Perşembe, Ocak 17, 2013

Yanağımın Yarısı


Neler gördüm, neler geldi başıma, düşe kalka geldim, ben bu yaşıma demiş İbrahim Bey onyıllar evvel. Sanıyorsunuz ki böyle girdim burdan artık kim bilir nerelere bağlarım. Aldanıyorsunuz. Bu kadar. Maceralardan maceralara koştuğum hayatımın şu son bir kaç gününün nasıl geçtiğini merak ettiğinizi biliyorum, yazayım da okuyasınız diye içiniz içinizi yiyor. Endişeye mahâl yok, işte yazayım diye buradayım. Öncelikle belirtmeliyim ki hâlâ öksürüğüm ve öksürüğe bağlı ciğerden ıslık çalımlarım azalarak da olsa devam ediyor. Fıııy fıııy diye geziyorum insan içinde, olacak iş değil. Ama öksürüğüm gitgide kuruyup azalıyor gibi bir his var içimde, gerçekten tam içimde ciğerlerime doğru oluştu bu his.



Gelelim çılgınlıklara, paylaşımlara, komikliklere, kederlere. Öncelikle kendimi asayım kendi bacağımdan. Şimdi biz Emir Bey olarak 2 tane albüm yayınlamıştık çok zaman önce. Bu albümlere hatta Nil İpek Hanım kapaklar, kartonetler çizmişti güzel güzel. Sonra bunları Mavi Büyücüler'e koymuştuk hem dinlenilebilir olsun, hem de indirilebilir olsun diye soundcloud ve mediafire bağlantıları vermiştik. Ama hiç düşünemedik ki o mediafire bağlantısı 2 haftaya elimizde patlasın. Tabi biz öyle her siteye üye olmadığımızdan ölümsüz bağlantılarımız yoktu. Sonra aradan aylar yıllar geçti ve benim ta bir kaç gün evvel bu albümler dropbox üzerinden paylaşmak aklıma geldi. Ne de olsa dropbox hesabım vardı, bu da demek oluyor ki kalıcı bağlantılar verebilirdik, üstelik dropbox yaygın kullanılan ve albümü indirecek insanlar üzerinde tedirgin edici bir etki bırakmayacağını düşündüğüm bir seçenekti. Of cümle dünyayı gezdi.  Netice itibariyle medifire bağlantılarının patlamasının ardından indir/download'dan dinle/listen'e çevirdiğimiz kelimeleri, tekrar eski haline döndürdük geçtiğimiz günlerde. Neden çoğul konuşuyorum çünkü ben ve bana bağlı IT ekibimi olarak 45 saat mesai harcadık bu işe. Hahahah. Doğrusu şöyle, müzik arşivlemeyi seven bir insan olarak bu kadar uğraştım çünkü elimde tek bir şarkı olmasını tercih etmem, albümü edinmek dururken. Bir gün sizler de rahatça "aaaa Emir Bey'in ilk albümleri bende var ki" demek istiyorsanız buralardan buyurun:





Evet, sizin için ne denli gerekli bilmem ama benim içime dert olan bu uzun uzun anlattığım mevzuyu da çözüme kavuşturduktan sonra artık vakit dış dünyaya dönme vaktiydi. Dış dünyada çok zamandır sesini duymayı özlediğimiz proje Long Way From Home Istanbul Acoustic Sessions'ın yeni video'su dinleyenleri hayran bırakıyordu. Bu sefer Wax Poetic'i konuk etmişler ve kadrolarına yaptıkları kritik takviye ile müthiş bir iş çıkartmışlardı. Bu güzel video'ya tam buradan ulaşılıyor. Bunun dışında müzik piyasasında ne gibi çılgın gelişmeler oluyor derseniz tanıdığımız gruplardan Vera, Hain adlı parçasına çektiği klibi yayınladı. Önceden piyasaya sürdükleri ufak tefek atıştırmalıklarla iştahımızı kabartan dostların klibi de benim gözlemlediğim kadarıyla Facebook'ta güzelce yayıldı ve paylaşıldı. Haddim olmayarak söylüyorum belki ama bu klip kendilerine yakışan bir klip olmuş sonunda, şarkıyı çok yüksek sesle dinleyemedim iş yerinde ama duyduğum kadarıyla gayet güzel geliyordu kulağa. Evde detaylı dinleyeceğim tekrar. Günlerdir eve doğru düzgün bir vakitte dönemediğimden evde dinlerim/izlerim dediğim şeyler de ertelenmekten bir hâl oldular. Bunlardan ilki Cihan Mürtezaoğlu'nun çevremdeki herkesten tam not alan ve "dinle ulan" diye baskılara maruz kaldığım parçası Talihsiz Merdiven. Kendisi birebir tanışmadığımız ama çok yakın ve az yakın ortak ahbaplarımız olan bir insan. Ben dinleyemiyorum daha, bari siz dinleyin diye paylaştım. Ben iş yerinde geçen gün şu şarkıdan -evvelden defalarca olduğu gibi- bir kez daha etkilendim: Cat Power - Moonshiner. Sizler neden etkilenmeyemişsiniz? Bir de Ilgın Hanım kardeşimizin gönderdiği şöyle efsanevi bir video var. Onu evde dinledim sonunda. Vay arkadaş dedim, gerçekten ilham verici.

Geçtiğimiz günlerde Melike Hanım'la nasıl tanıştığımı yazmıştım sanırım blog'da. Hatta salı günü olan konserine büyük ihtimalle gidemeyeceğimi de ancak şansım yaver gitti ve kısa bir süre de olsa bu konsere katılabildim. O gün yıllar sonra Umut Bey'le buluştuk, ardından Canberk Bey'i de kendimize kattık, verdik yemeği verdik sohbeti derken indik konsere. Müzik Kulübü'nde 3-5 tanıdık yüze denk geldik çok şükür keza dedeler gibi girmiştik içeri. Ardından önce Gönül Dostları -ki müthiş bir kadro- ardından da Kamurân Kolçak sahneye çıktı. Arka arkaya hiç aralıksız o kadar güzel şarkılar çaldılar ve söylediler ki! Öncelikle şarkı seçimleri müthişti, Onno Tunç'a bir saygı duruşu gibiydi adeta şarkılar. Ardından şarkıların düzenleme ve icrâları çok güzeldi. Bir piyano, bir bas ve davul vardı orkestrada. Son olarak da Kamurân Hanım çok iyi bir solist. Hem sesi, hem sahne hakimiyeti, hem hissyatını dışa yansıtmasıyla dinleyenini ve izleyenini doyuruyor. Üstelik bunca iddialı şarkıyı çok sevdiğini ve saydığını hissettirerek, üzerine bir şeyler de katarak söyleyebilmek çok zor bir iş. Bravo diyoruz bir kere daha. Yakında birlikte de bir şeyler yapmak dileklerimizle bu paragrafı da bitiriyoruz.



Sanmayın ki üstteki paragraftan çok kopuk bir konuya geçeceğim şu an. Bunca lafı geçmişken Onno Tunç'u anmamak olmaz. Onno Tunç öleli 17 yıl oldu işte üst paragrafta bahsi geçen konserin yaşandığı gece. "17 yol olmuş, Onno görmeden, Onno anlayacak yaşa gelmiş çocuklar." demiş Canberk Bey. Daha diyecek bir şey yok, işte bizi anlatıyor bu cümle ve bizim kuşağın hayran ola ola dinlediği hemen her şeyde parmağı olan Onno Tunç'u. Öyle güçlüdür ki bu parmak popülerliğin normlarını taleple değil kaliteyle belirlemiştir. O dönemde ortaya çıkan her işin normalin çok üstünde bir kalitede olmasında rolü büyüktür bu parmağın. Neyse ben daha destanlar düzerim ama sizler de araştırın. Sevdiğiniz şarkıların hikayelerine bakmanız yeterli olacaktır onun izini bulmanıza. Alıntıyı Canberk Bey'den yaptık, paylaşım da ondan gelsin. Buyurun lütfen.

Bir diğer çok sıra dışı olay -hatta çok zamandır başıma gelen en sıra dışı olay- ise eve gelen esrarengiz paketti. Hafta başında annemden gelen bir telefonla öğrendim bu paketin gelişini ilk, Hollanda'dan geldiğini söylemişti annem telefonda, içinden çay, çikolata, bir kart ve bir ufak zarf daha çıktığını söylemişti. Ben de eve gelene kadar "hayırdır inşallah" diye düşündüm durdum. Hayırmış ki meğer! Birbirinden güzel mutlu edici şeyler! Hepsinden değerlisi bir kart, üzerinde bestelerimden ve söylediğimiz şarkılardan alınmış satırlarla oluşturulmuş bir kolaj. Bu da yaptığımız şeylerin birilerine ulaştığını bana kanıtlamakla kalmamış, o ulaşabildiğimiz insanlardan en azından birinin yaptığımız bu işlere değer verdiğini de bana göstermiş oldu. Dikkatlice ya da severek dinlenildiğini bilmek ne güzel şeymiş yahu öyle. Neyse bu aşırı mutlu eden hediyenin sahibini 3-4 adımda buldum. Efe Bey'e bu zarif davranışından ötürü bir iki kelâm ettim dilim döndüğünce, daha detaylısını da mektup olarak yazmayı planlıyorum. İşin en komik yanı da satışa çıkartmadığımız albümlerimizden ilk paramızı kazanmamız oldu. Yazının başında bahsettiğim albümlerle ilgili piyasa fiyatı baz alınarak bir de ödeme göndermiş Efe Bey, ne diyeyim bilemedim. Çerçeveletip asmak lazım odaya. Kendisini şu yazısından ötürü aklıma ilk gelen isimdi bu şüpheli paket hususunda ama insan işte ilk aklına gelen doğrultusunda hareket etse zaten dünyanın en süper varlığı olacak. Ben değilim. Vallahi aynı anda hem sevinip hem de mahcup olduğum enteresan bir andı. Mühim anılar klasöründen ulaşabiliriz gelecekte bu olaya.



Dün işten çıkınca evvela Emir Efendi, Beko Bey ve Cengizhan Bey'le buluşup Korcan Bey'in ofise gittik. Tanışılacak insanlar, konuşulacak işler vardı. Tanıştık, konuştuk, bir şeyler öğrendik, bir şeyler denemeye niyetlendik, bakalım zaman gösterecek kalanını. Oradan da çıkınca dostlarla çok çok uzun aradan sonra tertip edilebilen buluşmaya katıldım. Aylin Hoca, Egecan Bey, Buket Hanım, Yeliz Hanım, İrem Hanım, Levent Bey, Tuhaffiye Hanım, Tuğba Hanım, Derya Hanım az kalsam da çok güzel güzel tadı damakta kalan bir sohbet gerçekleştirdik. Üzüldük, sinirlendik bazı şeylere, değişime tanık oluyoruz yahu, bizim ömrümüz ne ki daha? 5 senede neler neler değişti, insaf. Herkesin birbirine bu denli tahamülsüzleştirildiği ve bunula gurur duyduğu bir dönemde öyle noktalara geliyor ki insan anlayışlı davranmak, empati yapmak enayilik ve ezilme sebebiniz oluyor. Neyse sağduyu çağrısı falan yapmaya başladım, belediye başkanı mıyım, emniyet müdürü müyüm neyim allah muhafaza. Bu paragrafı da tadında bırakalım. (Bırakamadı.) Hah Levent Bey demişken kendisiyle telefon kardeşi olduk. Senelerdir derin Nokia'cı bir insan olarak Nokia'nın bu akıllı telefon piyasasına tokat gibi bir cevap vereceğini biliyordum. Bir de son telefonum -ki kendisi Samsung'du- kullanışsızlığıyla beni pek yormuştu ama ağabeyimden bana geçtiği için kullanmıştım el mahkum. Neyse işte Nokia'nın attığı bu süper tokatı yememek olmazdı, ben de yedim. Artık akıllı telefonlu biri oldum ben de. Windows kullanan (seven ya da sevmeyen demiyorum aktif olarak kullanan diyorum) birisi olarak bir windows phone'umun olması çok daha rahatlattı hayatımı. Usb gibi yahu, daha büyük rahatlık olamaz. Bu arada telefonda olan Windows 8 de -ki ofis bilgisayarımda da mevcut- alıştıkça güzel ve kullanışlı gelen ve hızıyla sizi şaşırtan bir sistem. Bir teknoloji blog'u yazmadığım eksikti onu da yazdım tam oldu. Neyse benim bu telefondan Levent Bey'in elinde de gördüm. Hemen çak, sarıl falan gibi hareketlere girdik. İşte olay bundan ibaret. Bir de myspace yenilenmiş ve çılgın atma potansiyeli olan bir yere dönüşmüş, bir göz atın, en azından olan hesaplarınızı güncelleyin ya da bir hesap alın köşeye koyun derim.



Sonsuza kadar yazacağımı sandığınız bu yazının da burada sonuna geliyoruz. Bir iki fotoğraf serpiştirip ılıkça servis ediyoruz. Bir de Orçun Bey'in Judas Priest'in şu klibi'ne yaptığı "performansı izlerken bir anda pantolonum siya deri pantolona dönüştü" yorumuna hep beraber gülüyoruz, çünkü gülünecek bir şey varsa söyleyip hep beraber gülmek en güvenlisi. Huzurla kalın, bir de bu akşam Birsen Tezer'in yeni albüm lansmanı var, ben gidemiyorum bari sizler gidin bana anlatın.

Hiç yorum yok: