Cuma, Kasım 15, 2024

İrfan Ağabey

6 Kasım'da İrfan Alış ile ilgili Instagram'da yaptığım paylaşımı buraya da koymak istedim. Aslında buraya yazacaktım o yazıyı, ancak teknik birkaç sorun oldu, bugün bu taşınmayı gerçekleştiriyorum, hem içindeki güzel şarkıları ve videoları da paylaşabilirim böylece. İrfan ağabeyin güzel anısına...


Çarşamba, Eylül 18, 2024

Öyle Bir İçimden Geldi *


Şu an Cenevre'de havalimanına yakın bir otelin birkaç günlüğüne yerleştiğim bir odasından çok uzun zaman sonra ilk kez bloğuma bir şeyler yazıyorum. Dışarıda serin ve hayli rüzgarlı bir hava ama hepsinden daha önemlisi kocaman bir dolunay var. Sanki bizim oradaki dolunaydan biraz daha büyük, hani ajansa müşterisinin yaptığı dönüşe istinaden bir tık büyütülmüş gibi. Belki de kuzeye gittikçe ayla aramızdaki mesafe azalıyor veya atmosferdeki kırılma açısı değişiyordur. Geçenlerde çalıştığım şirketin kaptanlarından biri Almanya'daki güneşli günlerde sıcaklığın derecesi Türkiye'ye oranla düşük olsa bile güneşin yakıcı etkisini çok daha fazla hissetmemizi bunun gibi bir şeye bağlamıştı. Hayat enteresan, her gün yeni bir şey öğreniyor insan.

Neden bir anda yıllar sonra tekrar buraya yazmaya karar verişime gelirsek sanırım kafamın şu anki karışıklığı ve doluluğu karşısında bir rahatlama yöntemi olarak bunu buldum/hatırladım. Ne yazacağımı da pek bilmeden başladım yazmaya aslına bakarsanız ama başlayınca bir yerden akıyor sanırım, en azından bende böyle oluyor.

Minik bir bluetooth hoparlörüm var hep çantamda taşıdığım, sevgili Emre Malikler göstermişti, "bu boyuta (ve fiyata) bu performansı nasıl gösteriyor anlamıyorum" diye. Ben de hemen almıştım iki tane, birini hediye ettim, biri de bana kaldı, böyle yolda belde sessizliğimi gideriyor. Geçmişten bir albüme düştüm tekrar bu seyahatte, nereden aklıma geldi hiç bilmiyorum. Yasmin Levy'nin La Juderia albümü, aslında bu resmi bir albüm mü bundan da emin değilim, Spotify vb. dijital platformlarda yok, YouTube'a biri yüklemiş vaktiyle, ben de oradan veya YouTube Müzik'ten dinliyorum. Hayli sade ama bir o kadar da güçlü bir albüm. Gitarlar, kahon, arada ufak tefek renk sazları ve tabii muazzam sesiyle sevgili Yasmin Levy.

Birkaç kitap okudum, hepsini de bu değil de sanırım bir önceki yıl başında Eylül'ün yıl sonu önerilerinden seçmiştim. Hepsinden ayrı ayrı etkilendim, onlarla ilgili bir şeyler yazayım diye düşünüyorum kaç zamandır Instagram'a, hem kendime not, hem belki başkalarına okuma sebebi olsun diye, bir türlü yapamadım. Gecelerin Kitabı ve Amber Gece ikilisi ile Gidiyor Gitti Gitmiş. Umarım bir ara ilgili paylaşımları yaparım ama yapamasam bile bu kitapları not alın ve okuyun siz de.

Ta aylar önce gittiğimiz bir Londra ve Dublin seferimiz vardı Fatma ile. Ben seyahatteyken Yaz'ın astımı şiddetlendi, hatta ilk gün Londra'ya inince geri mi dönsem ne yapsam diye düşündüm, sonra bir şekilde durum iyiye gitti de ben de Dublin'e devam ettim. O seyahatte ilk akşam Notting Hill'de Güney'in mekanı What A Week'te birlikte oturduğumuz bir avuç güzel insan vardı ve onlara Güney'in birinden ödünç aldığı gitarla bir iki şarkı söylemiştim o anki karmakarışık ruh halimle. O videolardan birer kuple paylaşayım, o seyahate dair de bir iki kelam edeyim diyorum ne zamandır, elim varmıyor.

Telefonuma Tiktok indirdim. Hem biraz kurcalayıp öğreneyim, hem belki Karşı Müzik'i biraz daha müzik yorumcusu olarak oraya aktarayım, arada arabada falan giderken sohbet videoları çekip karılaştığım güzel müziklerden dem vurayım istiyorum. Sonra diyorum ki çevremdeki ilham veren insanları anlatan bir seri yapayım Tiktok'ta, kısa, net, kurgusuz, prodüksiyonsuz. Sonra da diyorum ki beklenmedik anlarda Bülent Ersoy'un da dediği gibi "öyle bir içimden geldi, aslında bu yoktu, anasını satayım içimden geldi" diyerek çıplak sesle birer kuple bir şeyler okuyayım paylaşayım bu mecrada diyorum. Henüz yine hiçbirini yapmadım.

Ailemle ilgili, çocuklarla ilgili, kendimle ilgili, hayatla ilgili, işlerle güçlerle ilgili kararlar alayım diyorum, planlar yapayım diyorum, ben yapana kadar başka planlar/plansızlıklar kontrolü ele geçiriyor ve her şey nereye olduğunu bilmediğim bir yöne akıyor gidiyor gibi. Kendimi bir gün Cenevre'de, bir gün Frankfurt'ta, bir gün Amsterdam'da, bir gün Ankara'da buluyorum. Oğlanlar büyüyor, çok güzel sohbet ediyorlar insanla ve bazen birbirleriyle daha da güzel sohbet ediyorlar. Ben ise hayretle tüm bu olan biteni izliyorum, bazen kendi gözümden, bazen de sanki başka birinin gözünden görürcesine.

Sevgili bloğum Gözümün Seyir Defteri'ne 2024'ün Eylül ortasında böyle bir iç dökeceğim varmış. Şimdi de biraz o düşünsün. Kaldı mı hiç blog okuyan, Instagram'dan paylaşmasam buraya yazdıklarımı görecek olan, aboneliği olan veya postasına düşen bilmem.

Neyse tekrar Bülent Ersoy'un özlü sözüyle bitireyim satırlarımı:

* Öyle bir içimden geldi, aslında bu yoktu, anasını satayım içimden geldi.

İsviçre'den selamlar, sevgiler.


Çarşamba, Şubat 09, 2022

Zaman Çarkı Serisinin Ardından

Okuduğum kitapları Instagram hesabıma not edip üstlerine birkaç söz söylemeyi alışkanlık haline getirmiştim malumunuz. Böylece hem gelecekte o kitaba dair bir şeyler hatırlamak istersem güçsüz hafızama bir tetikleyici bırakıyor, hem de bu kitabı okumuş veya okumaya planlayanlara da kendi deneyimimi aktarmış oluyordum. Uzunca bir süredir bu #okuduğumkitaplar kategorisinde yeni bir paylaşım yapamamıştım çünkü serinin son paylaşımlarını takip edenlerin hatırlayacağı gibi bir çılgınlık yapıp on beş ciltlik ve on bin sayfalık bir seriye girişmiştim: Zaman Çarkı. Az önce iş bu serinin on dördüncü cildini de bitirip (matematiği iyi olanlar "hani on beş ciltti" demesin çünkü ilk kitap sıfırıncı cilt) son yaprağına günün tarihini not ederek rafa kaldırdım. Bu serinin heybetine istinaden fikirlerimi bir Instagram paylaşımını sığdırmayayım, uzun uzun yazayım istedim.

Bir yılı aşan çılgın bir yolculuk oldu benim için Zaman Çarkı. İlk kitaba 2021 Ocak'ının ilk günlerinde başlamışım. Bugün 2022 Şubat'ının ilk günlerindeyiz. Bu geçen bir koca yılda hem benim hayatımda, hem çevremde, hem ülkemde çok fazla şey çok büyük bir hızla değişti. Ancak kurguların en sevdiğim yanı da (ister gerçek ister gerçek olmayan dünyalarda geçsin) size saklanabileceğiniz ve yaşadığınız dünyayı unutabileceğiniz bir liman sunmaları. Her neyse girişi fazla uzattım, bu geçen bir yılda neler olduğunu merak edenler hemen bir önceki yazıma göz atıp meraklarını giderebilir: Geleneksel Yıl Sonu Blogger Değerlendirmesi | 2021'in Ardından

İlk olarak tüm seriyi cilt cilt adlarıyla şuraya bir not etmek isterim:

0.Yeni Bahar
1. Dünyanın Gözü
2. Büyük Av
3. Yenidendoğan Ejder
4. Gölge Yükseliyor
5. Göğün Ateşleri
6. Kaos Lordu
7. Kılıçtan Taç
8. Hançer Yolu
9. Kışın Yüreği
10. Alacakaranlık Kavşağı
11. Düş Hançeri
12. Fırtına Toplanıyor
13. Geceyarısı Kuleleri
14. Işığın Anısı

Ardından birinci cildi bitirince aldığım bir notu aynen şuraya iliştireyim:

İsimlerde, bazı karakterlerde, öykünün bir bölümünde, ırklar ve uluslarda, hatta dillerde ciddi bir Orta Dünya benzerliği var; yine de bu dünyanın hikaye örgüsünde kendine has, özgün bir taraf var. Henüz birinci cilt (Dünyanın Gözü) bitti, gelecek on üç ciltte bu özgünlüğün artacağını düşünüyorum. Çevirisi Tayfun Polat'ın da belirttiği gibi (sonradan Ceyda Özbaşarel ve birkaç kişi daha benzer yorumlarda bulundu) daha iyi olabilirmiş, özellikle nesne eksiklikleri can sıkıyor.

Bu notumu yorumlayarak başlayayım işe, öncelikle Orta Dünya fantastik diyarların anası olduğu için pek çok fantastik eserin bu kaynaktan beslenmesi, hatta o kaynak olmasaydı muhtemelen bu şekilleriyle var olamayacakları gerçeğini bir kabul etmek lazım. Bunun yanı sıra birinci ciltte tahmin yürüttüğüm bu serinin giderek özgünleşebileceği konusu gerçekten de doğru çıktı ve hikaye bu on bin sayfanın hakkını verircesine dallandı, budaklandı, karakterler, uluslar, ırklar, alt hikayeler, yeni derinlikler, dönüşümler kazandı. Özgün mü, evet. Çeviri konusu ve dil konusu ne yazık ki bu serinin en tatsız noktaları. Öncelikle tüm suçu çeviriye ve sonrasında yayın kontrolü yapan ekiplere yıkmadan önce yazarın diline ve üslubuna dair de birkaç kelam etmek isterim.

Robert Jordan ağabeyimiz tam bir Amerikalı, haliye kendisinden müthiş bir edebi tarz, kıvraklık, kalite beklemiyordum, o da bu beklentisizliğimi ciltler boyu karşıladı, son üç ciltte Robert Bey'in ölümünün ardından seriyi tamamlama görevini devralan Brandon Sanderson'un dilini daha kıvrak ve okuyucuyu daha yakalayan bir dil olarak tanımlayabilirim. Tabii yine çok bir şey beklememek lazım, o da Amerikalı neticede. Hani kitabın orijinalini de okusam muhtemelen bu Amerikanvarı yavanlık ve klişelik aynı şekilde kendini hissettirecekti. Bu arada son üç ciltte değişen ufak bir detay da var, en azından okuyucu olarak ben öyle hissettim, Brandon Bey, bu seriye duyduğu inanç ve hayranlıkla birlikte yaptığı işi çok daha fazla ciddiye alarak elindeki kalan notlardan bu seriyi çok güzel bir şekilde sonlandırmaya gayret etmiş ve bunu başarmış. Bu dile/üsluba da yansıyor. İnsan üstünde çalıştığı işe/esere bir hayranlık duyuyorsa o işin kalitesi de katlanarak artıyor. Buna örnek arayanlara Yüzüklerin Efendisi'nin metin ve şiir çevirilerini tekrar tekrar orijinali ile kıyaslarayak okumalarını öneririm.

Bu cümleyle beraber çeviri ve editörlük kısmına geliyorum. İlgili kişilerin ismine bakmadım açıkçası ama burada İthaki'ya bazı laflar hazırladım. Bu kadar kült bir seriyi çeviriyorsun, bunun ciltli versiyonlarını basıyor, koleksiyonerlere oynuyor, şimdi bir de dizisinin çıkmasının gazıyla tekrar tekrar reklamını yapıyorsun; bir zahmet bu vasatın altındaki çeviri ve hata seviyesini de düzelt o zaman. Ben İthaki'den bu kadar pahalı bir seriyi satarken sadece markasına ve fantastik edebiyat alanındaki kredisine güvenmesini değil, iş kalitesiyle de bu beklentiyi karşılamasını umardım, yanılmışım.

Haydi yazar Amerikalı, o yüzden çevirmene çok laf etmeyelim -ki yine de on bin sayfada, kaç yerde keşke biraz daha anlatımı çeşitlendirse, farklı ifadeler deneseymiş dedim- peki bu kitabı yayına hazırlayan arkadaşların hiçbiri mi Türkçe bilmiyor? Her sayfada gördüğüm, imla hataları, harf eksikleri, hepsinden daha üzücüsü sürekli tekrar eden insanı akıştan koparan nesne eksiklikleri derken bu heybetli hikayeye dahil olmak gerçekten zor oldu. Dahil oldum olmasına sonuçta ama tüm bunlara rağmen, bunlara gözümü kapamayı öğrenerek dahil olabildim, keza ilk ciltten son cilde ne çevirinin yavanlığı ne de hataların sayısı hiç azalmadı. Nesne eksikliği konusu ayrıca canımı sıkıyor, gündelik hayatımdaki yazışmalarda, duyduğum konuşmalarda, okuduğum kitaplarda, izlediklermde giderek daha çok karşılaşıyorum bu temel anlatım bozukluğuyla ama bunu dev bir yayın evi on bin sayfalık bir eserin neredeyse her sayfasında yapıyorsa, biz dükkanı kapatıp gidelim. Her neyse, İthaki'ye ve Amerikalılara olan sinirimi yazıya döktükten sonra gelelim biraz da içerikten bahsetmeye.

Fotoğraf: Merve

Zaman Çarkı gerçekten güzel ve etkileyici bir destan. Kitabın uzunluğu yazara her bir karakteri çok detaylı bir şekilde anlatma, hatta değiştirme, dönüştürme, geliştirme, karakterlerin farklı yönlerini gösterme şansu sunmuş. Kitaptaki bir diğer güzel nokta ise yine uzunluğunun da gücüyle sürekli olarak yeni karakterlerin, ulusların, geleneklerin, hikayelerin ana akışa eklenmeye devam etmesi. Tabii bu durum okuyucudan belli bir dikkat seviyesi bekliyor ama herhalde on bin sayfaya girişen bir kişi de bunu göze alıp bu yola çıkıyordur, ben almıştım en azından. Kitaptaki ırkların, ulusların ve karakterlerin birbirinden farklılıkları ve bunun derin derin işlenmiş olması gerçekten yeni bir dünya yaratımında çok önemli noktalardan biri; okuduğunuz hiçbir şey yüzeysel değil, üzerinde düşünülmüş hissi veriyor. Bu dünyanın büyücüleri ve kaderinin belirleyicileri olan (veya büyücü sınıflarından biri olan) Aes Sedai'lerin büyücülük kadar siyasetle dünya üzerinde denge kuruşu, o siyasetin kurgulanışı, uygulanışı, karakterlerin bir türlü tam olarak iyi veya kötü şeklinde ayrılamayışı, herkesin herkese duyduğu güvensizlik ve bunun okuyucuya aktarımı kitabın en beğendiğim noktlarından. Normalde fantastik edebiyatta büyücüler tabii ki felsefi duruşu olan, siyasete yön veren karakterlerdir ancak büyüleri marifetiyle büyüktürler. Buradaki güç tanımının bu klasik bakıştan biraz daha farklı oluşu, siyaset sanatının inceliklerinin hikayeye yedirilişi, insanın değişebilen bir varlık olduğunun karakterler üzerinden işleniliş tarzı beni etkiledi. Kısacası ben bu hikayenin bende bıraktığı etkiden memnunum, böyle büyük bir hedefi gerçekleştirmiş olmaktan memnunum, yıllardır merak ettiğim kült bir eseri kafama sokabilmekten ötürü memnunum.

Bu süreçte en çok duyduğum ve seriye girişmeden önce benim de aklımda çokça dönen şu soruyla bu yazıyı yavaş yavaş sonlandırayım. Okuduğumuza değer mi? Ben son bir yılıma bu kitaba verdiğim için vicdan azabı çekmedim, ama yavaş okuyan, dikkati çabuk dağılan, fantastik dünyalara karşı önyargıları olan kimselere uygun bir seri de değil Zaman Çarkı. Uzak bir gelecekte, mesela emeklilikte falan belki orijinalini de okurum bir gün. Bu kez en fazla 5-6 ayda bitiririm ama.

Zaman Çarkı'na başlayışım ve bitişim arasında bebeklerimizin dünyaya gelmesi sebebiyle okuma alışkanlığımı, daha doğrusu tüm alışkanlıklarımı tamamen kaybettiğim 3-4 aylık bir dönem de yaşadım, Merve'nin hamileliğinin son döneminden başlayan. Sonrasında evden çalışmadan tekrar ofise dönüşle beraber erken gittiğim günler mesai öncesi, diğer günler öğlen aralarında, evdeyken de bebekler kucakta gündüz uykularındayken okumaya dönebildim. Son iki gündür Korona olmamın da etkisiyle kendimi çalışma odasına kapatıp kitabı bitirmeyi biraz hızlandırmış olabilirim, ama hasta olmasaydım da bir hafta sonraya kalmayacaktı zaten kitabın bitişi.

Ne komik, sıfırıncı cildin arkasına bitirdiğim tarih olan 10 Ocak 2021'i yazmış altına da "Karantina" kelimesini eklemişim, son cildin arkasına da bugünün tarihini yazıp "COVID+" notu ekledim. O zaman dünya karantinadaymış, şimdi ben. Bu arada Spotify'daki Classical Reading listesine de bir teşekkürü borç bilirim, serinin ikinci yarısındaki okumalarımın büyük kısmında bana eşlik edip fon müziğimi oluşturdu.

Çarşamba, Ocak 19, 2022

Geleneksel Blogger Yıl Sonu Değerlendirmesi | 2021'in Ardından

Bir yılı daha geride bıraktık ve sırf bu kıymetli bloğun hatrına geçen yıla dair birkaç not almazsam ayıp olacak gibi hissediyorum. Az buz şey de yaşamadık hani 2021'de! E madem bunca şey gördük, geçirdik, bari bunları kendi kişisel tarihime, kendi elimden/dilimden not düşeyim ki belki gelecekte bir bakan olur veya döner ben bakarım, iş burada bir zaman yolculuğ kapsülümüz bâki kalsın.

Yıla okulum ve hatta yuvam diyebileceğim Boğaziçi Üniversitesi'ne rektör diye Melih Bulu adlı bir adamın atanması saçmalığıyla başladık. Zaten geçen yılın yıl sonu değerlendirmesi hariç tek yazısını da bununla ilgili olarak yazmışım, artık nasıl içim sıkıştıysa bu konuda! Yıl ilerledi, bu tepeden inme çapsızların absürt uygulamaları devam etti ancak çok daha kıymetlisi bunun karşısında müthiş kararlı ve istikrarlı bir direniş duvarı örüldü. Öğrencisi, akademisyeni, mezunu, toplumun aydınlık kesmi öyle güzel bir araya geldi ve öyle etkili bir duruş gösterdi ki bu çapsızlar kudurdu, kudurdukça saldırganlaştı, saldırganlaştıkça daha da çapsızlaştı ve kendilerini bir kısır döngüye mahkum etti. Ardından Melih Adam tıpkı görevine atandığı gibi bir geceyarısı kararıyla o görevden alındı, yerine daha sinsisi olan Naci Adam geldi. Daha sinsi diyorum çünkü okulun içinden gelip de bir kültüre bu kadar ihanet etmek bence çok daha korkunç bir karakterin göstergesi. Tabii ne bu şanlı direniş bitti, ne Naci tüm hukuksuzluğuna rağmen orada elini kolunu sallaya sallaya at koşturabildi ama misal Berke ve Perit adlı pırıl pırıl iki genç üç aylarını hapishanede geçirdi sırf bu ahmak adamların hırsından. Neyse ki ay başında tahliye edildiler -yurt dışı yasağı vb. başka saçmalıklarla da olsa. Bu yılın başında minik bir güzel haberi hak etmiştik çünkü. İktidarın ve çetesinin rant ve hırs uğruna göz göre göre ne kadar yanlış işler yapabileceğinin bir kanıtı olan bu süreç belli ki bu yıl da devam edecek.

Geçen yılın diğer bir kötü yanı da ülkenin hiçbir şekilde yönetilememesinin artık iyice ayyuka çıkmasıydı. Bunu bir yönetememe değil de kasıtla yağmalama olarak değerlendirmek daha doğru ve gerçekçi olacak sanırım. Yılın başındaki döviz kuru ile sonundaki arasında korkunç bir uçurum var, haliyle ülkece inanılmaz fakirleştik ve yıllardır zorla elimizde avucumuzda tuttuğumuz şeyler yine bir avuç niteliksiz vasıfsızın cebine akarak onları zenginleştirmeye devam etti. 2021'i sonsuz zamlar yılı olarak da değerlendirebiliriz sanırım. Yılın başında benzin kaç liraydı şimdi kaç lira, yumurta kaç liraydı şimdi kaç lira baktığımızda "vallahi iyi ölmemişiz" diyorum, pek çoklarının öldüğünü veya giderek ölüme daha da yaklaştığını görerek. Bu korkunç yağmayı açıp yıl boyunca yaşadığımız tüm kötülükleri tek tek irdeleyemeyeceğim, hem artık bunu gönlüm kaldırmıyor, hem de geriye dönüp bakınca bu yıla dair güzel şeyleri hatırlamak istiyorum, o yüzden bu paragrafla birlikte iç karartımızı da sonlandıralım. Ülkemi gasp edenlere aşağıdaki şekilde bakıyorum.

Gelelim şahsi haberlere ve güzelliklere, 2021'in benim açımdan en önemli noktaları nelerdi bir bakalım. En büyük haberden başlıyorum tabii ki çünkü diğer tüm konular bu çılgınlığın yanında gölgede kalıyor. Bu yıl baba oldum! Merveciğim ile ikiz oğlumuz oldu, bebek beylere Deniz ve Yaz isimlerini koyduk ki hep ruhumuzun en hafif, en keyifli anlarını hatırlayalım isimlerini duydukça. Kendileri Ağustos'ta ailemize katılsalar da aslında hamilelik sürecini de düşünürsek senenin ilk yarısı hazırlık, ikinci yarısı da uygulama ile geçti diyebiliriz. Tahmin edebileceğiniz üzere hayatımızın rutini kökünden değişti, yeni bir düzene geçtik, ilk bir iki aylık şokun ardından buna da alıştığımızı ve bu yeni düzende giderek daha iyi bir seviyeye geldiğimizi düşünüyorum. Şanslıyız ki desteğimiz çok, ilk ay annem bizde kaldı sonrasında da ara ara desteğe geldi, ikinci aydan itibaren yıl sonuna kadar biz Merve'nin ailesinde kaldık, Hatice Abla hep bizleydi, ablam ve Meziyet Teyze gibi ilk aylardaki en zorlu dönemlerde bize düzenli destek sağlayan joker oyuncularımız oldu. Yeni yılla birlikte kendi evimize geçtik, hâlâ güçlü bir destek ekibiyle beraber bebek beyleri elimizden geldiğnice büyütmeye çalışıyoruz. Beş ayları bitti altıya koşuyorlar bile ağabeyleri ablaları, teyzeleri, amcaları! Neyse ki artık onlar da bizi tanıyor ve bize gülüyorlar da öyle sonsuz bir karşılıksız hizmet veriyormuşuz hissi kayboldu, hahah. Şaka gibi ama çekirdek aile nüfusumuz bir gecede iki katına çıktı!

Yılın iki bebek haberinden sonraki en büyük haberi ise 678 yıl sonunda kendi şarkılarımdan ikisini resmi olarak dijital kanallar üzerinden yayınlayabilmem oldu. Salgın koşullarında geçmişteki kayıtların izlerini takip etmek daha kolay olacağı için ilk iki şarkı olarak Tanışma ve Toz'u seçtik. Tanışma'da Levo'nun güzel şiirine yaptığım besteyi Emre Malikler 2021 hisleriyle yeniden tarif etti. Onun ses dünyasına Elif Dikeç tuşlulardaki dokunuşları, Nilipek. ise yardımcı vokalleriyle kendi örgülerini kattı. Yashica ile çektiğim bir fotoğrafı da kapağına koyarak 11 Haziran'da Tanışma'yı kendimden çıkarıp kamuya mâl edebildim. Akabinde sıra Toz'a geldi. Toz'da ise Berat'ın güzel şiirine yaptığım besteyi Yiğit Yemez'in ilk versiyonunun izlerinden giderek Emre yeniden kurguladı. Çok kıymetli iki müzisyen dostum Canberk ve Berkay ise bas ve davullarıyla Toz'a dokundular. Nil İpekciğim bu kez sadece yardımcı vokal olarak değil solist olarak benimle düet yaptı Toz için, şarkıyı o sonlandırdı. Hayranı olduğum Can Güngör ise şarkının sonundaki üflemeli dokunuşunu klarnetiyle yeniledi, bir yıldız daha eklemiş oldu bu projeye. Şarkının kapağı yine Yashica arşivinden, benim elimden çıktı. Her iki şarkımın da vokal kayıtlarını Kadıköy Yeldeğirmeni'ndeki Şen Bakkal Stüdyoları'nda aldık ki hem bunun için hem de şarkının dijital dünyaya girişindeki desteğinden ötürü Nil İpek'e bir kez daha teşekkür etmeliyim. Bu süreçte kullandığım tüm sanatçı fotoğraflarımı ise sevgili Holly Fabienne çekti. Bu insanlık için küçük ama benim için büyük adım bana sevdiğim şeylerle uğraşmayı ve ilmik ilmik bir projeyi planlamayı ne kadar özlediğimi hatırlattı. Umarım bu yılın sonuna kadar yeni bir veya birkaç kayıt daha yapabilmiş olurum sandıktakilerden.

Müzikten konu açılmışken biraz da Karşı Müzik'e değineyim, yılın ilk yarısında elimden geldiğince çılgın bir performansla karşılaştığım çoğu müziği dinleyip beğendiklerimi paylaşmaya ve arşivlemeye devam ettim. Tabii yılın ikinci yarısında bebek beylerin gelmeye çok yaklaşmaları ve sonra da aramıza katılmaları ile Karşı Müzik'e ara vermiş oldum. Kendime bu projeme bir yıl sonu değerlendirmesi ile geri dönme hedefi koymuştum, bir şekilde bunu da yapabildim. Aferin bana: Karşı Müzik 2021 Değerlendirmesi

Yılın bir diğer çılgınlığı ise yılın ilk günlerinde giriştiğim 15 ciltlik ve her cildi bin sayfaya yakın Zaman Çarkı serisine girişmek oldu. Yine yılın ilk yarısında şahane bir hızla ilerledim, ikinci yarıda yavaşladım ama son ciltteyim, yorumlarımı son cildin ardından herhalde Instagram'da uzu uzadıya paylaşırım. Değişik bir deneyim oldu bir yılı bir kitaba ayırmak. Bakınız aşağıdaki paylaşımda bir işe başlamanın her zaman onu bitirmenin yarısı olmadığını anlatmışım.

Geçen yılın bir diğer çılgınlığı ise yılın başında Ziya Baba'nın da katkılarıyla hayatımıza giren piyano oldu. Yıllardır Merve de ben de bir piyanomuz olsun çok istiyorduk, sonunda kendisine kavuşmuş olduk. Sevgili Caner Başbuğa'nın inanılmaz YouTube kanalı sağ olsun her ikimiz de kendimizce bu yolculukta bayağı bir yol aldık piyanoyu anlamak adına. Tabii yine bebek beylerin hayatımıza girişine kadar. Ama piyanoyu bir an önce almak istememizin en büyük sebeplerinden biri de gençlerin büyürken zorlanmadan doğru sesler çıkartabilecekleri bir enstrüman ile tanışmış olmalarıydı. Şimdilik pek ilgi göstermiyorlar ama bakalım gelecek aylardan umutluyuz, hem onlar adına hem de vakit yaratıp tekrar piyanonun başına ara ara oturabilme ihtimalim adına.

Yılın yine beybilerden önceki döneminde bolca bisiklet sürdüm, fırsat buldukça denize gittim, bunları 2022'de düzenli olmasa da tekrar hayatıma sokmayı deneyeceğim. Bir de çok havalı bir VTEC Honda Civic'imiz vardı, çocuk isterken Clio'cuğumuza sığmayız diyerek bir ön hazırlık niyetine almıştık. Sonra ikiz çocuklarımız olacağını öğrenince acaba buna sığacak mıyız soruları başladı, akabinde çocuklar doğdu ve hayatımıza izofix, ana kucağı, ikiz bebek arabası gibi kavramlar girdi. Hemen Google'a girip "arka koltuğuna üç izofix sığan arabalar" şeklinde bir arama yaptım keza iki bebeğin yanında yolculuk sırasında benim ya da Merve'nin de oturabilmesi şarttı. Hızlı bir araştırma ve değerlendirme sürecinin ardından Civic'ciğimiz hayatımızdan çıktı yerine ilk kamyonetimiz Citröen Berlingo girdi. Artık biz de bir Doblolu enişteydik. Üstelik isminde de gizli bir mesaj/anlam var. Berlin-go, kıps. Şu an dingilli aracımızla Merve de ben de KOBİ gibi takılıyoruz. Aile büyüğümüz sevgili emektar Megane da bize geldi tekrar bu süreçte, sağ olsun beni işe götürüp getiriyor, onun da hakkı ödenmez. İnşallah kamyonetle başladığımız bu büyük araç sevdası yolculuğunda gelecek hedeflerim arasında ilk olarak Vitovari bir araç, ardından da tır kamyonu var, Tanrı utandırmasın. Hemen aşağıya mide bulandırma garantili bir bisiklet videosu bırakayım.

Son olarak geçen yılı iş hayatı gözünden de değerlendireyim. Uzaktan çalışmanın, arada bir ofise gitmenin normalleştiği bir yıl oldu 2021. Ancak bebek beylerin gelişiyle ve ona paralel yıl sonuna doğru giderek artan iş yoğunluğu sağ olsun, daha çok ofise gidip gelmeye başladım yılın ikinci yarısında. Şu an bu yılın başından beri yine yükselen vakalar ile üç gün evden iki gün ofisten çalışma sistemine döndük. Bebekli bir evden çalışmanın (bizim durumda bebeklerle dolu bir ev desem daha doğru olacak) kendine göre güzellikleri ve zorlukları var, bizim "bebeklerle ilgilenme takımımız" kalabalık olduğu için ben çok büyük bir zorluk çekmiyorum ama sadece Merve ile ikimiz olsaydık hakikaten evden çalışmak bir hayale dönüşebilirdi. Nedense çok fazla çalıştığımı hissettim geçen yılın son çeyreğinde, bunda belki uzun süren evden çalışma ve göreceli olarak daha düşük tempolu iş yapma rutinine girmemizin de payı vardır. Şimdi tekrar her şey rayına oturuyor gibi hissediyorum. Ara ara Frankfurt seyahatleri ve kariyer etkinlikleri sebepli yurt içi gezileri de başladı tekrar, vesileyle dostlar da görülüyor. Bakalım bu yıl ve önümüzdeki yıllar bize neler gösterecek.

Yılın benim için güzel anlarından biri yayınladığım teklilerin ardından sevgili Tuğçe'nin beni pek sevdiğim Sonsuz Çilek Tarlaları programına davet etmesiydi. Böyle sohbetleri dönüp kendi yaptıklarımı değerlendirmek ve kendimi sorgulamak açısından da çok kıymetli buluyorum. Bölümün şarkısız kaydını da şuraya iliştireyim, şarkılar yukarıda var zaten. :) Bu güzel fırsat ve keyifli sohbet için bir kez daha teşekkür ederim Tuğçe. Kendi hayatımı ve müzikal yolculuğumu baştan sona tekrar hatırlamama sebep olan bir diğer etkinlik ise sevgili Safa Canalp'in doktora tezi için alternatif müzik sahnesinden pek çok insanla yaptığı röportajlar arasında bana da yer vermesiydi. Dört saatlik dolu dolu bir sohbet ile doğduğumdan bu yana müziğin hayatımdaki yerini, müziğin ve hayatlarımızın bu yıllar içinde nasıl değiştiğini adım adım inceledik, çok da güzel oldu. Sonuçlarını da görmeyi/okumayı sabırsızlıkla bekliyorum.

Kendimizi ülkenin gerçeklerinden sıyırdığımızda her şeye rağmen güzelliklerle dolu geçirebildiğimizi görüyorum 2021'i. Belki de artık kendimiz ülkemizden tamamen sıyırmanın vakti gelmiştir de geçiyordur, kim bilir. Bakalım bu yıl ve önümüzdeki yıllar bizlere neler gösterecek. Yıkılmadık, ayaktayız. 2022 beklentilerimi de şuraya ekleyip geleneksel blogger yıl sonu değerlendirmesi yazımı tamamlamak isterim.

2022'de en az bir, mümkünse birkaç şarkı daha yayınlamak isterim tabii yine resmi olarak ve dijital kanallardan. Bebek beyleri güzelce büyütmek isterim Merveciğim ile beraber. Kendisi içindeki bebek sevgisinden de beklenildiği üzere şahane bir anne oldu bu arada, bunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Hayatımda en çok vakit alan şeylerden ikisi olan kitap okumayı ve Karşı Müzik'i 2021 bitmeden tekrar rutin akışıma dahil edebildim, yeni yılda da bisikleti ve arada bir denize gitmeyi bebekli hayat rutinlerime ekleyebilmeyi hedefliyorum. Şu lanet Korona'nın ve tüm artçı versiyonlarının hayatımızdan çıkmasını çok istiyorum bu yıl. Sevdiklerimle daha çok görüşmek, insanlara sarılmak, onlarla öpüşmek, korkmadan sohbet edebilmek, yüzlerine karşı "tü allah belanı vermesin" diye az da olsa tükürebilmek, kapalı alanlarda buluşabilmek, endişesizce bir yerleri tutabilmek ve elceğizlerime artık kolonya püskürtmemek, kulaklarımı maske ile germemek istiyorum. Dilerim 2022 hepimiz için 2021'den çok daha güzel olur!

Not: Bu arada farkında olmadan şu yazısıyla bu yazıyı yazmam gerektiğini bana hatırlatan, memleketimizdeki blogger'ların anası sevgili Elif'e de bir selam göndermiş olayım.