Not defterimi biraz daha günlüğe çevirmiş durumdayım artık, sadece aklıma gelen şarkıları veya sıra dışı olayları yazmaktansa, günün genel akışını da yazıyorum vaktim oldukça. Güzel bir not defteri aldığımı bir önceki yazının dip notu olarak belirtmiş ve tıpta döngüsel anons dediğimiz olayı yaratmıştım. Bu yüzden not defterine yazdığım her şeyi -en azından şimdilik- buraya yazmayacağım ama değişik olayları yazmaya devam edeceğim.
O gün hastane dönüşü dizimle ilgili durumu bildirmek ve revire çıkmak için komutana tekmil vermeye gidince kendisi bana "çok sıkıldım artık dizinden, bittiyse işin git revirciye ver evrakını" dedi. Ne kadar ters olursa olsun caps lock açmadan ya da shift kullanmadan duyduğum bu cümle beni mutlu etti. Çok komik yanları var askerliğin, her yaptığın işi sürekli birilerine bildirmek durumundasın, insiyatif diye bir kavram zaten yok, ancak bildirdiğin zaman da bildirmediğin zaman da azar yiyorsun, bu kısım süper. Antalyalı daha doğrusu Alanyalı Ali Bey var burada, bataryanın yazıcısı, ona yardım ediyorum elimden geldikçe. Millet 20.00'den sonra yatıyor bazen biz 00.30'a kadar devam ediyoruz yazı işlerine, evrak doldurmalara falan ama böylece vakit geçiyor. Ayrıca artık dizliğimi takmaya başladım. 10 gündür takıyorum, dizimi doğru düzgün kıramıyorum yani yine topallıyorum ama en azından diz kapağım sabit kalıyor -çok yürümezsem- böylece sanırım dizim iyileşiyor yavaş yavaş. Neyse genel gelişmeleri aklıma geldikçe yazarım da defterdeki notlardan devam edeyim yine.
İlk aramamızı atlattık. Dürüst bir şekilde, geldiğimden beri sivil eşya deposunda duran ve hiç kullanmadığım cep telefonumu teslim ettim. Odalar da aranmış, yatak tarumar olmuş. Bre adam haydi yatağı bozdun peki okuduğum kitabın arasında kaldığım sayfayı gösteren kağıdı neden çıkartırsın. Bu şekilde not almışım ayın 13'ünde.
Melis Hanım ve Ebru Hanım'dan kart aldım. O kadar mutlu oldum ki anlatamam. Genç komutanlardan biri "Emir sana bir şeyler geldi sanırım biri de Paris'ten dedi." Bu cümle size şu an bir şey ifade etmese de Polatlı'da bir kışlada, askerlerle içtima düzenindeyken dünyanın en havalı cümlesi olabiliyor bir anda. Herkesin gözlerinde bir "vaaay arkadaş adam neymiş" ifadesi beliriyor komutanlar da dahil. Kartlardan birisi bana umut verirken diğeri de asker olarak girdiğim yeni yılımı tebrik ediyor. O kadar güzel bir duygu ki dışarıdan dostlardan tanıdıklardan kart almak anlatamam. İster istemez Şebnem Hanım'ın o ünlü satırları geliyor aklıma: "iyi dostlar biriktirdim hepsi de ailem oldu"
Bir diğer efsane hikaye var öğrendiğim. Topçu Füze Okulu efsanelerinden. Kısa dönem acemi genç yemekhaneye giriyor. Yemek dağıtılan kısmın başında eşofmanıyla duran amcayı gözüne kestiriyor ve herhalde yemek getiren amcadır bu diye yanına giderek omzuna vuruyor ve "ne var yemekte bugün dayı" diyor. Tabi işin üzücü yanı eşofmanlı adamın okul komutanı olması ve rütbesinin tümgeneral olması. Hal böyleyken adam çocuğa cevaben yemekte annesinin üreme organının olduğunu lisan-ı namünasiple ve ağzından adeta bir ejderha gibi alevler saçarak belirtiyor. Çocuktan bir daha haber alan olmuyor. İşte askeriyenin en komik yanı bu, karşınıza ne zaman cami, ne zaman cami duvarı çıkacağını hiç kestiremiyorsunuz.
Aycan Bey ile vakit buldukça bir şeyler çalıyoruz birbirimize ki bu çok güzel bir stres atma yöntemi, işte o icra seanslarının birinden kenara not aldığım bir kaç kelime daha: "bense müzisyeni oynarım şimdi"
Ayın 15'inde ise efsanevi ağabeylerimizin şu şarkılarını not almışım kenara:
you won't see it
you don't believe it
at the end of the day
you're a needle in the hay
you signed and sealed it
now you gotta deal with it"
Ayrıca aldığım notlara bakılırsa ay çekirdeğinin askerliği genel olarak özetleyebilecek bir şey olduğunu keşfetmişim yine ayın 15'inde.
Ayrıca Puslu Kıtalar Atlası'nı bitirdim, Suskunlar gibi kelimenin tam anlamıyla muhteşem bir eser bu da. İhsan Oktay Anar Bey'in yazarlığı, mizah anlayışı, tarihi tasvir-tasavvur hususunda dünya devi. Sanırsınız ki 18. yüzyıl Osmanlı'sında yaşamış adamcağız. Kitaptan bir alıntı ile devam edeceğim:
"İşte bu da, Rendekâr''ın en büyük hatasını ortaya çıkarıyordu: Düşünüyor olması, Uzun İhsan Efendi'nin değil, onun düşüncelerinden ibaret olan bu dünyanın varlığının delili sayılmalıydı. İşte bu nedenle bilgece, 'Düşündüğüm için ben var değilim, sizler varsınız. Sizler benim zihnimdeki düşüncelerden ibaretsiniz' diyerek ikide bir kafa bulandırıyordu."
Kitabı bitirince ben de not almışım kenara, ancak düşlerinle dünyayı var edebilirsin diye.
Geçtiğimiz hafta atışımızı da yaptık, zaten atış yapmadan çarşıya çıkartmama geleneği vardı bataryamızda. Hayatımda ilk kez atış yapmama rağmen yeni gelen 5'i uzun 12'si kısa dönem gençlerin içinde sanırım en yüksek vuruş yüzdesi bana ait. Bugüne dek yaptığım en heyecanlı şeylerden birisiydi, kalbim 240 vurdu sanırım ve kulaklarım çok güzel bir çınlamayla tanıştı. Atış dışında Don Kişot'u da bitirdim boş vakitlerimde, Denemeler'e başladım. Bakalım o ne zaman bitecek. Batarya komutanı görev dağıtımlarını yaparken mezun olduğumuz bölümleri sordu, ben de siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler deyince "sen tehlikeli adamsın şuraya gel bakalım" diye beni ayırdı. Hasılı kelam ben de böylelikle yeni revirci oldum. İyi ve kötü yanları olan bir iş ama en azından ne yaptığım belli. Denemeler'de de beğendiğim şöyle bir cümle geçti:
"Başkalarının bilgisiyle bilgin olabilsek de, ancak kendi aklımızla akıllı olabiliriz."
İyi bir çeviri midir diye düşündüm bir süre ama sonra düşünmekten vazgeçtim, ben yapsam daha iyisini yapardım muhakkak. Ahahaha. Ben nötracina kremi yerinde olsam, en azından Türkiye'deki reklamlarımda Norveçli balıkçıları değil, Polatlılı askerleri oynatırdım. Başlıkta yazdığım gibi -22 dereceyi gördük iki gece evvel. Daha bunun nöbeti olacak. Geçenlerde denetlemeye gelen omuzlarında star wars'un bizzat cereyan ettiği komutan sofrasına oturan gençlere sordu burada sevdiğiniz sevmediğiniz üç şey nedir diye. Şayet bana sorsaydı çok net küçükten büyüğe sayardım, soğuk, Polatlı, Ankara diye. Bir de 3 tane şeyi değiştirme hakkınız olsa bunlar ne olurdu deyince, çocuklardan biri cevap olarak "cumartesi ya da pazar haftada bir gün koğuş kalkı saat 10.00'a çekerdim" dedi. Alnından öpesim geldi.
Geçen gün hafif yorgundum içtima esnasında başım döner gibi oldu, keza hareketsiz 20 dakika esas duruşta durunca bu tip şeyler oluyor. O sırada batarya komutanı konuşuyor, en ön sıradayım bir şey de yapamadım, neyse son anda üsteğmenle göz göze gelince "kafamda çevirme var sandalye kullanabilir miyim" gibi bir el kol işareti yaptım ve oturmaya hak kazandım. Neticede Burak Bey'le birlikte bataryada kalmaya iyice alıştık gibi. O silahlık sorumlusu ben ise revirciyim.
Bu yazıyı doğru düzgün toparlayamadım, aldığım notlar karma karışık keza ama ilk çarşının acemiliğine ve aradan geçen sürenin çokluğuna verin bunu. 6. yazıda daha sistemli olmak dileğiyle, Orta Doğu'nun incisi Polatlı'dan sevgilerle. Her şeyden güzeli dün Merve Hanım'cığımdan bir kargo geldi, çok zamandır beklediğim bir kitap gönderdi, ama kitabın yanındakiler öyle değerli şeylerdi ki kitabın anlamı azaldı bile. Askerde mektup, kart, kargo falan almak çok değerli yahu, sivil hayatta da çok sevinmiştim eşimden dostumdan kart alınca da burada biraz daha farklı bir şeyler var. "The truth is out there..." cümlesiyle anlatıldığı gibi dışarıda bir yerlerde yaşamın devam ettiğini kanıtlıyor bu kağıt parçaları bana
1 yorum:
Kitap gibi okuyorum yazdıklarınızı. Gözümün önüne getiriyorum oradaki halinizi, kendi askerlik günlerimle kıyaslıyorum. Bitse de kurtulsam diye ağlamaklı geçirdiğim geceleri düşünürken, keşke böyle bir şey yapsaymışım, bol bol yazsaymışım diyorum. Ama orada insanlıktan çıktığımı ve bunu yapacak kafamın olmadığını hatırlıyor, ve ardından sizin kendinizde olmanızı, cümlelerinizi toparlayıp yazarak rahatlayabilmenizi takdir ediyorum. Gelin, çalalım, söyleyelim, çekelim kurgulayalım yahu!
Not: Sizde de öyle mi bilmiyorum amma, o nizamiyeden asla çıkamayacakmış gibi gelse de insana, bir gün çıkılıyor. O gün dünyanın en muhteşem günü oluyor. Orada ne kadar zor günler geçirirseniz, o çıktığınız gün kat kat güzelleşiyor. Saygılar!
Yorum Gönder