Pazartesi, Ağustos 24, 2015

Bir Salatalık, Bir Patates ve Bir Havuç


Nouvelle Vague konsere gelmiş okula, okul dediğim üniversite aslında ama dershane binası gibi bir yerdeyiz, lisedeki gibi 30-40 kişilik bir sınıftayız hatta. Göktül karşılayıp sınıfa getiriyor iki kadını. 19-20 yaşında gerçekteki havalı ablalara pek de benzemeyen bu iki genç Fransız kadının yanına gidiyor ve "konser öncesi bir şeye ihtiyacınız var mı, ne istersiniz" minvalinde sorular soruyorum. Çünkü ben de meğer Müzik Kulübü'nden sorumlu bir kişiymişim. Fransız olduklarından mütevellit ablaların İngilizceleri pek iyi değil, bana telefonlarından bir resim gösteriyorlar, bir konser fotoğrafı. Konserde sahnenin üzerine kurutulmuş sebzeler asmışlar dekor gibi ve bana onları işaret ederek kötü ama sevimli bir aksanla bunlardan birer tane istediklerini söylüyorlar. Yani benden bir salatalık, bir patates ve bir de havuç istiyorlar. Koskoca Nouvelle Vague! Neyse pencereden bakıyorum konser nerede olacak acaba diye, bizim üniversitedeki gibi yemyeşil stepler var ve üzerine davullar falan kurmuşlar, adeta Balkanlarda bir kır düğünü sahnesi. Neyse ben bana verilen kutsal görevi yapmak üzere sınıftan çıkıyorum. Bu sınıfın daha doğrusu üniversitenin içinde olduğu dershane binasına benzer bina aslında kocaman bir AVM'nin bir köşesinde yer alıyormuş.
 
Neyse sınıftan çıkıyorum ve aklımda şu iki seçenek beliriyor. Birincisi bu dev AVM'nin alt katında bir yemekhane olduğu ve şayet oraya gidersem bana bir patates, bir salatalık ve bir havuç verebilecekleri; ikinci seçenek ise AVM'nin içindeki Migros'u bulmak ve oradan ihtiyaçlarımı satın almak. Hangisine karar verdim bilmiyorum ama yemekhanenin girişini ararken onlarca dakika kaybettim ve bir tur da Migros'un içinden geçtim ama zaten yemekhaneye gidiyorum diye alacaklarımı satın almadım. Lanet olası AVM o kadar büyüktü ki! Sonra yemekhaneyi de bulamadım ve AVM'nin bir diğer ucuna vardım. Meğerse AVM'nin nasıl bir tarafı bizim üniversite ise öbür tarafı da çok lüks bir otelmiş...


Otelin müşterilerini rahatsız etmeyeyim diye halı kaplı yerlerde sessizce yürüyerek katları dolaşıyor ve otelin çıkışını bulmaya çalışıyorum. Katların birinden geçerken açık bir kapıya denk geliyorum, kral dairesi gibi kocaman bir daire görünüyor içeride, içeridekileri rahatsız etmeden geçip gideyim derken kapıda çok güzel yaklaşık 40 yaşında siyah saçlı mavi gözlü bir kadın beliriyor. İşin enteresan yanı bu esnada ben de 40 yaşlarında kısa sarı saçlı beyaz tenli bir kadın olduğumu hissediyorum. Kadından hoşlanıyorum ve onun da benden hoşlandığını hissediyorum, "birlikte buradan kaçalım" diyorum, o da kocasından bıkmış olacak ki kabul edip gelip bana sarılıyor o andan itibaren birlikte oluyoruz. İkimiz de çok zengin kadınlar olduğumuz için yarına dair bir kaygımız da yok açıkçası.
 
Sonrasında nasıl oluyor bilmiyorum kendimi yine otelden çıkmış ve o uçsuz bucaksız AVM'nin içinde Migros'u aramaya devam ederken buluyorum. Kendim olarak, ama AVM öyle büyük ki koca bir pazar alanına dönüşmüş, üstü falan açık her tarafta tezgahlar. Sokak sokak koşuyorum bir yandan inanılmaz geç kaldığımı biliyor bir yandan da aradığım yeri asla ama asla bulamıyorum. Sonunda "daha fazla geç kalamam" diyerek geri dönüyorum ve genç kadınlara tam da "istediklerinizi bulamadım" diyecekken uyanıyorum.
 
Hasılı kelam koskoca Nouvelle Vague misafirim olmuş benden de istedikleri bir salatalık, bir patates ve bir havuç! Peki ben ne yapıyorum, yolda aşkı bulmama rağmen 3 sebzeyi saatlerce bulamıyorum. Evet buradan çıkarttığımız ortak ders belli: Yağmurlu bir sabaha uyanıyorsanız ve pencereniz açıksa, poponuzu daha sıkı örtmeniz gerekebilir.

Hiç yorum yok: