Pazartesi, Ocak 09, 2012

Red Kit (Polatlı Günlükleri III)


Yine bir Polatlı öğleninden merhabalar diyerek giriyorum yazıma. Yaşadığım sıra dışı olaylardan beslenecek bu yazım da Polatlı serisinin üçüncü yazısı olacak. Evvelden deftere not aldığım bir sevdiğim şarkıyla başlayacağım bu yazıma.

"bulut geçti gözyaşları kaldı çimende
gül rengi şarap içilmez mi böyle günde
seher yeli eser yırtar eteğini gülün
güle baktıkça çırpınır yüreği bülbülün
bu yıldızlı gökler ne zaman başladı dönmeye
kimse bilmez"
Bu güzide Mehmet Güreli eserinin özellikle son iki satırını not almışım ilkin, sonra devamını da yazmışım öbür sayfaya, etkileyici ve farklı bir şarkı olarak hep aklımda kalacak, bizim yorumumuz içinse buradan buyurun, videodaki tüm dostlara Polatlı'dan İç Anadolu'nun Paris'inden sevgiler. Ahahaha.

"raylar boyunca akıp gidiyor nehir
akıp gidiyor raylar akşam boyunca
camdan akıyoruz ülkeyle ben bir de çocukluğumuz
demir köprüden hızla geçip gidiyor tren
uçsuz kırların ucu akşama karışıyor
başaklar savruluyor kırlar boyunca"
Bu müthiş Tanju Duru eserini de (Allah rahmet eylesin) ne zaman otobüse binip kışlaya geri dönsem hatırlıyorum ve acemiliğimizin geçtiği ve şu an çok özlediğimiz Topçu ve Füze Okulu'nun tam ortasından geçen trene ithaf ediyorum. Sanmayın ki burada savrulan başaklar falan var, külliyen çöl buralar.

Zorunlu olarak aynı zorluklarla yüzleşen, eşitlenen ve sürekli olarak bir arada yaşayan (yaşamaya mahkum olan) insanlar içlerinden tek tük çürükler çıksa da ütopik bir derecede birbirlerine bağlanıyorlar ve birbirlerini sahipleniyorlar. Gönül isterdi ki böyle bir ortamda farklı bir eğitim farklı bir disiplinle bir arada bulunsaydık. Bu tespitin yanı sıra askerlik bugüne dek gördüğüm en müthiş araştırma sahalarından biri. Düşünün ki ülkenin her yerinden her kesiminden insanın homojene baya yakın olarak bir araya geldiğini ve ülkenin tüm gerçeğini bire bir yansıttığını. Üstelik bu insanlar yanlarında, eğitimini, kimliğini, ailesini, inanç ve sevdiklerini de bir parça taşıyorlar. Burada yapılacak saha araştırmasının en büyük eksisi ise toplumun aşağı yukarı yarısını oluşturan kadınlardan muaf bir kurum olması. İyi ki de muaflar.

"Altın olan her şey parlamaz,
Her gezgin yitirmemiştir yolunu;
Gücü olan yaşlı kolay kolay solmaz,
Derindeki kök atlatır donu."
En sevdiğim eserin en anlamlı bir parçasını buraya tekrar not alarak -ki zaten ilk iki satırını her yere not almıştım evvelden- bir kez daha bana güç vermesini diliyorum. Şafak yaklaşınca ikinci dörtlüğünü de yazarım belki. Orijinali de en az çevirisi kadar güzel olmakla beraber şöyledir:
"All that is gold does not glitter,
Not all thoes who wander are lost;
The old that is strong does not whiter,
Deep roots are not reached by the frost."

"bir fırtına tuttu bizi deryaya kardı
o bizim kavuşmalarımız ah yarim mahşere kaldı
yeni cezve kaynıyor ocakta
kasatura belimizde ah yarim martinimiz kucakta"
Pek çok insandan dinlemişimdir bu Selanik türküsünü ama nedense en çok bu yorumunu beğenirim.

Normalde böyle aklınıza sevdiğiniz bir şarkı gelir de mırıldanırsınız ya, benim aklıma Topçu Marşı, Zülüf ve Bir Fırtına Tuttu Bizi dışında pek şarkı gelmiyor artık bu tip zamanlarda, beynimi daha çok kullanıp her gün yeni şarkılar bulmak için efor harcayacağım. Misal ilk zorlamamın sonucunda bu şarkı geldi aklıma. "my eyes seek reality, my fingers seek my veins" diye başlayan.

"hey you don't tell me there is no hope at all
together we stand, diveded we fall"
Satırları da pek alımdan çıkmıyor Hey You'nun. Geçen internet kafe ziyaretimde şarkının sonunu dinleyememiştim otobüsü kaçırmayayım diye, belki de bundandır. Bir diğer senelerdir veya aylardır aklımdan hiç çıkmayan şarkı ise Hicazkâr makamının en güzide eserlerinden olan "Usandırdı felek candan, dem-â-dem infialinden" adlı eserdir, zor bulunur ama bilenler ne mükemmel bir eser olduğunu muhakkak ki benden önce fark etmişlerdir.

Aycan Bey adlı arkadaşımızın ailesi kendisini ziyarete geldikleri sırada, Aycan Bey'in gitarını da getirmişler. Genellikle sivil eşya deposunda kilitli duracak olsa da ilk gece, hafta sonu olmasının da rahatlığıyla 2-3 saat hem Aycan Bey, hem ben çaldık söyledik. Gitar çalıp şarkı söylemeyi de, bunu yapan bir başkasını dinlemeyi de çok özlemişim, tabi ki müziği de. Yaklaşık 4 haftadır gitara el sürmediğimi düşünürseniz bana hak vermeniz pek mutemel. Oradaki herkes eminim insan olduğunu bir kez daha hatırladı ve müziğin gücü beni her seferinde olduğu gibi bir kez daha çok şaşırttı, herkes yataklarına mutlu bir şekilde dağıldı.

Bir diğer enteresan olayın baş rolünde ise aramıza yeni katılan uzun dönem arkadaşımız Mesut Bey var. Kendisi imammış, geldiğinin sabahında botları yer değiştirmiş, sabah içtimasında komutan bir problemi olan var mı diye sorunca, komutana durumu izah etti bu arkadaş. Sonra o an oradaki diğer 42 numaları botların kontrolünün ardından yer değiştiren bot ortaya çıkmayınca, arkadaş "komutanım ben hocayım, botlarım yerine gelmezse iki gün sonra alan kişinin idrar yollarını bağlarım, illa ki gelir" dedi. Fireball atıp +45 vururum dese daha az şaşıracağımı zannediyorum. Komutan ve diğer arkadaşların %75'i çekinip bu aleni tehdide cevap vermediler. Lakin böyle bir yetenek varsa aramızda bir para falan toplayıp  askerliğin kısaltılmasıyla ilgili bir yasa tasarısı duası okutsak mı arkadaş diye düşünmeden edemedim. Aynı günün devamında yaptığım evrak defteri numaralandırma işlemi de pek değişik bir iş, hesaplarıma göre toplam 3314 rakam yazmak bir buçuk saatimi aldı. Pazar günümüz ise sabah ve öğlen yemeklerini takiben yapılan çifte mıntıka temizliği ve geleneksel pazar gecesi su basma etkinlikleriyle son buldu. Kütüphaneden bulduğum, Don Kişot'u okuyorum ve pek keyif alıyorum. Bu cesur şövalyenin kibarlığı yazıma farkında olmadan yansımış olabilir.

Bugün yaptıklarıma gelince MR çekildim, çok değişik bir duyguymuş, bakalım perşembe sonuçlarını alıp doktora göstereceğim bir aksilik olmazsa. Ayrıca geçtiğimiz hafta ilk iki çarpılmamı da yaşamış bulundum. İlki palaskasız ve parkanın önü açık bir şekilde girilen üsteğmen odasında vuku buldu. Yat içtimasından sonraki kıyafet serbestisi aklımı karıştırmış olmalı ki böyle bir şapşallıkta bulundum. Diğeri ise bataryamızın efsanevi başçavuşu tarafından geçen gün revire çıkarken oldu. Kadro askerlere kızmış bulunan komutan, senin neyin var diye bağırdı (hastaneye gidenlerin içinde olduğum için) ben de dizimi bükemiyorum komutanım sızlıyor deyince, "bükme lan o zamAAAANNN, DİK DUR LAAAAAAN" diye bağırdı. Vay arkadaş dedim, biraz daha bağırsa düşüp bayılacaktım sanırım, o an insan gülemese de baya güldüm sonra. Polatlı Günlükleri serisinin -şimdilik- bu en uzun yazısını da böylece sonlandırıyorum. Sizlere de esenlikler mutluluklar diliyorum. No pain no gain diyen insanının sülalesine küfrediyor, bunu mesleğine more pain no gain olarak katan komutanlarımıza da içten içe şaşırıyorum. Ayrıca "siz okumuş adamlarsınız"la başlayan herhangi bir cümleyi ölene kadar duymak istemiyorum. Politikacı dostlarım bilir çok net lose/lose durumu ya haydi hayırlısı. Esenlikler!

2 yorum:

Anglachel dedi ki...

Okumuş adamlarsınız tabi Don kişot falan, askeriyede benim gördüğüm okunan en edebi eser Fanatik iddia ekidir.

Uzun dönem hoca da okumuş adam, daha okumasın milletin bağırsağı düğümlenmesin diye tabura yazı yazın. 6 çift bot göndersinler. Sabah akşam bot bağlasın.

Her şey vatan için komando yürüyüş kararı sayılacak. say... sayılı gün çabuk geçer

Emir Bey dedi ki...

Hahahaha beyim keşe üsteğmen olsaydınız bizim bataryada! Komoda yürüyüşü sayamayacağım marş, ya da deyiş yok artık! =)