Neden rüyalar rüyalar diye bir başlık attım diye merak ederseniz, bu aralar her gün daha da çılgın bir rüya görmeye başladım, Rabb'im sonumu hayır etsin bana da Cleveland gösterecek diye korkuyorum rüyalarımda. Neyse bu gece gördüğüm bir rüyadan bahsedeyim öncelikle. Amcamın evindeyim. Bahçe içinde tek katlı bir ev olmakta burası, çatıya çıkmışım ve elimde kaleşnikofumla nöbet tutuyorum (WTF?) yalnız şöyle bir sıkıntım var ki adeta kıdemsizmişimcesine boş şarjör var silahımda. Neyse sağa sola bakınırken, bir anda zırhlı bir jipin yaklaştığını görüyorum, evin önünde kapıyı açıyorlar ve ellerinde kaleşleri, gözlerinde gece yarısına rağmen güneş gözlükleriyle, takım elbiseli adamlar iniyorlar. O anda diyorum ki neden dolu şarjörüm yok sonra da sanırım öleceğim diyorum ve kurma kolunu çekmemle adamlar beni fark ediyor, olaylar tam gelişecekken çok şükür Cleveland'i görmeden uyanıyorum.
Tekrar not defterime dönmek gerekirse; şu an bulunduğum birliğe ilk katıldığımda diğer bir not defterime şöyle bir not almışım: "ÇNRA'dan sonra (acemilikte Topçu ve Füze Okulu'nda kaldığımız batarya) 58 ('inci Topçu Tugayı'nı kast ediyorum) adeta bir cennet, her taraf temiz, koğuşlar ufak, tuvaletler geniş, banyolar duşakabin, gelir gelmez su basma usulü yerler temizlendi." Ahahah bunu sonradan görünce baya eğlendim, su basma yöntemine çok şaşırmışım belli ki o an, açıklama yapmadan panikle bitirmişim yazıyı. Neyse günler geçecek ve mayıs gelecek yeni kısa dönemlerle birlikte ve belki onlar da su basmaya şaşırıp böyle notlar alacaklar günlüklerine.
Dostlar beni mektuplarıya ve ziyaretleriyle yalnız bırakmamaya devam ediyorlar sağ olsunlar ve bu beni inanılmaz mutlu ediyor, ufak tefek hedefler koyunca vakit daha hızlı geçiyor çünkü, bu hafta sonu evciye çıkarım, sonra çarşı var, iki haftaya X Bey, üç haftaya Y Hanım gelir gibi düşüncelerle vakit geçi geçiveriyor. Acaba geçigeçivermek ve benzeri kelimeleri ayrı mı yazmak lazım diye düşünüyorum şu an. Her neyse Umut Bey'in mektubuna cevap yazarken geçen gün kontrolden çıktım. Herhalde uzunca zamandır kendisiyle dertleşemediğimden olsa gerek, sevimli bir şeyler yazayım derken içimi dökmüş buldum kendimi, mektubu okuyunca şaşırabilir baya.
Polatlı öyle bir yer ki Mart'ın 6'sında hâlâ 20cm kar yağabiliyordu, neyse ki bir kaç gündür gayet güzel hava. Yani gündüzleri 25 derece civarı geceleri de 0! Bataryamız sıcak ama, ortalama 18 derece. Geceleri yaşayan bir insan olarak benim için önemli olan ısı, batarya iç ısısı. Ayrıca şunu fark ettim ki İngilizce bir şeyler okurken uykum Türkçe okumalarıma oranla daha hızlı geliyor. Üniversite yıllarından kalma bir alışkanlık herhalde. Fellowship bitti, Two Towers'ı da yarıladım bu esnada ve unuttuğumdan şüphe ettiğim İngilizce'mi Tolkien'in iddialı kullanımıyla tekrar pekiştirdim, şu an yazı dilinde pek çoklarını tokatlarım gibime geliyor.
Salih Bey'in hediyesi olan şafak haritamı boyuyorum her gece 00.00'dan sonra. Hele bir de şehirler büyükse (misal Sivas) sanki 3-4 şehir boyamış gibi gaza geliyorum. Kasıtlı olarak siyah kalemle boyuyorum ki askerlik bittiğinde elimde kapkara bir Türkiye kalsın hatıra olarak. So manidars. Geçtiğimiz günlerde ayrıca Pınar Hanım ve Nil İpek Hanım'ın kartları geldi, ikisi de birbirinden sevimli kartlar göndermişler ve tesadüfen ikisi de aşağı yukarı demişler ki, yazdıklarını okurken pek eğleniyoruz ancak senin bunları yaşarken aynı derecede eğlenmeme ihtimalin bizi üzüyor. Ben de onlara hitaben tüm okurlarıma sesleniyorum ve diyorum ki (burada yaklaşık 75 milyondan söz ediyorum) eğlenin ağalar, eğlenin bacılar, üzülecek bir şey yok, üzülsem yazmam ki, baya komik şeyler yaşıyorum, o an gülemesem de.
Ağabeyler geldi bu arada bir vakit önce, Polatlı'daki en vefalı dostum Kağan Başkan'la birlikte. Hem de yanlarında Tuğçe Hanım, Duygu Hanım ve Elvan Hanıms vardı! Sipariş üzerine bu sefer Steakhouse getirdiler canlarım benim hem de üzerinize afiyet sarımsaklı mayonez barbekü sos falan tam takım. Pek güzel sohbet ettik. Ne yazık ki bana geldikleri haber verildiğinde 45 dakikadır bekliyorlardı ve yanlarına gitmem de 15 dakika aldı. Toplamda 1 saat 45 dakika vakitleri olduğunu düşünürsek pek az görüşebildik. Ama hasret giderdik, bir parmak bal çaldık tabiri caizse, arkası yarın diyelim umarım! Ha sonrasında ne oldu ben bataryaya dönüp uyuyabildim mi hayır, nizamiyedeki başçavuş beni tuttu, gitar çaldırdı -ağabey gitarımı da getirmiş sağ olsun, yanında 2 adet polisiye roman ve bol miktarda A4 kağıtla birlikte, hatta annemin güzelce gizlediği çikolatalar da cabası- sonra her şeyden sohbet ettik, keyifli bir 3 saat vakit geçirdik orada. Sohbetin başlarında "gece koğuşçusuyum gidip istirahat edebilir miyim" deyince de, "sen şimdi ağabeyini gördün ya heyecandan uyuyamazsın" dedi. Hatta bir binbaşı da geldi bir ara oraya servis beklemeye, çok enteresan bir şekilde bana karşı çok kibar konuştu ve hep siz diye hitap etti hatta askerlikle ilgili çok enteresan cümleler kurup eleştirilerde bulundu ve pek çok konuda -dünya siyaseti alanında- fikirlerime danıştı alanımı öğrenince. Hayat garip gerçekten de vapurlar falan.
Hah bir de şunu not almışım. batarya komutanına kitaplarımızı onaylatıyoruz şayet bu kitapları dışarıdan soktuysak. O da üzerlerine paraf atıyor veya bize gelen kartları, mektupları onaylıyor aynı şekilde. Adeta bir imza günü heyecanıyla elime her kitap geçişinde kendimi kapısında buluyorum. Düşünün artık binbaşı olmak nasıl forslu bir şey başkalarının yazdığı kitapları ve mektupları bile imzalayabiliyorsunuz. Pınar Hanım'a da cevap yazdım, sonrasında daha cevabım eline ulaşmadan kendisi geldi beni ziyarete! 2-3 saat sohbet ettik güneşli bir günde nizamiyenin oradaki banklarda oturup! Adeta İstanbul'daymışım gibi hissettim hem de müthiş limonlu kekler ve sonradan fark ettiğim peynirli pidemsi bir şey yapıp getirmiş! Nizamiyedeki o gün nöbetçi olan başçavuş umarım sadece Pınar Hanım'ın güzelliğinden değil kendi karakterinden ötürü de hep öyle kibar ve güler yüzlüdür diye düşünmeden edemedim tabi. Başka başka pek güzel kartlarım da geldi akabinde. Barcelona'dan Pelin Hanım'dan İzmir'den Meltem Hanım'dan, İstanbul'dan Ebru Hanım ve polsgirls adına Aycan Hanım'dan Ebru Hanım'ın mektubuna ilişik yazılmış bir paragraf ve Prag'dan Paola Hanım'dan -ki kendisinin hâlâ orada ne aradığını bilmiyorum- . Umut Bey'in yardımlarıyla eksik olan adresleri tamamlayıp hepsine de cevap yazdım, gönderdim!
Salih Bey var yukarıda adı geçmişti şafak haritası hediye eden dostumuz. İşte onunla sohbet ediyoruz fırsat buldukça, bataryadaki en kafa dengi insan kendisi, bunca sıra dışı insan arasında bu denli kibar, iyi ve hoş sohbet birilerine denk gelmek pek güzel gerçekten de! Bir diğer kafa denkliği konusunda beni şaşırtan insan ise Yusuf Bey oldu, kendisi yan bataryanın sabit gece devriyesi yani bencileyin geceleri yaşayan bir diğer vampir de o. Devriyelerini attıkça bizim oraya geliyor, sohbet ediyor, sigara içiyor, baykuşların çıkardıkları seslere şaşırıyor ve her şeyden bahsediyoruz. Bir başka "altın olan her şey parlamaz, her gezgin yitirmemiştir yolunu" durumu daha diye not almışım. Bu her şey kelimesinin altını çizmek gerekir çünkü herhangi iki şeyi bile konuşacak insana denk gelemeyebiliyorsunuz, taş çatlasa herhangi bir şey konuşuluyor. Çok sanatsal bir anlatımım var evet. Bu kimseyle geçinemiyorum demek değil, aksine bataryadaki nadir herkesle arası iyi olan insanlardanım (as usual) ancak size en yakın dostlarınızlaymışsınız gibi hissettirecek biriyle karşılaşma oranınız %3. Askerlik bitince bu konularla ilgili daha detaylı sosyolojik gözlemlerimi paylaşacağıma nasipse.
Dolunaya bakarken aklıma gelen bir dörtlüğü de paylaşayım, zamanı gelince belki bunlar hep müziklenir, içimden bir ses asla eğlenceli/hareketli bir şarkı yapamayacağımı söylese de karanlık, kasvetli ve melankolik müziklerde dünya devi olabilirim. Ahahaha.
bir dolu anlatacağım var
bir dolunay kadar
aydınlatan kendini ve yeri
etrafında karanlıklar
Bir başka süper saçma olay da şöyle vuku buldu. Geçtiğimiz hafta sonlarından birinde çarşıya çıkan arkadaşlardan Mehmet Bey'i nizamiyedeki tanımadığımız bir astsubay durdurmuş ve 4'üncü Batarya'dan olduğunu öğrenince beni sormuş. Mehmet Bey de aynı bataryada olduğumuzu benim gündüz istirahatli olduğumu belirtmiş, astsubay da benim İngiliz olup olmadığımı sormuş. Buna bayadır gülmediğim kadar güldüm. Hâlâ da tam olarak çözemedim bu olayı, devamı gelmedi.
Bir diğer rüyamda da Orçun Bey ve Yasemin Hanım'ı gördüğümü not almışım, hem de Antalya'da.
Geçtiğimiz hafta sonlarından birinde kıyamet alameti sayabileceğim bir olay daha gerçekleşti. İşte Marduk geliyor ya onun habercisi hep bunlar, koğuş kalk saati 07:00 idi ve koğuşları kaldırmak nöbetçi olduğumdan kelli benim görevim. Millet 06.30'dan itibaren kendiliğinden kalkmaya başladı ve daha kalma saatine 5 dakika kala yani 06:55'te herkes kamuflajları ya da sivil kostümleriyle falan tıraşını olmuş, yataklarını düzeltmiş, hazırdı. Vay arkadaş dedim bunu da mı görecektik.
Geçen yorgun olduğum bir gece nöbetinde -keza yorgun olmadığımda hâlâ çok yakışıklıyım ve pürüzsüz bir cildim var- tuvalete girip aynaya bakarken farkettim ki gözlerimin etrafındaki çizgiler artık belli oluyor. Bunu farketmemle de aklıma lisedeki Bucak turnemiz, arkadaşın solosu esnasında mikrofondan plaka anons eden müdür yardımcısı falan geldi pek eğlendim, Caner Bey'i, Egemen Bey'i, Gözde Hanım'ı ve Yargın Efendi'yi andım.
Fellowship of the Ring'i okurken denk geldiğim önceden ısrarla gözüme çarpmamış pek güzel bir dörtlüğü alıntılayacağım müsadenizle, Bilbo Bey'den geliyor:
"I sit beside the fire and think
of people long ago,
of people who will see a world
that I shall never know."
Bazı geceler yan bataryadan Neşet Bey de bize katılıyor, hem sohbet ediyoruz, bazen Aycan Bey'le kendilerine ufak dinletiler yapıyoruz. Dinleti demişken bu aralar turneye bile çıkar olduk. Hasan Bey'in öncülüğünde onların koğuşuna gitmiştik bir sefer, Volkan Bey'le tanışmıştık. Geçtiğimiz gece de ikincisini düzenledik Sefa Uzman'ın nöbetinde. Birileri dinlediği takdirde müzik yapmaktan güzel ne olabilir ki!
Van'ı boyadım ve kocamadı diye not almışım 14 Mart gecesi saat 02:27'de.
Yan bataryadan çocukluk arkadaşım olan bir Üsteğmen var artık. Üsteğmen demek ne demek biliyor musunuz ya da bir üsteğmenle tokalaşmak! Şayet bir gün kısa dönem askerlik yaparsanız bunu hatırlayacaksınız. Daha da yazmıyorum. Geçenlerde devriyeye gelen bir uzman çavuşla müzik muhabbeti yaptık sonra gitarıma baktı, sonra çılgınca çalıp beni şoklara sürdü. Aykut Uzman'dı sanırım adı, umarım nöbetsiz bir gün karşılaşır ve sohbet edip müzik yaparız, keza o gece Aycan Bey onun bataryasına gitti ve ben silahlıkta kaldım.
Bir başka çok eğlendiğim olay da şu şekilde oldu; geçen gece nöbetinde saat 00:00 civarı çay almış gazinodan çıkarken binbaşıyla karşılaştık, o da sanırım duşa girmek üzereydi kıyafetlerine bakılırsa ya da kıyafetlerinin azlığına bakılırsa demeli, ikimiz de uygunsuz bir anda denk geldiğimiz için karanlığa sığınıp kafalarımızı öne eğip birbirimizi görmezden geldik. Ahahaha.
Bir de şu güzide eser gelmiş bir vakit aklıma not almışım, şimdi kim bilir neler yapıyordur bu ablamız da? Her satırı müthiş sözlere sahip, pek de güzel müzikli bir parça Mutsuz Punk adında.
"...bir sandalye çek ve otur
mumlar var mumları yak
anlatacaklarım uzun..."
Geçtiğimiz hafta sonuydu sanırım Pınar Hanım'ın gelmesinden bir gün evvel çarşıya çıktım ve Emir Yargın Efendi, Gültuğ Hanım ve Bahadır Ağabey beni ziyarete geldi. Öyle güzel öyle muhteşem bir gündü ki İstanbul'a gitsem gelsem ancak bu kadar olurdu. Konuşabildiğimiz her şeyi konuştuk aklımıza gelen ve tabi ki daha sonsuz konuşacaklarımız kaldı. Nice teşekkür etsem azdır bu güzide ziyaretçilere! Yani çok şanslıyım gerçekten de, arkadaşlarım, ailem sanki yalnız kalmaya tahammülüm olmadığını biliyor gibi beni hiç yalnız bırakmıyorlar! Annem, ağabeycan, Merve Hanımcığım, Yargıns Efendiler, Pınar Hanım gibi ziyaretçiler, daha nice nice mektuplar, kartlar, güzel şeyler, iyi ki iyi ki varsınız diyorum bir kez daha iyi ki ailemsiniz, en yakın dostlarımsınız diyorum, helal olsun diyorum!
Şöyle bir not almışım aynen aktarıyorum: "...sonra Salih'le muhabbet ettik gayet güzel gerçi bir yerinde kesildi ve havada kaldı ama en son Dersim olaylarının komutanlık saati kapsamında askerlere anlatılmasını konuşuyorduk. Bir of çeksem karşıki dağlar yıkılır diyeceğim lakin senelerdir, on yıllardır çekilen ofların yıkamadığı dağların üzerinde yaşıyoruz hepimiz hâlâ."
Bir de en son şöyle bir diyalog yaşadık binbaşıyla, kendi anlamsız cevaplarıma düşününce çok güldüğüm için buraya da yazmak istedim, baya "stand by mode on" yaşıyorum sanırım, diyalog da hastaneye sevkimi onaylatmak için odasına girdiğim sırada gerçekleşti:
-Sen sigara mı içiyorsun?
-Evet komutanım.
-Ne sigarası?
-Efendim?
-Ne sigarası içiyorsun?
-Camel.
-Ne kötü kokuyor!
-Dikkat ederim. (hahah anlamsızlık)
-Neden kendine zarar veriyorsun?
-Az içiyorum. (hahahah anlamsızlık x 2)
-Ne zaman çıkacaksın hastaneye?
-Yarın. (çarşamba)
-Yarın çıkamazsın, nevruz yarın, çıkışlar yasak.
-Perşembe çıkarım o zaman. (heaheaeahea wtf?)
Son olarak da kırılgan bir ablamızdan naif bir şarkı not almışım Werewolf isminde. Vaktiyle bana öğretenler sağ olsun! Güzel bir Polatlı gününden -bu sefer gerçekten de güzel- herkese sevgiler, esenlikler!
2 yorum:
Binbaşını destekliyorum, iyi demiş. Aynen katılıyorum söylediklerine.
Bir de komik çocuksun vesselam, güldürdün beni Allah da seni güldürsün=)
mucuk<3
tanrim ne guzel, ne kadar neseli bir yazi. :) cumlelerinizi burda sizi tanimayan birilerine okuyup "boyle de bir arkadasim var benim" diyorum. nasil guzel oluyor bir bilseniz emir bey :) bir bilseniz o daglari oflarla degil ohlarla yikarsiniz!
Yorum Gönder