Perşembe, Ocak 12, 2012

Welcome to the Machine (Polatlı Günlükleri IV)



"wake up my son welcome to the machine
what did you dream? it is allright we told you what to dream"
Demiş ağabeylerimiz başlığımıza adını veren parçalarında. Bu bağlantıdaki videoda yer alan araçlara dipdibe yaşamam da cabası, hatta bir tanesine iki gün önce bindim araç komutanı eksiğini gidermek için garaja kadar. Buradan da ağabeylerimize böyle bir selam olsun.

Bugün umarım bir süreliğine son hastaneye gelişimi yaşadım. Doktor MR ve röntgen sonuçlarına baktı. Röntgende zaten "bir şeyi yok turp gibi maşallah" yazıyordu, lakin MR'da bir şeyler çıktı. Çok ciddi bir problem yokmuş (bağ kopması ya da menisküs gibi) lakin diz kapağında bir miktar zedelenme olmuş. Bir hap, midemi bu haptan koruyacak başka bir hap ve bir krem verdi, bir de dizlik aldırdı, diz kapağım sabit dursun diye. Bir de 10 gün spordan muaf raporu verdi, şans bu ki cuma günü yani yarın zaten sporumuz bitiyordu. Olsun varsın.

Bizden önceki kısa dönemler (341) bir haftaya terhis olacak, onların belgelerini görünce darısı başımıza dedik, bize çok uzak geliyor şimdilik ama onlar da kendilerinden öncekiler için aynı şeyi düşünmüşler vaktiyle. Kim demişti hatırlayamıyorum şimdi ama "ne yaparlarsa yapsınlar zamanı durduramıyorlar" diye, işte hep bunu hatırlamak lazım. Piyade tüfeğinin sök-tak eğitiminin yapıldığı ders hastanede olduğum için, konuyu tekrar ettiğimiz derste gerekli sürede bu işi yapamayarak daha doğrusu bu işleri (sök ve tak ayrı işler keza) yapamayarak bir kaç şınav çektim dün. Çok havalı bir hayatımız var düşünsenize, artık anılarıma şöyle başlayabiliyorum "geçen benim kaleşnikofu söktüm, mekanizmayı oturtamadım" ya da şöyle "geçen uçaksavarı taşırken belim koptu" veya böyle "geçen ÇNRA'dan bir atladım, bileği sakatlıyordum az daha". Tabi böyle enteresan girişlerin yanı sıra çöp topladığımız, çamurda yuvarlandığımız, soğukta donduğumuz, moralimizin ve bedenimizin -literally- yerlerde süründüğü anlar olmuyor mu, oluyor.

Bataryaca birbirimize alıştık yaklaşık 10 günlük bu süreçte. Eskiler yeniler, kısalar uzunlar, rütbeliler rütbesizler, olaylar olaylar. Şu an tek eksiğimiz atış yapmayışımız. Onu da en kısa sürede yapacağız ki nöbetleri devralalım. Atış yapmadan çarşı da yok. Yine tekrar ediyorum Polatlı'da çarşı olsa ne olmasa ne ama olsun yine de. Dün gece devrem Burak Bey'le -Sivas- birbirimizin saçlarını tıraş etmeye karar verdik, keza bataryamızda berber malzemeleri ve odası var ancak berber yok. Berber kelimesi de baya değişik, hem kişiyi hem mekanı anlatabilecek güçte, kuaför de öyle keza. Sonra ben Burak Bey'e giriştim, hareketler, muhabbetler tam bir berber olsa da icraat biraz sıkıntılı oldu. Yine de fena olmadı, sonra o da beni tıraş etti. Adeta bir Neo Nazi kafası yaşıyorum şu an. Komutan dese ki "Ne o, Nazi mi oldun başımıza?" diyecek bir şey bulamam. "SOĞL" diye kükrerim. Sonra bir de yeni buddy'm Hasan Bey odaya girdi tıraş mı olsam diye, tam makineyi tekrar elime almıştım ki Burak Bey arkadan saldırıp Hasan Bey'i de üç numaraya mahkum etti. Temennimiz çarpılmamak yönünde. Red Kit Bey'i çok andıran komutanımız geçen gün revire, hastaneye gidenler, hem öncesinde hem sonrasında bana tekmil verip durumu bildirecek dedi. Ben de ikinci gidişimden yani geçen yazıdan sonra durumu bildirmek için odasına gittim, yazıcısının "gelme gelmeee" dercesine yaptığı el işaretini son anda görmüştüm keza ve selam ve tekmilimi verip durumumu izah ettim. Komutan da "Ne MR'mış arkadaş, diz de diz, senin dizinle mi uğraşacağız LAAAAAN." dedi, selam verip çıktım. Neyse bugün için izin alırken daha sakin bir anını yakaladım da sorun çıkmadı bu sefer. İşte bazen caps lock'lar ve yazı dili kifayetsiz kalıyor ya o vurguyu vermeye, bu durum da öyle bir durumdu. Aşağıdaki yazımdaki gibi tıpkı.

Az önce hastane çıkışı durakta beklerken yanımdaki beyaz şahine gözüm ilişti. Vay be dedim Antalya işi tam olarak, yere sıfır, yaylar kesilmiş, yanında "ÇEVİRTTİR" arka camında "Angaralı" yazıyor. İçim cız etti Ankara'da böyle bir ekstırim meşin görünce keza tam da Antalya çizgisiydi araç, sonra arka camın sol üstünde K.Atatürk imzasını gördüm ilk ve 07 plakayı gördüm, yemin ederim eve gidip gelmiş kadar oldum. Ahaahahahah. "Ne kaçar arkadaş!" diye içimden geçirmeden edemedim.

Bu yazıda arada az vakit olduğu için çok şarkıya yer veremedim, gerçi girişteki şarkı bir kaç şarkı gücündedir benim nezdimde ama olsun. Ayrıca arada geceleri gitar çalabalimek ve dinleyebilmek öyle güzel geliyor ki tüm yorgunluk stres uçup gidiyor. Dün akşam ilk kez bir komutan bir şarkı çaldırdı, beğendi sanırım. Bir de bitiriş şarkısı verelim o zaman giriş şarkısını verdiğimiz ağabeylerimizden: "Bir uyuzluk çöktü".

Not: Ayrıca sırf enteresan olayları unutmayayım diye yeni bir not defteri daha aldım, not yazıp da not defterine değinmek ise bambaşkaymış iş bu an, ben bunu anladım. 

2 yorum:

pın dedi ki...

Ya Emir muhteşemsin! Çok geçmiş olsun diyorum, dilerim bir an önce dizin iyileşir de bükebilirsin :) Vallahi günüm aydınlandı yazdıklarını okudukça! Bu askerlik günleri sana inanılmaz bir kaynak, bize de okuması, dinlemesi hatta yaşaması müthiş keyifli bir deneyim oluyor!

Emir Bey dedi ki...

O deneyimi bir de bana sor, çok eğleniyorum buralarda. =)