Pazartesi, Ağustos 06, 2012

Kuleyi Nasıl Yıktık?


Geçtiğimiz hafta sonu Balcony TV Istanbul ekranlarında yepyeni bir performans video'muz yayınlandı. Saat Kulesi adlı parçamızı da böylelikle ilk kez kaydedilmiş ve paylaşılmış oldu. Saat Kulesi video'sunu izlemek, künyesini ve ilgili bağlantılarını görmek isteyenler buradan buyursun:




Gelelim şarkının hikayasine. Pek değerli şair dostumuz Levent Bey'in yazdığı pek güzel şiirlerden bir tanesiydi Saat Kulesi esasen. Tıpkı diğer sevdiğim şiirleri gibi bunun da kenarına bir yıldız koymuş, kendimce bir çarpı atmıştım "bir vakit bestelene" anlamında. Askere gitmeden önceki -tıpkı bu sıralar olduğu gibi- bir boş dönemimde de oturup üzerinde uğraşmış ve bir şeyler çıkartmıştım. Bir avuç insan haberdardı bu şarkıdan çünkü ses ya da görüntü kaydı yoktu. Askerden dönünce ve Cenk Bey'le yaptığımız konuşmalar üzerine bu Blacony TV çekiminin gerçekleşeceği belirginleşince, yeni şarkılardan birini çalalım diye düşünüp bunu seçtik. Ardından ekibimizi de Umut Bey'in bas, Kerem Bey'in gitar çalacağı, benim de söyleyeceğim şekilde oluşturduk. Kerem Bey bu arada bahsetmişimdir muhakkak ama, yolu Emir Bey'le kesişen ve benim şarkılarımı gitarla çalmayı benim dışımda tek bilen insan olma özelliğini taşıyor. Her neyse şarkı yeni olduğu için bir kaç prova yaptık geçtiğimiz ay, bu esnada çekim yaklaşık bir ay ertelendi, 2-3 kez bizim birlik bütünlüğü grupça sağlayamamamızdan bir kez de Balcony TV cephesindeki kadrosal eksiklikten. Neyse çekim günü misafirimiz Orçun Bey ve dostumuz Gültuğ Hanım'ı da yanımıza katıp gittik Bahçeşehir Üniversitesi'nin terasına. Çok keyifli sohbetler ettik, pek eğlendik, çekim yaptık, güldük derken gayet samimi bir video'muz oldu. İzleyenler başındaki ve sonundaki röportaj kısmında çok eğlenmekten cool olamayışımı fark etmişlerdir. Cenk Bey ve Kubilay Bey'e tekrar bu güzel video için teşekkürlerimizi sunalım bu vesileyle.


Güzel bir başka video'muz daha pek yakında yayınlanacak. Cennet Bahçesi'nin yeniden düzenlenmiş hali. O kadar çok yayınlanan ve yayınlanacak şey birikmiş ki geçen aydan, resmen üst üste binmesinler diye uğraşıyoruz. Adeta Evliya Çelebi gibi ben de rüyamda peygamberi görmüş de dilim sürçüp "İcraat ya Resulullah!" demişim gibi hissettim kendimi. Yashica fotoğrafları ve Saat Kulesi ile başlayan bu süreci sanırım Orçun Bey'in fotoğrafları, Cennet Bahçesi ve Mülakat isimli yepyeni Orçun Bey, Can Bey ve ben klibi ve şarkısı takip edecek yakın vadede. Hatta kalın.

Pazar günü blog yazamayışımın hırsını bugün yazarak çıkartmaya çalışmam da dikkatli gözlerden kaçmamıştır eminim, ama bu aralar çalışmayan bir ev beyi olarak "bana her gün pazar" ruhunu yaşıyorum. Pazar günü de gerçi hayırlı bir vesileyle blog yazamadım. Şöyle ki Can Bey'in pek keyifli bir kısa film projesi vardı. Duygu Hanım ve benden bir ekip oluşturdu. Dün de sabahtan bizleri alıp Kireç Burnu'na götürdü ve deneme çekimlerimize başladık. Ben projenin müzik yönetmeniyim ahahahaha ne kadar havalı oldu böyle deyince arkadaş. Neyse dünkü çekimlerden ve muhtemel haftada bir yapılabilecek gelecek çekimlerin ardından tahminen bir aylık bir süreç sonunda nur topu gibi bir filmimiz olacak. İşte dün sabahtan ta akşamüzerine kadar dışarıda olmamın sebebi buydu, ardından da teyzemlere geçtim iftara. Gece yarısı olmuştu eve dönerken.


Dönüş yolunda da ağabeyin birinden bulduğu "Ey şûh-i Sertab" albümünü dinledik. Diyeceksiniz niye yeni paragrafa geçtin çünkü albüm eleştirisi yazmaya karar verdim. Yahu Allah sizi inandırsın Sertab Erener'in yaptığı herhangi bir işin olumsuz yönlerini göreceğim/dinleyeceğim hiç aklıma gelmezdi ama akla gelmeyen başa geldi olaylar gelişti. Albümü -her Sertab Erener albümünde olduğu gibi- çok büyük bir heyecanla dinlemeye başladım, ilk iki şarkı geçti, dedim dur sabret açılır daha sesi diye kendimi avuttum, sanki amatör bir şarkıcının konserindeyim de, neyse albüm geldi geçti, işitsel olarak müzikal alt yapı gayet güzel geliyordu kulağa, özellikle ritimler, sonra kartonete baktım zaten Nağme Hanım'ın babası Fahrettin Bey'in parmağı varmış bu işte -literally olarak parmağı olmak-. Yani nasıl desem bilemiyorum ama ilk kez Sertab Erener'in sesinin bir müziğe gitmediği hissini yaşadım, hem de iyi söyleyeceğine dair hemen hemen kesin bir inancım olan bir müziğe. Bir Tarkan yokmuş demek ki Sertab Erener'in içinde. Ben ki kendisinin "One More Cup of Coffee" yorumunu bile çok sever çok savunurdum beğenmeyenlerin karşısında, nasip, kendisini bir müziğe yakıştıramamak da varmış kaderimizde. Onun dışında kartonet gayet hoş, şarkı seçimleri ne yazık ki pek klişenin dışına çıkamamış olsa da repertuvarda bir Tanburi Mustafa Çavuş, bir Lem'i Atlı görmek beni sevindirmekle kalmadı ve eminim benzer zevklere sahip dostlarımı da sevindirmiştir. Türk Müziği çevrelerinde bu albüme yapılan eleştirilere baya kızmıştım ilk başlarda, daha albümü dinlemeden, öyle ölesiye bir güvenle, ancak şu an istemeyerek de olsa hak vermeden edemiyorum çoğuna. Yine de albümün şöyle güzel bir misyonu olacaktır, yıllar önce "Makber" şarkısının benim yaş kuşağımda pek çok gencin hayatına Sertab Erener'le girmesi gibi; bu müziğe uzak olan insanlar bu şarkıları, bu sesi, bu enstürmanları, bu beste ve güftekarları Sertab Erener vesilesiyle tanıyacaklar ve belki de sonunu hiç kestiremedikleri bir yolculuğa başlayacaklardır bu albümle. Umarım böyle olur.

Çok da haddim olmayarak müzik konusunda bunca ahkam kesmişken ve çok çok üzülerek hayatımda belki de ilk kez olumsuz olarak Sertab Erener'i eleştirmişken, bu son bir kaç gündür çok dinlediğim ve çok etkilendiğim bir parçayı da sizlerle paylaşayım. Three of a Perfect Pair adlı King Crimson şarkısının efsanevi solo performansı için buraya buyrun, albümdeki efsanevi kaydı için de buraya! Emre Bey'ciğimin de İtalya'dan memlekete dönüşüyle kesişmesi baya manidar oldu King Crimson'un. Şimdilik esen kalın, bu aralar sık blog yazar oldum Allah sonumuzu/sonunuzu hayır etsin, amin. Ayrıca ben bu satırları yazarken Orçun Bey yukarıda bahsettiğim sıraya sadık kalarak İstanbul gezisi fotoğraflarını yayınlamaya başlamış.

Hiç yorum yok: