdiğim muhayyer eserini dinleyebiliyorum. Evet Hacı Arif Bey sevilmez mi dediğinizi duyar gibiyim. Hayat güzel ve Yora'nın umursamazlığı henüz bana sirayet etmedi, yine de daha iyisini düşlemeye devam ediyorum sinsi sinsi. Bir de bu aralar Allah sizi inandırsın, ttnetmüzik, soundcloud, youtube falan derken last.fm bana küstü küsecek. Şöyle az cayır cayır bir şeyler dinleyelim de listeler kendine gelsin.

Not: Bu havalı fotoğrafımı anneme borçluyum.

Pazartesi, Ekim 15, 2012

Polaroid Ne Enteresan Şey!


Gelelim geçtiğimiz günlerde neler oldu temalı, alttakine nazaran daha uzun muhtemelen biraz daha sıkıcı ve bol bağlantılı (siz ne diyorsunuz link?) yazımıza.

Bomonti sağolsun bu hafta sonu "Ekim'de (güzel) İki Gün" geçirmiş olduk. Hem de Kadıköy'de! Bu güzel etkinlikten pek değerli dostum Eylül Hanım sayesinde haberdar oldum, sonrasında doğruluğunu başka kaynaklardan da teyit ettim ve Cumartesi gecesi tüm üşengeçliğime rağmen vardım Kadife Sokak'a. Etkinlik Arkaoda'da yapılıyordu ki Kadıköy'ün en hoş, havalı, güzide 3-5 mekanından biridir kendisi, kısaca severiz. Neyse içeride beklenildiği üzere iyi bir cumartesi kalabalığı vardı ama Kadıköy'ün kalabalığı beni Taksim gibi yormuyor, alıştığımdan mı sevdiğimden mi nedir. Eylül Hanım'la sohbet ettik bir miktar, hasret giderdik, o esnada pek çok dostla karşılaştım bknz. Emre Bey, Tuğçe Hanım, Dilara Hanım, Bahar Hanım, Başar Bey, Çiler Hanım. Karşılaşmalar, sohbetler derken beni en az Eylül Hanım kadar oraya çeken diğer mevzu başladı. O da Kim Ki O konseriydi. Kendilerini ikinci dinleyişimdi ve havanın bu mevsime göre abartılı sıcak olduğunu ve içeride sıcaktan biraz bunaldığımızı saymazsak her şey çok çok güzeldi. Sesler net geliyordu, müzik pek hoştu, performans ve icrâ keyifliydi. Berna Hanım ve Ekin Hanım'a da birer merhaba diyebildim konser sorasında. Ardından iki konser arası yine sohbet muhabbet derken, Eylül Hanım polaroid'li kızları yakalayıp bir hatıra fotoğrafımızı çektirdi. Çok sevimli düşünülmüş bir ayrıntı bence, isteyen herkes bu genç kızlarımıza üzerinde "Ekim'de İki Gün" yazan birer hatıra fotoğrafı çektirebiliyor hatta bu gençler kendileri dolaşıp fotoğrafınızın çekilmesini teklif ediyorlar. Neyse bu esnada ikinci konser başladı. Evvelden dinlemediğim ama etkinlikte görünce merak ettiğim bir isim olan Jeremy Jay konseriydi bu da. Aslında Kim Ki O ile Jeremy Jay arasında hoş bir tutarlılık vardı bence, ekipmanları ve sahneleri birbirini andırıyordu. Kim Ki O daha naif ve sakin bir müzik yapıyor bence, Jeremy Bey ise biraz daha hareketli ve rock'n roll hissiyatlı bir şeyler. Neticede konserin ardından Eylül Hanım'a yarın tekrar görüşmeyi vaat ederek oradan ayrıldım. Pazar ise öğleden sonra 15:00 civarlarında kendimi tekrar Arkaoda'da buldum. Pazar öğleden sonrası sükuneti ve tenhalığı hakimdi Arkaoda'ya ki eminim gece yine dolmuştur. Hoş, ben de bu sükunetten nasiplenip "Plak Pazarı"nı inceledim. Pixies plağı görünce sevinip, pikabımızın hâlâ bozuk olduğunu hatırlayınca üzüldüm. Eylül Hanım'ın yanı sıra Batu Bey'i de orada gördüğüme sevindim, kendisiyle Kadıköy'ün güzelliği, cemiyet ve cemaat hayatları üzerine ufak bir söyleşi yaptık, daha bol bu taraflarda buluşmak üzere sözleştik. Kendisi şayet bu yazımı görürse süper hızlı fotoğraf çekiş özelliğiyle bizi etkileyen S3'üyle bir de yorum atar diye ümit ediyoruz. Bir polaroid fotoğrafımız daha olduktan sonra ben akşam gerçekleşecek film gösterimi ve konserleri bekleyemeden Arkaoda'dan ayrıldım. Neticede Bomonti sayesinde "Ekim'de İki Gün"ü güzelce geçirmiş olduk, hem de Kadıköy'de hem de Arkaoda'da. Bu güzel etkinlik için kendilerine teşekkür ediyor ve benzerlerini civarda tekrarlamalarını bekliyoruz.


Pazar günü Kadıköy'den erken ayrılmamın hayırlı bir sebebi vardı tabi. Beşiktaş iskelesinde Barış Bey'le buluşup Başar Bey ve Merih Hanım çiftimizin nikahına gidecektik Maçka Evlendirme Dairesi'ne. Barış Bey'le vapur yolculukları yapmayı ve sohbet etmeyi özlemişim, ardından da otobüs, yürüyüş falan derken tahminimizdeki yerde bulduk evlendirme dairesini. Merak edenler, "Maçka Evlendirme Dairesi'ne nasıl giderim?" diyenler için şöyle tarif edeyim, Beşiktaş yönünden gelip Taksim'e çıkmak üzere stadın sağına sapıp yokuş yukarı çıkıyorsunuz ya, stat solunuzda kalmışken o yokuştan düz devam edip soldaki bir iki binayı daha geçince 100 metre sonra karşınıza çıkacak ufak tabeladan sola dönünce kendinizi orada buluyorsunuz. Yolun sağında da bu esnada MAC isimli kocaman ne olduğunu anlamadığım bir yapı var. Her neyse nikah pek sevimliydi, Başar Bey'i damatlıkla görmek de varmış kaderimizde, papyon falan çok havalı, Merih Hanım da pek zarif olmuş şapkasıyla. Bu arada ne zaman fotoğraf çekmeye kalksam farklı bir görevli gelip "normalde yasak ama senin makinenin hatırına bir kaç kare çekebilirsin" ya da "vay canına ne cevherler var" gibisinden sözler sarf etti. Böylelikle fotoğraf çekmem sıkıntı olmadı ama kameraman ve resmi fotoğrafçı çoğu olası açıyı kapadıkları için iyi bir şey başarabildim mi emin değilim. Düğün sonunda sıraya girip Merih Hanım ve Başar Bey'i tebrik ettikten sonra oradan ayrıldık. Dolmabahçe'ye kadar birlikte yürüdüğümüz Barış Bey'le de vedalaştık, kendisi Beşiktaş, ben ise Karaköy yönüne çevirdim rotamı. Galata'da pek sevimli bir kafede -adı Peto muydu neydi hatta ben telefonda teto gibi bir şey anlamıştım- Hazal Hanım ve annesiyle buluştuk. Kendisi sonunda İstanbul'a dönmüş bir süreliğine, özlemiştik, uçaklardan, müzikten, Balat'tan, Kadıköy'den her şeyden azar azar konuştuk. Vakit biraz hızlı geçmiş, bunu fark edince müsaade istedim, daha müzikli sohbetler için sözleşip ayrıldım. Ben aşağı yukarı Galata'dan Karaköy'e inerken elin adamı uzaydan dünyaya atlamış, ses hızını aşmış falan enteresan havadisler. En çok şaşırdığım nokta paraşütü ilk açtığı anda nasıl vücudu kırılmıyor bu adamın, ne kadar güçlü kıyafet giyerse giysin, hepimiz insanız yahu. Neyse delikanlı adammış Felix Bey dedik.

Cuma gecesi verdiğimiz konserle ilgili pek hoş bir iki detay var ki atlamak istemedim. Üniversiteden dostum Nazlı Hanım aradı ben akşamüzeri Taksim tarafına geçmişken. Kendisi şu an hürriyet.com.tr'de editör olarak çalışıyor. Müzik sektörü, albüm satışları, internet ve müzik, bağımsız müzisyenler gibi konuları işledikleri bir video çekiyorlarmış, "sefil bağımsız müzisyen" kotasından ben akıllarına gelmişim. Konser öncesi ufak bir röportaj ya da sohbet gerçekleştirdik bahsettiğim konular üzerine, konserden de görüntüler aldılar. Hepsini geçtim çok zamandır görüşmemiştik Nazlı Hanım'la böyle bir vesileyle görüştüğümüze baya sevindim, üstelik Taksim'de bunca saat -trafiğe girmemek için erken gelmiştim de- ne yapacağım yalnız başıma sorusuna da çok güzel bir cevap oldular kendileri. Konserin sürprizleri böyle de bitmedi, konserden evvel internetten görüp başarılar dilemek için telefon eden asker arkadaşım Yusuf Bey, konserin arasında çıkıp geldi, bir diğer asker arkadaşım Recep Bey maçtan çıkınca iki arkadaşıyla konserin sonunu yakaladı falan. Çok fazla sayıda güzel insan vardı yine 60m2'de. İyice evimiz gibi belledik orayı sanırım. İşin en komiği 4 tane yabancı gençle tanıştırdı Emir Yargın Efendi beni. Çocuklar Libya'lıymış, kalabalığı görüp sesi duyup konsere girmişler, ısrarla çok beğendiklerini, iyi ki girdiklerini falan söylediler. Emir Yargın Efendi de ben de aşırı mutlu olduk.


Gelelim notlar bölümümüze:

- Ayça Hanım yeni bir hikayeye yelken açmaya karar vermiş ve hikayeyi de yeni blogunda yazacakmış. Tam buradan yeni bloguna ulaşabilir, buraya tıklayarak da bu yeni hikayenin öncesini öğrenebilirsiniz. Ayça Hanım'a güvenimiz tam.
- Soundcloud önceden vaat ettiği yeni çehresine kavuşmuş, bunu sadece üye/kullanıcılarına mı sundu yoksa dışarıdan dinleyenler de bu çehreyi görebiliyor mu bilmiyorum ama baya hoş görünüyor. Size pek hoşuma giden bir 123 parçası paylaşayım bu vesileyle, parçanın adı Niles.
- Google yine doodle konusunda şova gitmiş, bir açın bakın lütfen.
- Geçtiğimiz günler bir mülakat vesilesiyle gittiğim ve az hakim olduğum Fulya civarlarında öğrendim ki gerçekten sora sora Bağdat bulunabilirmiş.
- Ne zaman bir sıkıştırılmış dosyayı açıp oradaki dizine çıkart (extract) ibaresini görsem, kendimi tutamayarak "kızına çıkartmayan dizine çıkartır diyorum" gerçekten çok üzgünüm.
- Gelelim yepyeni albümlere. Bu albümleri kolayca dinlememizi sağlayan TTNet Müzik'e çok hayır duası ediyorum bu aralar. Yapmanız gereken şey siteye girdikten sonra arama çubuğuna Mira Ayda Kahvaltı yazmak, sonuçlarda albümler diye bir seçeneğin altında albümü göreceksiniz, oraya tıklayınca da şarkı listesinin sağında albüm görselinin hemen altında albümü dinle diye bir tuş var oraya basıyorsunuz. Sonra o albüm çalarken arama çubuğuna Ceylan Ertem Ütopyalar Güzeldir yazıyorsunuz, yine albüme tıklayıp sağ taraftaki görselin altındaki ekle'ye basıyorsunuz. Daha mesai bitimine baya vakit olduğunu düşünürsek arama çubuğuna Yasemin Mori Deli Bando ve Jehan Barbur Sarı yazıyor ve aynı işlemleri yaparak listenize ekliyorsunuz. O liste kendi kendini çalıyor, siz de Türkiye'deki kadın müzisyenlerin yeni albümleri başlıklı belgeseli dinlemeye koyuluyorsunuz böylece.
- İhsan Oktay Anar'ın Yedinci Gün'ünü bitirdim bu arada vapurda, evde falan boş vakitlerde. Müthiş enteresan yine, diğer okuduğum kitapları gibi, hele sonlara doğru bir dünya tarihi özeti geçmiş ki akıllara zarar, dillere destan, azmedin, okuyun, pek hoş kitap. Hemen akabinde Sabahattin Ali'nin İçimizdeki Şeytan'ına başladım Merve Hanım'cığımın ısrarları üzerine, bir ara okumuşum gibi bir tanıdıklık var kitapta ama okusam hatırlardım diyorum bir yandan, hayırlısı. Yine muazzam ve insanı şoka sokak tespitler ve konuşmalarla başladı kitap.

Bu noktalara da değinerek bir uzunca yazının daha sonuna gelmiş bulunuyorum. Bir sonraki yazıda görüşmek dileğiyle şen ve esen kalın.

Pazar, Ekim 14, 2012

Sakin Müzik


Çok uzunca bir şey yazmayacağım, yani yazarım tabi de bir sonraki yazıda belki. Bu yazıyı sadece dün geceki Emir Bey konserine ayırdım. Öncelikle her işi müthiş yapan Nil İpek Hanım'ın hazırladığı ama geç kaldığımızdan kelli doğru düzgün paylaşamadığımız afişi göstereyim size:


Kendi blogundan da böyle duyurmuş, önceki konserimize de şöyle bir afiş yapmıştı sağolsun.

Son iki konserdir, konsere gelen tüm dostlarımıza, arkadaşlarımıza, tanıdıklarımıza ve tanımadıklarımıza bir teşekkür olacak bu kısa yazı. Ne kadar güzel ki şarkılarımızı dikkatle dinliyorsunuz, eşlik ediyorsunuz ve hayallerimizdeki seyirci profilini oluşturuyorsunuz. Dikkatle ve sessizce dinlemeniz zaten inanılmazken bir de Nil İpek Hanım'ın, Emir Yargın Efendi'nin ve benim şarkılarımızı biliyor ve eşlik ediyor oluşunuz var ya, insanı mutluluktan ağlatacak bir şey. İyi ki varsınız, iyi ki konserlerimize geliyorsunuz ve bize müzik yaptığımızı hissettiriyorsunuz. Seneler önce yazmıştım "Emir Bey farklı müzik geçmişi olan bir kaç kişinin beraber huzur bulma ve dinleyenlere huzur verme çabasıdır." diye. İyi ki bu huzurlu ortamı sahnedeki dostlarım ve dinleyen herkesle hep beraber kurabiliyoruz. Sağ olun, var olun, sonsuz teşekkürler!

Pazartesi, Ekim 08, 2012

Hello!


Pelin Hanım'la buluştuk sanırım bir yıl aradan sonra. Kendisi de pek mimar bir dostumuz olduğu için yine ister istemez iş güç konularını konuştuk. Kendisi keşke hayat Bienal olsa diyor, benim de isteğim gerçekten mükemmel bir iş bulana dek -if there is one such thing- günümü kurtarabilmek. Çağdaşlarımızın genel sorunu bu, evet işsizlik, ne kadar güzel bir dünya, nitelikleriniz, deneyimleriniz, birikimleriniz, dünya görüşünüz ve ufkunuz ne denli genişse iş bulma olasılığınız ya da "gönlünüze göre bir iş bulma olasılığınız" -tekrar ediyorum ki if there is one such thing- o kadar daralıyor. Daralan sadece bu olasılık da olmuyor tabi, sizin de gönlünüz, beyniniz, ruhunuz bu esnada daralıyor, varsın daralsın diyoruz biz melankoli seven insanlarız ne de olsa, "dar can" iyidir. Bu arada trafik çok kötüymüş diye gaza getirdiğim Pelin Hanım erken çıkarak buluşacağımız saatten 40 dakika önce Kadıköy'e varmış, neyse ki ben de az erkenci biri değilim de kendisini çok bekletmedim. Bundan sonra tüm arkadaşlarıma böyle yapacağım "trafik çok fenaymış ağbiii" diyeceğim ki erken erken buluşalım, kimse kimseyi bekletmesin, ben zaten erken geliyorum. Neyse Bienal'de buluşmak üzere kendisiyle vedalaştık. Bu arada oturduğumuz yerin "Mosquito" olan adı eğer Türkçe olsa "Sinekli Bahçe" mi olacaktı diye düşünmeden edemedim ki bu düşüncemi de Pelin Hanım'la paylaştım akabinde. Kendisi de altta göreceğiniz üzere güler yüzlü bir ahbabımız.


İpeknaz Hanım da bize katılmıştı ayrılmamızdan az evvel, tam ayrılırken de Murat Bey katıldı bize. Onlarla ufak bir karar aşamasından sonra Ceylân Ertem konserine gitmeye karar verdik. Biletlerimizi aldık Karga'ya uğrayıp, sonra da Vamos Bien'de oturup bir şeyler yenilip içilip siyaset konuşuldu. Çok güzel bu aralar yapılan tüm siyaset konuşmaları. Hep şaşkınlıkla ve "abi ne kafalar, yahu ne cesaret" gibi cümlelerle bitiyor sohbet. Tıpkı iş konusunda olduğu gibi nitelikli, kendini geliştirmiş, aklı selim pek çok insanda aynı iç daralması mevcut siayseten.

Konser saati yaklaştı Karga'ya girip tırmanmaya başladık, en üste vardığımızda herkesin oturduğunu görüp sevinerek biz de madem en arkaya gidelim oturup dinleyelim dedik. Mabel Bey ve Sinem Hanım'la karşılaştık o sırada hatta, sonra ne olsa beğenirsiniz, konser başladı ve önümüzde çok kalabalık bir grup bir anda ayağa kalktı. Böylelikle konserin sonuna kadar sahnenin toplamda 1/7'sini gördüğümüz anlar başladı. Önce çok hızlıca bir iki olumsuzluktan bahsedeceğim, sonra güzelliklere geçeceğim. Birincisi eve bu kadar yakın konser dinlemek güzel olsa da Karga'nın sahnesinde ve ses sisteminde pek iş yok gibi. Belki herkes oturarak dinleseydi böyle düşünmezdim sahneyle ilgili ama ses sistemindeki garipliklerle ilgili fikrim baki. Solist mikrofonunun sesi yükselip alçaldı bariz bir şekilde, solistin güçlü bir sesi olduğu için şarkılarda sıkıntı olmadı ama arada söylediği hiçbir şeyi duymadık neredeyse. Bir de konser dinleyicilerimizin tamamı değil ama pek çoğunun içinde hâlâ ses kontrol özürlü birer ergen yaşıyor. Arkadaş konuşuyorsun bari bağıra çağıra konuşma! Zaten konsere geliyorsan bence hiç konuşma, şarkı esnasında sus, susamadınsa da sessiz ol yahu, öküz gibi böğürme, sen dinlemiyorsan ben dinleyeceğim yine de, defol git! Öf sinirlendim bak, bizim konserlerde de nefret ederim zaten insanların konuşmalarından, hazır gaza gelmişken belirteyim, biz çalar söylerken konuşacak insan gelmesin Cuma günü olan konsere. Konuşacaklarınızı konser öncesi, arası ya da sonrasında bitirin. Bknz. öfke yönetimi, nefret söylemi. Neyse nefretimi kustum, şimdi Ceylân Ertem'e dönelim.

Bu arada Cuma Emir Bey konseri var beklerim, detaylar burada.

Anima diye bir gurup vardı biz daha geçken. Ben pek dinlememiştim ama çevremde konuşulduğunu hatırlıyorum baya, Joker diye bir çıkış parçaları vardı ama benim aklımda tek yer eden şarkıları sanırım Yağmurla Gelen'di. Hatta farklı projelerde farklı solistlerle çalmıştık da sonraki yıllarda bu güzel parçayı. İşte bu gurubun solisti olarak tanışmışız ilk Ceylân Ertem'le. O zamanlar ben daha tanıştığımızın farkında değildim, sonradan kim tavsiye etti de buldum ya da kendim mi gezinirken denk geldim bilmiyorum Neşet Ertaş'ın Gönül Dağı yorumuna denk geldim Ceylân Ertem'in. İlk o zaman allahuekbervuhuuuu demiştim. Ne güzel müzikler yapıyor insanlar diye düşünmüştüm. Sonra biraz araştırdıkça tonlarca güzel projeyle tonlarca güzel iş yapan ve sürekli üreten bir insan olduğunu fark ettim Ceylân Ertem'in. Geçtiğimiz sene miydi evvelki seneydi ya da sanırım "Soluk" albümünü çıkardı. Dinlediğim en iyi Türkçe albümlerden biriydi bugüne dek ki düşünün yabancı albüm dinlemem pek. Neyse tonlarca müzisyenle çalışmış, farklı farklı parçalar yapmış ve sesine ve müzikal üretimine hayran bırakmıştı biz dinleyenlerini bu albümle. İşte o albümü çevirip çevirip dinlerim ben hâlâ hiç sıkılmadan. Hatta 2 tane müthiş parça paylaşayım buradan da eğer dinlemediyseniz belki heveslendirir sizi bunlar: Çok Yakın, Nazım'a. İkinci albümü Ütopyalar Güzeldir'i daha dinlemedim ki bu benim ayıbım, klip parçası Ne Olursan Ol Gelme hariç. Edinip dinleyeceğim en yakında. Neyse işte böyle üretken ve heybetli insanların olması, onların ürettiklerini edinmek, dinlemek, canlı performanslarını görmek, anlattıklarını anlamaya çalışmak beni hep çok heyecanlandırıyor. Ne güzel ki böyle insanlar var! Ayrıca performansından sonra şunu söyleyebilirim ki kendisi gördüğüm en iyi bağıran kadın solistlerden, sırf kendisi değil grubu da gördüğüm en iyi bağırabilen gruplardan.

Bir diğer konu ise Canberk Bey'in güzel bir gecede bizlere öğrettiği/dinlettiği bir şarkı. Ebrulimuharrem adlı bir ikilinin beni müthiş etkileyen bir parçaları ve klipleri: Kurtar Ya Rab. Dinleyip etkilenmemek elde değil, nasıl bir ses hakimiyeti, nasıl bir müzik. Zaten müzikal olarak türler ötesi insanları hep takdir etmişizdir, bu ikili de en takdire şayan olanlardan net. Bu arada aynı gece ben aynı gruba Lionel Richie'nin Hello klibini kazandırmanın gururunu yaşamıştım.


Ufak ufak şöyle notlarla yazıyı bitireyim:

- Üzerinde midnight cowboy ve night hawk yazan iki tişörtüm var, her giydiğimde çok eğleniyorum, içimdeki barzoyu dışa vuruyorum böylelikle. O tişörtü üstümde görüp de "ne yaptın midnight cowboy?" diyen arkadaşlarım olduğu için ayrıca mutlu oluyorum.
- İpeknaz Hanım'la müzik piyasasını kurtarmaya çalıştık, olmadı ama Vagon'da şeftali aramolı güzel çaylar içelim dedik, o oldu, Destinaz Hanım'la karşılaştık hatta, Kadıköy sevilesi bir yer evet.
- Teyzemler oraya çok yakın oturduğu için biliyorum kaç haftadır süren bir gerginlik var ve bu aleni bir linç girişimine dönüşüyor, eminim ki kendi hayatlarında namustan, terbiyeden tam not alan insanlardır bu linçi teşvik edenler de: http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/avcilarda-trans-bireylere-linc-girisimi-haberi-60586
- Şöyle bir haber gördüm dün bir de 3 senelik yaklaşık, bağırarak güldüm başlığı okuyunca: http://www.zaman.com.tr/newsDetail_getNewsById.action?haberno=931858 Nerede o eski heyetler dedim kendi kendime.
- Kendime not olarak şunu da yazayım buraya, profesyonel destek almadan ne zaman sakalımı bıyığımı düzeltmek istesem sonuçta tamamen tıraş olup sinekler kaydırıyor beybifeyslere bürünüyorum, bana da yazık, adamlar boşuna berber olmamış.
- İlginizi çeker mi bilmem ama şöyle iki tane araştırma sonucu yayınlanmış, bir göz atmakta fayda var diye düşünüyorum: http://hakanyilmaz.info/research_projects_ara%C5%9Ft%C4%B1rma_projeleri
- Bir de sokakta taksi, dolmuş bekleyen genç kadınların önünde durabilecek özgüvene sahip lüks arabalı barzolar var ya, bunları ve bunların yolda, trafikte şurada burada, kadın gördükçe yaptıkları inanılmaz tacizleri gördükçe hızlı ölsünler diye dua ediyorum.
- Dün Behzat Ç.'nin son bölümünü internetten sansürsüz izledik, dizinin müthişliği bir yana, yemin ederim biiip biiip seslerinden daha az dikkat çekiyor edilen küfürler, çünkü doğal, abartısız ve yerinde küfür kullanımı var. Küfür kullanımının organiği makbul bunu unutmayalım.

Pazar, Eylül 30, 2012

Yalan Dünya


Kronolojik yazmaya gayret edersem geçtiğimiz yazıdan bu yana değinmek istediğim olaylar şu şekilde gelişti. Öncelikle pazar günü kulüp toplantımızın ardından Ömer Bey bizi evine davet etmişti, oraya gittik. Eylül Hanım, Batu Bey ve Özge Hanım'ı heyecanlı bir şekilde ev ahalisiyle Tabu oynarken buldum. Kısa bir hakemlik sürecinin ardından oyun bitti zaten, balkona çıkıp oturduk, tıpkı bu haftanın tüm diğer günleri gibi hava mükemmeldi "yaz hiç bitmeseydi" dedirten cinsten. Çok zamandır geçen en güzel balkon sefalarındandı sanırım, hem dostlar, hem yeni tanışılan insanlar, hem sohbet muhabbet, hem ev ve ev sahibimiz her şey pek güzeldi. Tekrar etmek, hatta gerekirse müziklisini yapmak üzere sözleşip oradan ayrıldık.

Sonraki gün bir süredir konuştuğumuz ama bir türlü programlarımızı denk getiremediğimiz İpek Hanım ve Berkay Bey çiftiyle sonunda buluşabildik. Tenha ve havanın güzel olduğu müthiş bir pazartesi günüydü. Yürüyüşümüzü yaptık, Moda'da çayımızı içtik, sonra Caddebostan'a geçtik, havadan, sudan, siyasetten, okullardan, işlerden, çağımızın tüm dertlerinden ve bizi mutlu eden şeylerden, ortak geçmişlerimizden, deneyimlerimizden konuştuk, bir de baktık ki güneşi batırıyoruz. Oradan da trafiğe en bulaşmayacağımız rota olarak Suadiye'ye dek yürüyüp trene binmeyi tercih ettik. Yapılan yürüyüşler de yapılan muhabbet kadar keyif verdi, güzel insanlarla vakit geçirmenin en hoş yanı da bu sanırım, beraber yapılan hiçbir şeyden yorulmamak. En kısa zamanda Merve Hanım'ı da dahil ederek bu tip etkinlikleri tekrarlamak ve düzenli hale getirmek üzerine konuşup vedalaştık.

Salı günü annemle Sirkeci'ye geçeriz diye planlıyorduk, hem ben filmimi verecektim hem de ardından teyzeme doğru geçecektik. Gel gör ki pazartesiden itibaren kopuk olan -damla damla akan- internetimiz için müşteri hizmetlerini aradık ve öğlen 14:00'e kadar birilerini göndereceklerini söylediler. Bu durumda Avcılar'a doğru oturan teyzeme gitme planımız yaşayacağımız olası gecikme sonucu zaten suya düşmüş bulundu. Tam o sırada Can Bey'den bir telefon aldım, kendisi 3 günlüğüne Koreli iki kişi için tercümanlık yapıp yapamayacağımı sordu, yaparım dedim, hemen çık gel Sirkeci'ye dedi. Hayda deyip yola çıktım, demek neymiş o gün kaderimde varmış Sirkeci'ye gitmek, (alnı göstererek) burada ne yazıyorsa o oluyormuş. Sirkeci'ye vardım Hayyam Pasajı'nda Can Foto var üçüncü katta. Oraya çıktım ve böylelikle 3 günlük tercümanlık serüvenim de başladı. Can Foto'nun sahibi Hıdır Bey ve oğlu Serdar Bey, bir de bu süreçte tanıştığım yine orada çalışan Selçuk Bey var. Hepsi de birbirinden iyi insanlar. Can Foto ya da Hıdır Bey 2 sene evvel Koreli bir flaş üreticisi firmanın distribütörlüğünü almış. Rime Lite adlı bu firmanın 2 çalışanı da tıpkı geçen sene Hıdır Bey'in Kore'ye gitmesi gibi, İstanbul'a gelmişler, hem İstanbul pazarını gözlemlemek hem de iş konuşmak ve görüşmek üzere. İşte salı gününden perşembe akşamüzerine kadar bu Koreli ikiliye tercümanlık yaptım. Bu arada Koreliler olduklarından en az 10 yaş genç görünüyorlar bunu öğrendim. Bu 2-3 günlük süreçte haliyle yemediğim kebap, binmediğim tekne, gitmediğim Kapalı Çarşı kalmadı. En güzel yanı ise hem Koreli ahbaplarım oldu hem de Can Foto ile dost olmuş oldum. Siz yine de siz olun Gangnam Style dinlemeyin. Sezen Aksu dinleyin, misal bu şarkısını dinleyin, her albümün sağından solunda böyle 3-5 şarkı çıkmıyor mu deli oluyorum! Bu ne arkadaş nasıl bir şey bu.


Bu esnada geçtiğimiz haftalarda atlattığım hastalıktan bana yadigar kalan öksürüğüm sonunda geçti, bu konuda katkısı aşikâr olan değerli öksürük şurubuma buradan tüm sevgilerimi gönderiyorum. Tadı da ne güzel arkadaş şu öksürük şurubunun, insanın içtikçe içesi geliyor. Yoksa emmi gibi öksürmeye devam edecektim yine.

Bu esnada çarşamba gecesiydi sanırım beni çok üzen bir haber aldım ki haberi aldığım şekil ise beni daha da üzdü. Neşet Ertaş'ın yoğun bakımda olduğunu duymuştum, bu koşturmacanın arasında evde olduğum 1-2 saatlik vakitlerde izleyebildiğim haberlerden. Turkcell bir mesaj attı işte çarşamba akşamı aynen şöyle: "Türk Halk Müziği'nin unutulmaz ozanı Neşet Ertaş'ı anıyoruz! 3 gün boyunca sizi arayanları Neşet Ertaş'ın unutulmaz eseri Neredesin Sen ile karşılamak için Neşet yazıp bu mesajı cevaplayabilirsiniz. (1TL)" Neşet Ertaş'ın ölümüne üzülemedim doğru düzgün ama tüm dünya adına çok büyük bir utanç ve pişmanlık duydum. Bir yandan da nefret. Türkiye'nin en büyük müzik insanlarından birini kaybetmiştik ve günümüz modern sistemi artık o kadar açıkça alçaklık yapabiliyordu ki, bu durumu hemen daha üzerinden bir gün bile geçmeden bir satış pazarlama kampanyasına dönüştürüp buradan kâr etmeyi amaçlıyordu. Hani ne diyeceğinizi bilemediğiniz, çok küfretmek istediğiniz ama bir yandan da sırf insan olduğunuz için tüm insanlık adına utandığınız anlar olur ya işte öyle bir andı o mesajı aldığım an benim için. Diyebildiğim tek şey ise yazıklar olsun'du. Zaten fazladan 6000 baz istasyonu kurmakla övünen bir firmadan bahsediyoruz, gerçekten kullandığımdan utandırdılar beni, bravo.

Haberi alış şeklim ne kadar çirkin olursa olsun bu Neşet Ertaş hakkında yazmak istediğim nice güzel şey var. Hayatıma ilk nasıl girdi, nereden tanıdım tam emin değilim. Hani bazı müzikler vardır sırf bu ülkede yaşadığınız için ya da bu dünyada yaşadığınız için farkında olmadan içinize işlerler. Neşet Ertaş'ın türküleri de öyle bir şeydi benim için ve eminim benim gibi pek çokları için. İlkokul ve lise dostum Doktor Hüseyin Bey'in de bunda katkısı vardır, başka müzisyenlerden dinlediğim Neşet Ertaş yorumlarının da. Bugün halk müziğine, türkülere karşı derin bir sevgim ve saygım varsa abartısız bunda en büyük pay benim için Neşet Ertaş'ındır. Zülüf türküsünü dinlemiştim lisedeyken sanırım Laço Tayfa'nın albümünde, Kibariye'nin yorumuyla. Sonra Neredesin Firuze filminin film müzikleri albümünde Özcan Deniz'in sesiyle duymuştum Cahildim Dünyanın Rengine Kandım'ı. Sonra Ceylân Ertem'i dinlerken Gönül Dağı'nı keşfetmiştim daha Soluk albümü çıkmadan evvel. Böyle böyle işte keşfediyor insan gerçek müziği. Gerçek müziğin nasıl tüm müzik severler ve müzisyenler üzerinde benzer etkiler yarattığını anladım bu sayede. Bir devir daha kapandı böylelikle ve biz bir kez daha hatırladık ne kadar da yalan bir dünyada yaşadığımızı.

Perşembe günü benim çevirmenlik işim bittiği sıralarda Merve Hanım da Finlandiya'dan dönmüştü ve akşama kendisiyle bir Beyoğlu gecesi yaşamayı planlamıştık. Önce bir şeyler yedik beraber sonra da Sattas konserine gittik. Sattas'ın albüm lansmanıydı bu aslında ve Jolly Joker'i dolduran müthiş bir kalabalık vardı ki kocaman yerleri doldurmak her zaman zordur. Solist Orçun Bey beklediğimizden çok daha iri ve çok daha karizmatik bir figür olarak çıktı sahneye, grup ve müzik zaten müthişti. Şarkıların arasında yapılan politik söylemler özlediğimiz ve günümüz müziğinde biraz eksikliğini duyduğumuz cinstendi. Raggae'nin ruhuyla alakalı bir şeydir belki de bu kim bilir? Neticede müthiş bir konser geçirdik, enerji dolu, dans dolu, gülücükler dolu. Merve Hanım'la başbaşa konser izlememin de tabi bu güzellikte payı büyüktür. Eheheh. Ve Sattas da Neşet Ertaş'ı anarak hatta "Yalan Dünya"yı yorumlayarak bir kere daha takdirlerimizi topladı. Bu grubun albümünü henüz almadıysanız alın ve muhakkak bir konserlerini izleyin, devamı gelecektir zaten eminim.

Cuma günü ise kulübümüzün gelir getirici etkinliği olarak CKM'de Çanakkale Çocukları filminin ilk gösteriminden bir salon kapatmıştık. Kulübün yıllık etkinlik planında bir hizmet aktivitesi vardır, dönem boyu, planlanan, uygulanan ve bunu finanse etmek için düzenlenen bir ya da birden çok da gelir getirici aktivite olur. Misal biletler 17 liraydı, üzerine 3'er lira daha fiyat koyduk ve öyle sattık, buradan elde ettiğimiz geliri de bu dönem lösemili çocuklar için yapacağımız etkinliğin finansmanında kullanacağız. Neyse bu sistemi anlattıktan sonra size bir uyarıda bulunayım. Kulüp, etkinlik, güzel amaçlar falan derken biz bu Çanakkale Çocukları'na gitmiş bulunduk, aman diyeyim siz gitmeyin. Sonra Emir neden sinemaya küsüyor neden hiç film izlemiyor. Yahu zaten kırk yılda bir filme gidiyorum o da böyle salonun bağıra bağıra güldüğü kadar saçma sapan ve dandik çıkıyor ben ne yapayım? Hayatımda izlediğim en kötü filmlerden biriydi, Çanakkale Savaşı temalı filmlerin ve belgesellerin içindeyse açık ara en absürdü. Hele filmde bir bulut sahnesi vardı ki spoiler vermek gibi olmasın ama paint terk. Yemin ederim daha iyisini yapardım ben. Neyse dediğim gibi bizim önemli bir amacımız vardı bu filme giderken, o yüzden gitmiş bulunduk, tekrar ediyorum siz sakın gitmeyin, lütfen.


Bu arada ilk siyah beyaz filmimin tabını ve sonuçlarını almanın verdiği haklı gururu yaşıyorum. Pek güzel bir şey siyah beyaz film. Renkliye göre biraz daha pahalı tabi filmi de tabı da ama sonucu buna değiyor. Bu arada gerek renklileri olsun gerek siyah beyazları bazı fotoğraflara bakınca üzerlerine uzun uzun yazasım geliyor ya da bir şarkıyla birlikte onları paylaşmak istiyorum, sırf bu yüzden bir tumblr işine mi girsem acaba diye bile düşünmedim değil, bakalım günler ne gösterecek. Çok yakında bu siyah beyazları da facebook'tan paylaşacağım. Biraz vakit istiyor sadece Scorpions ağabeylerimizin de belirttiği üzere hepsi bu.

Uraz Bey'ciğimin tavsiyesi üzerine dinlediğim Slow Down adlı bu güzel Morcheeba şarkısını sizlerle de paylaşarak, klasik yazı sonu paylaşımlar bölümünü açmış bulunuyorum. Bir diğer müthiş paylaşım ise cânımız gruplarımızdan Yora'dan geliyor. Yora ilk klibini yayınladı, şarkının güzelliği zaten tartışılmaz da, klip de çok zamandır gördüğüm en sevimli kliplerden biri, buyurun siz de izleyin/dinleyin: Yora - Işık Lekesi. Bir diğer paylaşımımız ise popstar dostumuz Emir Yargın Efendi'den geliyor, kendisi de bu arada çok çok çok yakında belki de saatler içinde yeni klibini yayınlayacak. Artık Emir Yargın'ın ilk albümü Tokat'ın tamamını TTNet Müzik üzerinden ücretsiz dinleyebilir, beğendikçe indirebilirsiniz. Bunun için de buradan buyurun.

Son iki diyeceğim şey kaldı birincisi Ahmet Ümit'in İstanbul Hatırası romanına dair. Yine biraz elimde gereğinden fazlaca uzun süründü bu kitap ancak okuduğum en iyi Ahmet Ümit romanlarından biriydi diyebilirim. Bunu dememde sanırım benim de Ahmet Ümit'in de İstanbul sevgisinin payı büyüktür. Muhakkak okuyun ve bu şehrin sonsuz tarihiyle ilgili bir şeyler de öğrenin bu vesileyle.

Bir de bugün saat 14:00'te yani birazdan Taksim'de hayvan dostlarımız için bir şeyler dememiz gerekiyor. Onlar kendi dertlerini anlatmak için bizim gibi aracılara muhtaçlar bunu unutmayalım, hazır hava da güzelken böyle anlamlı bir gösteride bir arada olalım. Galatasaray Lisesi'nde görüşmek üzere!

Cumartesi, Eylül 22, 2012

6


Kimine göre büyüyoruz, kimine göre yaşlanıyoruz. İkisi de aynı şey aslen, farklı olansa bu duruma baktığımız nokta ve o an içinde olduğumuz ruh hali. Bu aralar yaşlanıyoruz demeye başlar oldum daha çokça, eskiye oranla daha garip bir noktada olduğumdan herhalde. Oysa hep büyümek lazım, öğrenmek lazım. Neyse neden böyle karamsar bir giriş yaptım meçhul. Esas bahsedeceğim şey birlikte büyüdüğümüz kişiler. Ailem, dostlarım, tanıdıklarım hep mükemmel insanlardan oluşuyor ki böylelikle benim de hayatım her daim mükemmel geçiyor ancak bugün bahsedeceğim özel bir kişi var. Birlikte büyüdüğüm, önce liseli sonra üniversiteli olmak üzere beraber okullu olduğum ki kendisi sonra da biraz daha okumaya devam etti ama ben tadında bıraktım, birlikte yol aldığım, birlikte düşündüğüm, birlikte mutlu olduğum, üzüldüğüm, teselli ettiğim, moral bulduğum, birlikte eğlenip birlikte saçmaladığım ve en nihayet birlikteyken kendimi en mutlu, en havalı, en huzurlu ve en normal hissettiğim insan. Eşşek değilseniz tahmin etmişsinizdir, Merve Hanım'cığımdan bahsediyorum. Birlikte geçirdiğimiz bu 6 yılda ve öncesinde tanıştığımız yaklaşık 10 yıllık süreçte, sadece var olduğu, benimle tanıştığı ve hayatıma girdiği için kendisine binlerce kez teşekkür ediyorum. Onlarca yıl boyunca da kendisini sevmeler cumhuriyetinde yaşamaktan başkaca bir temennim olmadığını belirtir, kendisini ve duygusal başka okuyucu dostlarımızı ağlatmadan bu girizgahı sonlandırırım. İyi ki varsınız cânım efendim. Hep böyle el ele şımarıkça gülmek dileğiyle!


Evet blog'da oluşan aşırı duygusal atmosferi hemen dağıtıyoruz. Balık burcu olduğumuzu çok da hissettirmeden akşamki konserden bahis açıyoruz. Emir Yargın Efendi'yle birlikte dün gece Ice Bar'ı sanırım erittik. Pek keyifli dostlardan oluşan, güzel sesler çıkarttığımız ve çok eğlendiğimiz bir atmosfer oluştu. Belki de bu atmosferi biz çevremizde kendimizle birlikte taşıyoruz tam bilmiyorum ama Ice Bar Ice Bar olalı böyle eğlence görmemiştir eminim ki. Bu noktada tabi ev sahibimiz Beril Hanım'a da çok teşekkür ediyorum. Gak deyince suyumuzu guk deyince sütümüzü eksik etmedi resmen. Dostluğumuz bir yana ev sahipliğinden de tam puan aldı kendisi. Aşağıdaki yazıda bahsettiğim "3hundred 5hundred" konseptini görmek üzere sıradaki konserlere herkesi davet ediyorum. Ben ilk kez bizzat sahneden gördüm çok fena bir şeymiş. Bir de tabi bizi hiçbir zaman hiçbir yerde yalnız bırakmayan ve sayelerinde eğlendiğimiz dostlarımız, Maslak Sarıyer demeden yine bizleri yalnız bırakmadılar. İyi ki varlar. Yakın vadede biraz başka diyarlarda çalma planlarımız var, beni de sahnede atlar zıplar dans ederken görürseniz şaşırmayın baştan söyleyeyim. Meğer atalarım da hep dubstep'çiymiş, 132bpm'in altına hiç düşmezlermiş de benim haberim yokmuş.


Son olarak Emir Bey'e dair halkımızın söyledikleri temalı bir video'muz çekilmişti son konserde, onu yayınladık. Ben her izleyişte gülüyorum, sizler de eğlenirsiniz umarım. Video'ya tam olarak buradan ulaşabilirsiniz. Bir de Eylül Hanım hatırlattı da sonunda Emir Bey sayfasının adresini 17 basamaklı sayılardan kurtarıp insan gibi http://www.facebook.com/emirbeyistanbul şeklinde güncelledim. Eylül Hanım'ın da belirttiği gibi Anadolu'nun farklı kentlerinde de şubeler açmak dileğiyle. Esenlikler.

Pazartesi, Eylül 17, 2012

Mecbursun


Sezonun ilk hastalığını yaşıyorum ne yazık ki, bir grup arkadaşımdan geç olmama rağmen hiç olmamayı başaramadım. Aslında erken olup uygun taksit fırsatlarından da yararlanabilirdim belki ama o an akıl edemedim. Şimdi ise sadece burnum değil, beynim ve yüzüm de tıkalı gibi hissettiğimden, taksitmiş, krediymiş, indirimmiş pek umrumda değil. Tek sinirlendiğim şey -ki senelerdir buna sinirlenirim- arkadaş modern tıp diye övündüğünüz şey nezleye gribe hâlâ bir çözüm bulamıyorsa, bırakın gidin buraları. Kaç senelik birikim var hâlâ bir hap ya da bir iğne bu işi 2-3 saatte çözemiyorsa yazıklar olsun, tabi bu işte ilaç kartellerinin de bir parmağı yok değildir, misal serçe parmakları buradadır bence. Neyse tüm modern tıbba ve bir kısım alternatif tıbba buradan yazıklar olsun diyorum bir kez daha bu vesileyle. Gelelim haftanın önemli olaylarına:

Varan 1, Cuma gecenizi kesinlikle doldurmayın. Çünkü Emir Yargın Efendi'yle birlikte Ice Bar sahnesinde olacağız. Konseptimizin adı 3hundred 5 hundred olacak, isminden de belli olacağı gibi tamamen dans etmeye ve eğlenceye dayalı şarkılar olacak o gece listemizde, hatta buyurun size o gece ve o konseptle ilgili yazılmış metni paylaşayım:



Emir Yargın, 3hundred 5hundred Live konseptiyle Ice Bar’da!

Elektronik müziğin yaramaz çocuğu Emir Yargın ‘3hundred 5hundred’ konseptiyle Ice Bar’ı eritmeyi deniyor! 3hundred 5hundred, müziğin ve görselliğin muhteşem birleşimiyle size iki saat boyunca aralıksız bir eğlence vaat ediyor. Yargın, 3hundred 5hundred performansında kendi şarkılarının yanı sıra 80’ler, 90’lar ve günümüz dans parçalarına da fazlasıyla yer veriyor. Yargın, Ice Bar için yeniden düzenlediği repertuarıyla, seyirciyle iç içe, parti yapmanın ve kurt dökmenin ön planda olduğu keyifli bir atmosfer yaratıyor.

Robot dostları ile birlikte olduğu ‘Tokat’, rutin hayatından sıkılıp kendini Rusya’ya attığı ‘Bu Gece’, dans ettirirken güldüren ‘F*cker Discotheque’ klipleriyle her seferinde bambaşka bir şekilde karşımıza çıkan ve elektronik dans müziğinin en çarpıcı örneklerini dinleyicisine sunan Emir Yargın, ‘3hundred 5hundred’ konseptiyle de müzik piyasasının tabularını yıkmaya devam ediyor.

Kendinizi ağzınız açık olan biteni izlerken ya da zıplayarak sahnede şarkı söylerken bulabilirsiniz.


Normalde girişi tahminimce 40-50 lira olan Ice Bar'ı ziyaret etmek de bu gece konsere gelen dostlarımız için ücretsiz olacak, size de gelip eğlenmek kalıyor. "Ice Bar'a nasıl gelirim?" dediğinizi duyar gibiyim. Efendim metroya biniyorsunuz, Maslak'ta iniyorsunuz, metro çıkışında Windowist tabelalarını takip ediyorsunuz ve Ice Bar'ın önünde buluveriyorsunuz kendinizi. Zaten bu Windowist dediğimiz yer Ice Bar'ın da içinde bulunduğu bina oluyor çünkü. Neticede gelmesi pek kolay. Dönüşte de Maslak merkezi bir yer olduğundan metro bitmiş bile olsa minibüsle, Zincirlikuyu'ya ya da Beşiktaş'a kolayca ulaşıyorsunuz. Neyse diyeceğim o ki, bir şekilde gelin, hem bu havalı mekanı bir görün, hem güzelce eğlenelim.

Varan 2 diye bir şey yok aslında. Ancak üç tane not almışım bahsedeyim diye. Bunların üçünün de müzikle ilgili oluşu da cabası. İlki benim ve bilenlerin çok zamandır beklediği bir gruba dair. Grubumuzun adı 6Pack. Evvelden Zebrass'tan tanıdığımız isimlerin yanı sıra, başkaca pek değerli müzisyenleri de bünyesinde bulunduran bu oluşum, hiç şüphesiz kısa zamanda kaliteli müzik ile eğlenmek isteyen İstanbul dinleyicisini avucuna alacak. Fikir versin diye şunu izleyin/dinleyin diyorum.

Diğer bir notumu Kola adında bir gruba dair. Nasıl tanıştığımı tam hatırlayamıyorum ancak birinin Facebook'tan paylaşmasıyla dinlediğimi hatırlıyorum hayal meyal. Bir kaç gündür de aralıksız olarak Zombiler İstanbul'da adlı parçalarını dinliyorum. Pek iyi ya da ecnebice very nice dediğimiz türde bir eser. Siz de dinleyin diye yazdım buraya.

Son olarak bu sezon düğünden düğüne koşarken en son kendimizi Tolay Bey ve Tuğçe Hanım'ın düğününde bulduk. İki şey çok hoşuma gitti bu düğünde: İlki çiftimizin kendi yaptıkları ve birlikte söyledikleri parça çalarken düğüne girmeleri, ikincisi de düğünün en sonuna doğru Tolay Bey, Tuğçe Hanım ve Özer Bey'in ses sistemi olmaksızın gitarlarını çalıp şarkılar söylemesi ve davetlilerin etraflarında çember oluşturup kah oturup kah dikilerek bu zarif şarkıları dinleme şansına sahip olmalarıydı. Daha samimi az şey olabilirdi zaten bir düğünde sanırım.

Merve Hanım buradaydı dün ve bugün ancak yarın bir kaç günlüğüne ailesiyle birlikte ablası Ayşe Hanım'ı ziyarete gidecekler Oulu'ya, artık dönüşte hasret gideririz umarım ben de iyileşmiş olurum hem, buradan da Oulu'ya sevgilerimizi iletiyoruz bu vesileyle. Yarın da Sakareller'in henüz yayınlanmamış olan EP'si için ufacık bir gitar kaydı yapacağım, umarım her şey yolunda geçer! Cuma görüşene dek sevgiler ve esenlikler!

Not: Şu eser çok zamandır ilk kez önüme nota bulup taklit etmeye çalıştırdı kendisini, siz de dinleyin pek zarif.