Çarşamba, Kasım 14, 2012

İstifa


İki gündür güzel tempolarda yaşıyorum, bu hafta tamamen böyle geçecek gibi görünüyor. Sabah uyandım evde temizlik başlamıştı, ben de toparlandıktan ve günlük CV gönderme mesaimi bitirdikten sonra günün kalanını evde mülteci gibi geçirmemek için karşıya doğru yola çıktım. Ulvi bir amacım vardı. Evdeki yılların getirdiği fotoğraf birikiminden annemin yaptığı ve benim de bir şeyler eklediğim kalabalık bir seçkiyi taratmak. Bu konuda tabi ki elektronik her türlü konuda yaptığımız gibi Yusuf Ağabey'in kapısını çaldık. O da bir gün topla hepsini gel demişti, o günün geldiğini hissetmiş olmalıyım ki seçkiyi alıp çıktım evden. Karaköy'den yukarı çıkmayı gözüm kesmedi, Kabataş'a gidip fünik ile çıkıp, yokuş aşağı Cihangir'den inmeye karar verdim Bilbul Genel Merkez Binası'na. Amca oğlu kalıbını hep komik bulsam da Yusuf Ağabey benim gerçekten de amca oğlum olur. Amca oğlu birleşik mi yazılır acaba? Her neyse, beni karşısındaki masaya oturtup, tarayıcıyı nasıl kullanacağımı gösterdikten sonra ikimiz de işlerimize koyulduk. Arada tabi sohbete devam ettik bolca, ben belli aralıklarla fotoğraflar göstererek kendisini taciz ettim. Yaklaşık 3 saat sonunda birlikte ofisten çıktık, Cihangir'den Galatasaray'a doğru yürüdük, ben oralarda Dilara Hanım'la buluştum, Yusuf Ağabey de yaklaşık 2 saat sonra dönmek üzere evine doğru yola çıktı. Biz de Dilara Hanım'la hayalimizdeki mevzular üzerine konuştuk, az da olsa düşünsel bir yol kat ettik, Yusuf Ağabey buluşmamızın sonuna doğru bize katıldı, aynı gün ikinci kez evdeki ileri alınmayan saatin azizliğine uğramış ve geç kaldığını sanarak erken çıkmış. Kendisi de bize teknik konular ve planlama kısmında fikirlerini anlattı, yol gösterdi. Tam kalkmıştık ki benden habersiz toplanmaya utanmayan başta Egecan Bey ardından Ayça Hanım, Levent Bey ve Asena Hanım'dan müteşekkil bir grupla karşılaştım. Kendilerine bir miktar tavır yaptıktan sonra evvela onlarla ardından da bireysel adımlarımızı atmak üzere sözleştiğimiz Dilara Hanım'la ayrıldık. Yusuf Ağabey bunca yardım ettiği yetmiyormuş gibi bir de beni eve bırakmayı teklif etmişti. Sohbet ede ede keyifli ve trafiksizce geçtik eve, bir çay kahve içtik hep beraber. Neticede kendisinin yolu pek uzundu ayrıldı. Çok keyifli bir günü geride bırakmış olduk böylece.



Antalya'daki evimizin balkonu tahminen 99 ya da 2000.

Bugün de bir başka keyifli geçti, dün gece konsey için İstanbul'a gelen Kaan Başkan -ki kendisinin askerlik konusunda üzerimde hizmeti büyüktür- bizde kalmıştı. Kalktık kahvaltı ettik sohbet muhabbet o esnada telefonumu açınca Melis Hanım'dan bir mesaj gördüm, aradım bize geleceğini söyledi, şaşırdım ama gelince anlatırım dedi. Onun da gelmesiyle keyfimiz bir birim daha arttı. Kendisi dün girdiğini düşündüğümüz işten bugün de istifa etmiş. İşe kabul edildiğini öğrendiği gün de birlikteydik, o an o kadar üzgün, dalgın ve keyifsizken, işten vazgeçtiği anda bu denli mutlu olması, doğru karar verdiği hakkında hepimizi hemfikir bıraktı. Sonra Kaan Başkan "ben Maslak'a gideceğim, insanlar daha mutlu olsun istiyorum" diye tutturunca zorla güzellik olmaz deyip onu serbest bıraktık ve annem, ben Melis Hanım üçümüz sohbete devam ettik. O kadar çok saçma kelime hatası yapıp, o kadar çok güldük ki, annemle Melis Hanım bir ara karşılıklı gülme krizine girdi balkonda. Bir şeyler atıştırdıktan sonra hep beraber çıktık, Suadiye'ye doğru otobüse bindik. Annem üniversite dostlarıyla buluştu -ki ben sadece Ayşen Teyze'yi görebildim, Leyla Teyze ve Züriye Teyze henüz yoklardı- biz de Melis Hanım'la biraz yürüyüş yapıp kafa dağıtalım dedik. Caddebostan'a kadar Cadde'den yürüdük. Oradan sahile indik. Güneş yeni batmıştı hava pembeydi, bu sahneye alışığım ama denizi hiç bu kadar pembe görmemiştim. Adeta bir fantastik film sahnesiydi. Uzunca etrafa hayran kalıp Suadiye'den Kalamış'a kadar deniz gören tüm evlere hayranlıkla baktık. Hayallerimizden, gerçeklerden ve gelecekten konuştuk bir miktar. O evlerden birinin kapısını çalıp açan insana "çoh iyi yea helal olsun vallahi bravo" demek istedik ama neyse ki yapmadık. Eve döndük, ardımızdan annem geldi, sonra da ağabey ve Kaan Başkan. Hep beraber Melis Hanım'ın istifasını kutlamak üzere -üzerinize afiyet- mantı yedik. Birer de çay içtik, sonrasında Melis Hanım evine, Kaan Başkan da yurduna dönecekti; ağabey ikisini de bir yerlere bıraktı. Bu hikaye de böylece bitti.

Gelelim diğer başlıklarımıza, bu aralar yolda belde sağda solda radyoda televizyonda denk gelince nadir sevindiren şarkılardan biri, Sezen Aksu'dan geliyor, Vay. Video'nun atlında en üstte yer alan yorumda yazılanlara birebir katılıyorum. Yusuf Ağabey de kendime kopyalamam için 21 albümlük bir Sezen Aksu intihar seti verdi bana, onu ayrıca yazacağım sağ kalabilirsem.

Ceylân Ertem'in yeni albümünün ikinci klibi de geldi sanırım. Annem Duysa Üzülüyor'a çekilmiş, güzel şarkı, klibin de pek olayı yok ama ben severek izledim neden tam anlamadım. Güzel müzikler yapılıyor evet bu da kanıtlarımızdan biri olsun.

Bir de ilk paragrafta bahsettiğim taranan çok sayıda fotoğrafla facebook'ta yeni bir albüm yapacağım, hatta ilk fotoğrafını koydum bile bugün ancak bir anda topluca yüklemek zor olacak, o yüzden günde bir fotoğraf koyarak albümü büyütmeyi planlıyorum bakalım nasıl olacak göreceğiz. Merak edenler buradan buyursun.

Bir de "ofisboy" diye bir iş tanımı var ya, bence o kelime anadilin İngilizce olduğu bir ülkede değil de bizimki gibi yan dilin İngilizce olduğu bir ülkede ortaya çıkmış. Ofiste çalışan ergenden az hallice bir genç az İngilizce'yle bugün meslek adı olarak duyduğumuz o tanımı vaktiyle kendine msn nick'i olarak falan yazmış bence, sonra da o nickname bir meslek adına dönüşmüş, tümevarmış, Selpak örneğindeki gibi. Bu da benim teorim evet.

Hiç yorum yok: