Çarşamba, Eylül 18, 2024

Öyle Bir İçimden Geldi *


Şu an Cenevre'de havalimanına yakın bir otelin birkaç günlüğüne yerleştiğim bir odasından çok uzun zaman sonra ilk kez bloğuma bir şeyler yazıyorum. Dışarıda serin ve hayli rüzgarlı bir hava ama hepsinden daha önemlisi kocaman bir dolunay var. Sanki bizim oradaki dolunaydan biraz daha büyük, hani ajansa müşterisinin yaptığı dönüşe istinaden bir tık büyütülmüş gibi. Belki de kuzeye gittikçe ayla aramızdaki mesafe azalıyor veya atmosferdeki kırılma açısı değişiyordur. Geçenlerde çalıştığım şirketin kaptanlarından biri Almanya'daki güneşli günlerde sıcaklığın derecesi Türkiye'ye oranla düşük olsa bile güneşin yakıcı etkisini çok daha fazla hissetmemizi bunun gibi bir şeye bağlamıştı. Hayat enteresan, her gün yeni bir şey öğreniyor insan.

Neden bir anda yıllar sonra tekrar buraya yazmaya karar verişime gelirsek sanırım kafamın şu anki karışıklığı ve doluluğu karşısında bir rahatlama yöntemi olarak bunu buldum/hatırladım. Ne yazacağımı da pek bilmeden başladım yazmaya aslına bakarsanız ama başlayınca bir yerden akıyor sanırım, en azından bende böyle oluyor.

Minik bir bluetooth hoparlörüm var hep çantamda taşıdığım, sevgili Emre Malikler göstermişti, "bu boyuta (ve fiyata) bu performansı nasıl gösteriyor anlamıyorum" diye. Ben de hemen almıştım iki tane, birini hediye ettim, biri de bana kaldı, böyle yolda belde sessizliğimi gideriyor. Geçmişten bir albüme düştüm tekrar bu seyahatte, nereden aklıma geldi hiç bilmiyorum. Yasmin Levy'nin La Juderia albümü, aslında bu resmi bir albüm mü bundan da emin değilim, Spotify vb. dijital platformlarda yok, YouTube'a biri yüklemiş vaktiyle, ben de oradan veya YouTube Müzik'ten dinliyorum. Hayli sade ama bir o kadar da güçlü bir albüm. Gitarlar, kahon, arada ufak tefek renk sazları ve tabii muazzam sesiyle sevgili Yasmin Levy.

Birkaç kitap okudum, hepsini de bu değil de sanırım bir önceki yıl başında Eylül'ün yıl sonu önerilerinden seçmiştim. Hepsinden ayrı ayrı etkilendim, onlarla ilgili bir şeyler yazayım diye düşünüyorum kaç zamandır Instagram'a, hem kendime not, hem belki başkalarına okuma sebebi olsun diye, bir türlü yapamadım. Gecelerin Kitabı ve Amber Gece ikilisi ile Gidiyor Gitti Gitmiş. Umarım bir ara ilgili paylaşımları yaparım ama yapamasam bile bu kitapları not alın ve okuyun siz de.

Ta aylar önce gittiğimiz bir Londra ve Dublin seferimiz vardı Fatma ile. Ben seyahatteyken Yaz'ın astımı şiddetlendi, hatta ilk gün Londra'ya inince geri mi dönsem ne yapsam diye düşündüm, sonra bir şekilde durum iyiye gitti de ben de Dublin'e devam ettim. O seyahatte ilk akşam Notting Hill'de Güney'in mekanı What A Week'te birlikte oturduğumuz bir avuç güzel insan vardı ve onlara Güney'in birinden ödünç aldığı gitarla bir iki şarkı söylemiştim o anki karmakarışık ruh halimle. O videolardan birer kuple paylaşayım, o seyahate dair de bir iki kelam edeyim diyorum ne zamandır, elim varmıyor.

Telefonuma Tiktok indirdim. Hem biraz kurcalayıp öğreneyim, hem belki Karşı Müzik'i biraz daha müzik yorumcusu olarak oraya aktarayım, arada arabada falan giderken sohbet videoları çekip karılaştığım güzel müziklerden dem vurayım istiyorum. Sonra diyorum ki çevremdeki ilham veren insanları anlatan bir seri yapayım Tiktok'ta, kısa, net, kurgusuz, prodüksiyonsuz. Sonra da diyorum ki beklenmedik anlarda Bülent Ersoy'un da dediği gibi "öyle bir içimden geldi, aslında bu yoktu, anasını satayım içimden geldi" diyerek çıplak sesle birer kuple bir şeyler okuyayım paylaşayım bu mecrada diyorum. Henüz yine hiçbirini yapmadım.

Ailemle ilgili, çocuklarla ilgili, kendimle ilgili, hayatla ilgili, işlerle güçlerle ilgili kararlar alayım diyorum, planlar yapayım diyorum, ben yapana kadar başka planlar/plansızlıklar kontrolü ele geçiriyor ve her şey nereye olduğunu bilmediğim bir yöne akıyor gidiyor gibi. Kendimi bir gün Cenevre'de, bir gün Frankfurt'ta, bir gün Amsterdam'da, bir gün Ankara'da buluyorum. Oğlanlar büyüyor, çok güzel sohbet ediyorlar insanla ve bazen birbirleriyle daha da güzel sohbet ediyorlar. Ben ise hayretle tüm bu olan biteni izliyorum, bazen kendi gözümden, bazen de sanki başka birinin gözünden görürcesine.

Sevgili bloğum Gözümün Seyir Defteri'ne 2024'ün Eylül ortasında böyle bir iç dökeceğim varmış. Şimdi de biraz o düşünsün. Kaldı mı hiç blog okuyan, Instagram'dan paylaşmasam buraya yazdıklarımı görecek olan, aboneliği olan veya postasına düşen bilmem.

Neyse tekrar Bülent Ersoy'un özlü sözüyle bitireyim satırlarımı:

* Öyle bir içimden geldi, aslında bu yoktu, anasını satayım içimden geldi.

İsviçre'den selamlar, sevgiler.